Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-36

15 Aralık 2018 - 17:02

1920 yılının Ocak Ayı başları. Anzavur İsyanı bastırılmış, Çerkez Ethem Salihli'ye geri dönmüştü. Geçici olarak Salihli Cephesi'nde görevlendirilen Gördes Kuva-yı Millîye Kumandanı Nasuhzâde Mustafa Bey de kuvvetiyle birlikte Gördes'teki görevine geri dönmüştü. Mustafa Bey, dönüş yolculuğunda ormanda bitkin durumda bulduğu işgal bölgesinden kaçmış iki Türk gencini de beraberinde getirmişti. Gençler, günlerce aç susuz ormanda saklanarak Türk bölgesine kaçmayı başarmışlardı. Gördeslilerin bu gençlerden dinleyecekleri çok hazin hikâyeler vardı. Tedavileri yapıldıktan sonra bir süre istirahat edip kendilerini toparlayan bu gençler, işgalci Yunan kuvvetlerinin ve onlarla birlik olan yerli gavûrların, masum Müslüman ahaliye karşı yaptıkları zulmü ve şahit oldukları acı olayları büyük bir ıstırap içinde anlatmaya başladılar. Manisalı İbrahim adındaki genç:
               - Ben Manisa'da bulunuyordum. İşgalin hemen ertesi günü kışlaya, hükûmet konağına ve karakollara Yunan bayrağı çekildi, Gediz Köprüsü'ne ve Manisa'nın bütün giriş çıkışlarına geçici karakollar kurularak, şehre giriş ve çıkışlar kontrol altına alındı. Bağına bahçesine gitmek isteyenlere evvela izin vermediler daha sonra işgal kumandanlığı izin tezkeresi vererek çıkışlarına izin verdi. Tezkeresi olmayanlar şehre girip çıkamıyorlardı. Bütün giriş çıkışlarda herkesin üstü başı, eşyaları didik didik aranıyordu. Evvela; 'bu geçici işgal, kimseye zarar gelmeyecek' dediler ve sonra silahı olanların silahlarını derhal teslim etmeleri için tellallar bağırttılar. Nihayet silah arama bahanesiyle evlere girmeye başladılar. Evvela eşraftan Karaosmanoğluların ve Halit Paşa'nın evlerini aramakla işe başladılar. Bu aramalar, feci olayların da başlangıcı oldu; eski müftülerden Kâmil Efendi'yi, evinin aranması esnasında 'Sizde silah olduğu halde vermiyorsunuz' diyerek feci şekilde dövmüşler ve sandığında bulunan 350 altın lirasını alarak gitmişler.
 Sonra Kadı Veysioğlu Mehmet Efendi, komşusunun evinin aranması esnasında cereyan eden olaylara dayanamayarak müdahale ettiği için insafsızca dövülmüş ve elleri arkasına bağlanarak kışlaya götürülmüş.
Muradiye Camii İmam Hatibi Taytanlı Mehmet Efendi'yi de kolları kırılıncaya kadar dövmüşler.
Bu aramalar esnasında pek çok kişi tevkif edilerek kışlaya götürüldü. Daha sonra İzmir'den gelen emir üzerine serbest bırakıldılar. Ancak bunlardan on iki kişi kayıptı. Beş kişinin cenazesi daha sonra Kırtık Deresi'nde bulundu. Bunlardan birinin öldürülmeden evvel canlı canlı kulakları ve burnu kesilmiş ve iki gözü de oyulmuş, karnının derisi yüzüldükten sonra göğsünden süngülenerek öldürülmüş, diğerini de boğazından kesilmiş bir halde bulmuşlar'
Manisalı İbrahim son cümleleri zor kurabildi, sesi titredi, gözyaşlarını tutamayıp hıçkırmaya başladı. Odada bulunanların hepsi hıçkırıklara boğulmuşlardı. Daha fazla konuşamadı, ellerini yüzüne kapayıp ağlamaya başladı. Hacı Ethem Bey, Müftü Efendi'ye baktı. İkisinin de gözleri yaşlarla dolmuştu, konuşamadılar, sadece bakıştılar. Uzun bir sessizlikten sonra gençlerden diğeri Turgutlulu Ahmet konuşmaya başladı:
-Bizim Kasaba'nın Yeni Köyü'nde de Hakkı adında bir köylü, çiftesini teslim etmek üzere evinden çıktığında iki Yunan askeri tarafından yakalanıp sorgusuz sualsiz bağlanarak; 'Tabura ateş edecekti, yakaladık' diyerek kumandana götürülmüş ve tabur kumandanının emriyle ayaklarından bir ağaca bağlanarak, ağaca çarpa çarpa bütün kemikleri kırılmış, ağaçtan indirildiğinde ölmediği anlaşılınca da kafasına kurşun sıkılarak öldürülmüş.
Kasaba Müftüsü Hasan Basri Efendi, öyle feci şekilde dövülmüş ki, yanındakiler, müftü olduğunu söylemek lüzumunu duyduklarında; 'Biliyoruz, biliyoruz, biz de onun için dövüyoruz.' Diyerek daha da dövmeye devam etmişler. Sonra da müftüyü Atina'ya sürgüne göndermişler.
 Bizim mahalleden Hacı Davut ile karısı Saide Hanım'ı ve kızları Hatice'yi, Kebabçı Hasan'ın karısı Fatma Hanım'ı da kıyasıya dövmüşler. Birçok kızın ve kadının ırzına tasallut etmişler.
 Ahmetli'de de büyük vahşet göstermişler, sokaklar cesetlerle dolmuş, kimse ölüleri gömmeye cesaret edememiş; ancak, Salihli'den gelen bir Fransız devriye çavuşunun müdahalesiyle gömebilmişler'
Ahmet de daha fazla konuşamadı, yutkundu, önüne bakmaya başladı.
Bu arada Manisalı İbrahim kendini toparladı, gözlerini silerek tekrar anlatmaya başladı:
-Türlü bahanelerle tevkif edilerek hapishaneye götürülenler evvela çırılçıplak soyulup, kolları altından tavana asılarak tel kamçılarla dövülmüşler, ne kadar serveti varsa hepsini söyletip gasbedinceye kadar bu işkencelere devam etmişler. Şehir halkı bu davranışlardan dehşete düştü. Silah araması esnasında gösterdikleri vahşet ve işlenen cinayetler, halkın kin ve nefretini arttırdı, ilk günlerde huzur bekleyen safdilleri de uyandırdı. Bunun neticesinde; Hatuniye Camii'nde, ölenler için çok kalabalık bir cenaze namazı kılındı ve merasim yapıldı. Merasimi Müftü Âlim Efendi idare ettiğinden merasimden sonra işgal kuvvetleri Müftü Âlim Efendi'yi tevkif edip İzmir'e götürmek istemişler, ancak duyduğuma göre; Fransız temsilcinin kendisini ikaz etmesi üzerine Âlim Efendi erken davranıp Balıkesir'e gitmiş oradan da İstanbul'a geçmiş'
Manisalı İbrahim daha fazla konuşamadı. Başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Hacı Ethem Bey, bir elini İbrahim'in omuzuna, diğer elini de Ahmet'in omuzuna koymuş, hareketsiz duruyordu.
 Molla Mehmet Efendi:
-Büyük Harp başlamadan evvel,  Rumeli'nde Yunan'ın ve Bulgar'ın Müslüman ahaliye yaptıkları zulümleri duyardık'
-Evet, dedi Hamdi Bey; sadece duyardık. Rumeli yanıyordu ama yangın bizlere çok uzaktı.
-Bir gün buralara da uğrayacağı hiç aklımıza bile gelmezdi, dedi Nasuhzâde Mustafa Bey ve devam etti:
-Şimdi Yangın yanı başımızda, bizlere sıçraması da an meselesi'
Hacı Ethem Bey odayı bürüyen olumsuz havayı dağıtmak gerektiğini düşündü:
-Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara'ya gelmişler. Heyet-i Temsiliye artık Millî Mücadeleyi Ankara'dan idare edecekmiş. Meclis-i Mebusan'ın da yakında İstanbul'da toplanacağı söyleniyor. Ali Rıza Paşa Hükûmeti, Kuva-yı Millîye ile eşkıya çetelerini  de katiyetle birbirinden ayırmış, 'Kuva-yı Millîye' unvanını şahsî menfaatlerinin teminine alet edinen ve buna cüret edenler hakkında kanunî tahkikat başlatmış. Bu müspet gelişmeler, işgalciler üzerinde de menfi tesir yapacak ve onların ilerleyişini durduracaktır umarım.
-İnşallah! Dedi Müftü İsmail Hakkı Efendi ve ellerini semaya kaldırarak dua ve niyazda bulundu:
'Ey Yüce Rabbimiz! Senin şefkat ve merhametine sığınıyoruz! Sen bu Necip Milleti' Müslümanları koru! Bizlere hidayet nasip eyle! Takva ve iffetimizi arttır. Allah'ım bizi kullarına karşı şefkatsiz, sevgisiz, acımasız ve insafsız eyleme! Bizlere dünyada ve ahirette iyilikler ve güzellikler ihsan eyle ve bizi cehennem azabından koru. Düşmanlarımıza karşı bizleri kötü ve zelil durumlara düşmekten muhafaza eyle Allah'ım! Zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırız Ya Rabbim!  Sen zulüm altında inim inim inleyen, sıkıntıda olan kardeşlerimize yardım eyle! Biçare durumda olanları kurtar Allah'ım! Güzel Vatanımızın felahı için yola çıkanları muzaffer eyle! Bu âlemde zulüm görerek, eziyet çekerek can veren, şehadete eren Müslüman kardeşlerimize, evlâtlarımıza ve aslanlar gibi cepheden cepheye koşarak destan yazan aziz şehitlerimize rahmet eyle, onları Cennet'inle şereflendir Allah'ım!
Odada bulunanlar hep birlikte 'Âmin' diyerek duaya iştirak ettiler.

Bu yazı 848 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum