Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Gün Batıdan Doğmadan

11 Aralık 2022 - 15:50 - Güncelleme: 11 Aralık 2022 - 15:50

Son yıllarda, bir gizli el, milletimizi cepheleştirip çatıştırmak ve ata yadigârı güzel yurdumuzu bölmek için var gücüyle çalışıyor.
            Tarih, şunu göstermiştir ki; Türk milleti dışarıdan saldırılarla, topla tüfekle yenilemez, yok edilemez.
            Her türlü olumsuzluğa rağmen Millî Mücadele’yi kazanıp, Osmanlı’nın külleri üzerinde yepyeni bir devlet kurulması, uzun zamandır bu anı bekleyen iç ve dış mihrakları hüsrana uğratmıştır. Hele hele Cumhuriyet’le idare edilen, çağdaş bir devletin, dünya ülkeleri arasında yerini alması bir türlü hazmedilememiştir.  Tam yüzyıldır, iç ve dış düşmanlar, çeşitli entrikalar, planlar ve kumpaslarla, istenmeyen bu devleti nasıl yıkabilirizin hesaplarını yapmaktadırlar. Bu adi düşüncelerini gerçekleştirmek için de büyük çaba sarf etmektedirler. Yüz yıl içinde, bu amaçla birçok senaryolar yazılıp, birçok oyunlar oynandı. Sun’i cepheleşmeler yaratarak, Millî Mücadele gibi büyük bir destanı yazan kahramanların torunlarını birbirine kırdırmak için türlü yollara başvuruldu.
            Yüz yıllık süreç içerisinde; birçok partiler kuruldu, birçok görüşler çatıştı ama gerektiğinde bir araya gelip, düşmanların hevesi kursaklarında bırakıldı.  Önce Demokrat Parti-Halk Partisi, sonra Sağcı- Solcu, daha sonra Laik- Anti laik, Alevi-Sünni, Türk-Kürt derken nihayet Osmanlı- Cumhuriyet çekişmesine kadar getirildi iş.
            Ancak, hiçbir dönemde bugünkü kadar cepheleşme olmamış, bugünkü kadar ağır bir dil kullanılmamıştı.
            Tarih, ibret almak için yaşanır ve ibret almak için yazılır. Bu hususta, ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır.
             Yüzyıl öncesine; Osmanlı’nın son yıllarına, Birinci Dünya Savaşı yıllarına gidelim isterseniz…
Haçlı dünyası, aralarındaki birçok sorunu halledip, birbiri üstüne keşifler ve buluşlar yaparak hızla aydınlanıp gelişirken; Osmanlı yöneticileri ve aydınları, bir takım hurafe inançlar içinde debelenip, birbirini karalamak için türlü iftiralarla cepheleşiyor, yeni yeni birtakım akımlar ortaya çıkıyor, var güçleriyle birbirlerini yıkmak, yok etmek için büyük çaba sarf ediyorlardı. Nihayet 20. Yüzyıl başlarında, birbirini aslâ haz edemeyen, bir kaşık suda boğmak için sabırsızlanan, iki cephe çıktı ortaya: Padişahçılar ve Meşrutiyetçiler… Zamanla, daha da vahim bir hal aldı bu çekişmeler ve nihayet partiler kurulmaya başlandı.
Bir yanda Padişahı savunan Hürriyet ve İtilaf Partisi, diğer yanda onlara karşı çıkan İttihat ve Terakki Partisi. Var güçleriyle, birbirlerini yemek için büyük bir rekabete giriştiler. Sanki dünyada hiç düşmanları kalmamış, tek düşman olarak birbirlerini bellemişlerdi. Önce Padişahçılar üstün geldi; sürgünler, cezalar, yasaklarla muhaliflerini uzun süre baskı altında tuttular. Sonra İttihatçılar güçlenerek yönetimi ellerine geçirdiler ve onlar da kendilerine uymayan muhaliflerine karşı çok acımasızca davranmaya, onları yok etmek için çeşitli yollara başvurmaya başladılar.
            Ve nihayet Birinci Dünya Savaşı çıktı. Osmanlı, müttefikleriyle birlikte savaşı kaybetti. Çünkü, birlik beraberlik yoktu; çekişme vardı, kamplaşma vardı. Padişahçılar bir tarafta, İttihatçılar bir tarafta. Koskoca imparatorluk elimizden çıkıp gitti. İttihatçıların önde gelenleri, yurttan kaçtı. İktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Partisi Hükümeti, bütün işi gücü bırakıp, İttihatçı avına çıktı. Onlar, İttihatçı avıyla meşgul oladursun, İngilizler gelip Payitahta oturdular.
Ayasofya’nın minarelerinde çanlar çalınmaya başlandı. Yurdun dört tarafı işgal edildi. Türk milleti çaresizdi, sahipsizdi. Ordu ve donanma dağıtılmış, her türlü ulaşım ve haberleşme vasıtalarımıza düşmanlar tarafından el konulmuştu. Düşmanlar yüzyıllardır arzuladıkları hedeflerini gerçekleştirmek için; asıyor, kesiyor, yakıyor, yıkıyorlardı.
            Bu kapkara ortam içinde; yeni bir hareket, yeni bir ruh ortaya çıktı. Aslında bu ruh, Türk milletinin daima içinde yaşattığı ve böyle karanlık anlarında ortaya çıkardığı kutsal bir ruhtu; Kuvâ-yı Millîye Ruhu.  
            Bu kötü durumda tek kurtuluş yolu, bu ruhtu. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, bu ruhu taşıyan vatanseverler, bir araya gelmeye ve Kuvâ-yı Millîye Cemiyetleri ve Müfrezeleri kurarak işgalcilerle mücadeleye başladılar.
Daha evvel değişik kulvarlarda koşan, birbirini hor gören, hakir gören; İttihatçı, Padişahçı, Osmanlıcı, Türkçü, İslâmcı birçok Türk aydını, kumandan ve yöneticiler, Kuvâ-yı Millîye ruhu etrafında bir araya gelip, eski küskünlük ve kırgınlıkları unutarak ve bu ruha sahip yeni bir liderin etrafında toplanarak, büyük bir güç oluşturdular.
            Asırlardır bu topraklarda gözü olan düşmanlar, tam hedefe ulaştıklarını zannettikleri bir sırada, hiç beklemedikleri bu derlenip toparlanma ve direniş karşısında şaşkına döndüler.
            Türk milletinin asil bedeninde; Ergenekon ruhu, Fütuhat ruhu, Nizam-ı Âlem ruhu yeniden canlanmıştı. Gayrı O’nu hiç kimse tutamazdı ve tutamadı da. Sel gibi aktılar düşmanın üstüne; İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da.   
            Düşman neye uğradığını şaşırdı, geldiğine bin pişman oldu. Ardına bile bakmadan geldiği gibi çekip gitti. Ve…
Yeni ve büyük bir destan daha yazıldı Türk milletinin tarih hanesine altın harflerle.
            Kuva-yı Millîye Ruhu’ nu bir kez daha tanıdı dünya…
            Bu kutsal ruha, bugün de şiddetle ihtiyacımız vardır.
Geç olmadan… Gün batıdan doğmadan… bugün de bu ruhu dünya tanımalı…
İç ve dış düşmanların beklentileri boşa çıkarılmalıdır.
            Bu konuda, aydınlarımıza ve yöneticilerimize büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.

Bu yazı 475 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum