Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-30

03 Kasım 2018 - 17:57

Hacı Ethem Bey'in, beraberindeki Kuva-yı Millîyecilerle Düyûn-ı Umûmiyye Bürosunu basması, Gördes'te büyük yankı uyandırdı. Evlerde, dükkânlarda, kahvehanelerde, tarlada, bağda, bahçede her yerde bu baskın konuşuldu günlerce.
               İstanbul'da da konu aynı idi. Gördes Düyûn-ı Umûmiyye Bürosu memuru Lütfullah Bey'in olayı İstanbul Düyûn-ı Umûmiyye Merkezi'ne bildirmesi üzerine, Maliye Nezareti[1], Gördes Kuva-yı Millîye Cemiyeti'ni Harbiye Nezaretine[2] şikâyet etmişti.
               Baskın, Gördes Rüştiye Mektebi'nin de baş konusu olmuştu. Tarih muallimi Nevzat Bey, derste, öğrencilerin kendisine yönelttiği soruları cevaplıyordu:
               -Tanzimat Fermanı'nın ilân edildiği bir asır evveline kadar, Osmanlı Maliye Teşkilâtı derecesinde muntazam ve geniş bir maliyeye, dünyanın hiçbir devletinde rastlanmaz. Maliye kayıtlarının intizamı, başka hiçbir devlette görülmez. Birkaç asırlık herhangi bir hesap, birkaç dakikada bulunabilirdi. En girift ve ustaca yapılmış malî sahtekârlıkların bile meydana çıkarılması mümkündü. Hazinenin parasını çalmak, en büyük şerefsizlik addolunurdu. Osmanlı maliyesi, alacağına şahindi. Kim olursa olsun, maliyeden para kaçıramazdı. Osmanoğulları buna dâhildi. Sancak valisi olan şehzâdelerin harcamaları, maliyece kontrol edildikten sonra, hesaplar Divân-ı Hümâyun[3]'a arz edilirdi. Yani padişahın oğlu arzuladığı gibi para sarf edemezdi. Padişah kızları da öyle. Başdefterdâr'ın parafını taşıyan bir tezkireye bağlanmaksızın, hazineden bir akçe çıkarmak ve harcamak, vermek veya ödemek mümkün değildi.
               -Hocam, Kanuni'den sonra Devlet-i Âli'nin İnkıta[4] Devri'ne girdiğini ve eski şaşaalı günlerini kaybettiğini, bunda da askerî ve adlî nizamın bozulması kadar malî nizamın bozulmasının da tesiri olduğunu daha evvel öğrenmiştik. Şimdi ise; Tanzimat'a gelinceye kadar maliye teşkilâtının muntazam olduğunu söylediniz. Üç asır evvel bozulmaya başlayan maliye teşkilatı, nasıl oluyor da güç ve intizamını bunca sene muhafaza edebiliyor?
               -Aferin Ömer! Arkadaşınız, çok mantıklı bir tespitte bulundu. Devlet-i Âliye-i Osmanîye'nin, sadece şeriatla idare edilen bir devlet olduğu zannedilir.  Kanuni'nin emriyle Şeyhülislâm Ebu's Suûd Efendi, şer'i hukuk ile millî Türk hukukunu çok iyi bağdaştıran kanunname ve fetvalar neşretmiş ve bu esaslar, devleti uzun müddet ayakta tutmuştur. Bütün Türk devletlerinde olduğu gibi; Osmanlı Türk toplumunda da ' devlet' mefhumunun üzerinde hiç bir güç yoktur. Bildiğiniz gibi; Osmanlı maliyesinin en büyük gelir kaynağı topraktır. Devleti güçlü kılan; toprak idaresinde tatbik edilen Tımar- Zeamet sistemidir. Selçukîlerden alınan bu sistemi daha da geliştirerek güçlü bir eyalet sistemi meydana getirmiştir. Böylece devlet; 'Sipahi', 'Akıncı', 'Korsan' denilen en az üç sınıf askerine maaş ödemekten kurtulduğu gibi, birçok bölgenin asayişinin ve ziraatının mükemmel vaziyette kalmasını da temin etmiştir. Devletin maaş ödediği asker; sadece 'Kapıkulları' denilen ocaklardı ve en mühimi de 'Yeniçeriler' idi. Büyük fetihlerimiz tamamen 'Tımarlı Sipahisi' nin eseridir. Ancak, Kanuni'den sonra Tımar sistemi bozulmaya başladı. Gittikçe dirlikli asker azaldı, maaşlılar çoğaldı. Maalesef bu fevkalâde toprak nizamı, Tanzimat'tan sonra devletin aczinden, merkezi otoritenin zayıflamasından ve devamlı harplerden dolayı değişti, büyük topraklar, 'mütegallibe' denilen ağaların eline geçti. Devlet-i Âli'nin en mühim gelirlerinden biri de; vergi gelirleridir. Bu vergilerden biri  'Cizye' yani gayrimüslimlerden alınan 'kelle vergisi' dir. Fakir, sakat, kadın, çocuk ve din adamları hariç bütün Hristiyanlar ve Musevîler, servetlerine göre senelik bir şahsî vergi öder biliyorsunuz. Devlet-i Âli Osman, gelirlerinin azalmaması ve ordusunu ayakta tutabilmek için ihtidâyı yani kitle halinde İslâmlaşmayı aslâ teşvik etmemiş, bilâkis mâni olmuştur. Çünkü bu olursa büyük bir vergi açığı ortaya çıkacak ve malî nizamı bozulacaktı. Bunun için Anadolu Rumları ve Ermenileri arasında kitlevî ihtidâlar olmamasına bilhassa çok dikkat etmiştir.
               -Hocam, demek ki; devletimizin gelirleri, Tanzimat'a kadar bir hayli iyi vaziyetteymiş'
               -Öyle diyebiliriz Hasan. Kanuni Devri, Devlet-i Âli'nin her hususta en ihtişamlı olduğu senelerdir. Gelirleri devamlı surette artmış ve torunu Üçüncü Murat zamanında zirveye çıkmış ancak bu devir, bozulmaların da başladığı devir olduğu için malî gelirleri de düşüşe geçmiş ve günümüze kadar her sene muntazam bir şekilde azalmıştır. Tabi, bunun birçok sebepleri vardır; fetihler ve büyüme durmuş, küçülme ve kayıplar başlamış, maliye ve vergi tahsil usulü bozulmuş ve bu düşüş kaçınılmaz olmuştur. Dördüncü Murat Han'ın son yıllarında, hazine vaziyetinin pek parlak olduğu, lâkin onun vefatıyla beraber tekrar sarsılmaya başladığını görüyoruz. Ancak Köprülü ailesinden; Fazıl Ahmet ve Merzifonlu Mustafa Paşaların sadâretlerinde, Kanunî Devri gelirlerine oldukça yaklaşılmıştır. Gelirler her sene muntazam bir şekilde artmış fakat İkinci Viyana bozgunundan sonra bir daha yükselmemek üzere düşüşe geçmiştir. Buna rağmen üç yüz sene evveline kadar Devlet-i Âli Osman'ın gelirleri, Avrupa devletlerinin hayâl edemeyeceği azametini muhafaza etmiştir. Ancak Tanzimat'tan hemen evvel birkaç Avrupa devletinin geliri, Türkiye'yi geçmeye başlamıştır.
               -Kanunî Devri'ne kadar gelirlerin çok yüksek olmasının sebebi nedir hocam?
               -Kanunî Devri'nde, devlet merkezinde, kırk bin maaşlı memur vardı. Bu sayı sonraları yüz elli bini buldu. İstanbul asker ve memur şehri oldu. Devlet-i Âli'nin Terakki[5] Devri'nde; devlet, vatandaşı okutmak, fakirlere yardım etmek, vatandaşa yol, köprü vs. yapmakla mükellef değildi. Devlet bütçesinden bu sektörlere tek akça ayrılamazdı. Devlet, yol, köprü yaptırırdı ama tamamen millî müdafaa maksadıyla; ordu hızla yürüyebilsin diye. Devlet, vatandaşın hakkını aramakla mükellefti. Bunun için mahkemeler açmak vazifesiydi. Fakat vatandaşın ibadetini temin etmekle aslâ mükellef değildi. Devlet bütçesinden tek cami yapılmış değildir. Devlet; vatandaşının canını, şerefini, hakkını ve malını muhafaza ve müdafaa etmekle mükellefti. Bunun için vatandaştan vergi alırdı. Asayişi temin etmek, devletin, millî müdafaadan sonra gelen en mühim vazifesiydi.
-Peki, Hocam. Bunca bayındırlık ve hayır eseri, dinî ve içtimaî[6] müesseseler, mektepler, medreseler, kütüphaneler, imaretler nasıl ortaya çıktı?
               -Hiç biri devlet tarafından yapılmadı Cevdet. İstisnasız hepsi şahısların hayır eseridir. Devletin yaptırdığı bir cami veya medrese adı bilen varsa söylesin!
               -'!...?..
               -Binaenaleyh; devlet bütçesi haricinde muazzam bir vakıflar bütçesi doğdu.
               -Hocam, Tanzimat'tan sonra ne oldu ki; Düyûn-ı Umûmiyye' ye mahkûm oldu Devlet-i Âlimiz....?
               O sırada teneffüs zili çaldı. Nevzat Bey:
              -Yazın, dedi,bunu da size vazife olarak veriyorum; 'Tanzimat'tan sonra Osmanlı Maliyesini Düyûn-ı Umûmiyye' ye götüren sebepler nelerdir?' Bir daha ki dersimize kadar araştırıp gelin, mevzûya devam edelim, dedi çantasını toplayıp sınıftan çıktı.
               Başmuallim Ali Naki Bey de, Öğretmenler Odası'ndaydı. Nevzat Bey selâm verip oturdu. Hademe Osman Efendi yeni demlediği ıhlamurları dağıtıyordu. Osman Efendi çıktıktan sonra Ali Naki Bey Nevzat Bey'e takıldı:
               -Ne o Nevzat Bey! Talebeler seni biraz fazla yordular galiba, bitkin görünüyorsun?
               -Doğru Hocam, mevzû Düyûn-ı Umûmiyye olunca yorulmamak mümkün mü?
               -Kırk sene sonra tekrar gündemimize oturdu. Çarşıda, pazarda hemen her yerde Düyûn-ı Umûmiyye konuşuluyor.
               -Evet, Ali Naki Bey Hocam. Talebeler de çok alâkalı, beni suale boğdular. Ta başlangıca; Devlet-i Âli'nin ilk senelerine kadar gitmek mecburiyetinde kaldım.
               -Haricî istikrazlar[7] bize Tanzimat'ın hediyesi. O zamana kadar hariçten tek kuruş borç almayan Devlet-i Âli Osman, bu tarihten başlayarak sık sık haricî istikraz yoluna gitmiş. Ayrıca dâhilî istikrazlar da yapmış.
               -Evet, Hocam. Abdülmecit Han ile başlayan haricî istikrazlar, yakın zamana kadar devam etmiş.
Nevzat Bey çantasını açtı, kalınca bir kitap çıkararak masanın üzerine koydu, elindeki kâğıtları da masanın üzerine sererek kitabı açıp okumaya başladı:
-İlk istikrazlar; Abdülmecit Han'ın son yedi yılında yapılmış, dört defa borçlanmaya gidilmiş ve cem'an 16.547.700 altın borç alınmış. Önce İngiltere'den; yüzde altı faizle 3 milyon Sterlin, iki sene sonra yine İngiltere'den yüzde dört faizle 5 milyon altın, bundan üç sene sonra yine İngiltere'den yüzde altı faizle 5 milyon altın daha alınmış. İki sene sonra da Fransa'dan yüzde altı faizle 3 milyon altın borç alınmış. Sonra Abdülaziz Han'ın istikraz devri başladı; on beş senede devlet pek ağır borçlara girdi, tam yedi istikraz yapılmış; evvelâ İngiltere'den yüzde altı faizle 4 milyon altın, bir sene sonra Fransa'dan yüzde altı faizle 150 milyon Frank borç alınmış. Bir sene sonra tekrar Fransa'dan yine yüzde altı faizle 50 milyon Frank ve ertesi yıl yine Fransa'dan yüzde altı faizle 150 milyon Frank daha derken tarihimize en büyük istikraz olarak geçen borçlanma da dört sene geçtikten sonra yapılmış; yine yüzde altı faizle ve yine Fransa'dan 560 milyon Frank. Bu kadarla da kalmamış iki sene sonra İngiltere'den yüzde altı faizle 5.700.000 Victoria altını borç alınmış. İki sene sonra tekrar İngiltere'nin kapıları çalınmış ve yine yüzde altı faizle 27.777.780 Victoria altını daha borç alınmış ki bu en büyük borçlanmadır.
          Öğretmenler Odası'nda çıt çıkmıyordu, bütün öğretmenler dikkat kesilmiş Nevzat Bey'i dinliyorlardı. Nevzat Bey devam etti:
-Bir de, sizin de buyurduğunuz gibi dahilî istikrazlar var. Rumeli Demiryolları için her biri 20 altın değerinde 2 milyona yakın devlet tahvili çıkarılmış. Sultan Mecit ve Sultan Aziz devirlerinde Türkiye, Büyük devletler içinde haricî borçlanmada birinci sıraya yükseldi. Beşinci Murat'ın üç aylık saltanatında borçlanma olmadı. Ancak, Sultan İkinci Abdülhamit Han'ın tahta geçmesiyle birlikte borçlanmalar devam etti. Ama evvelki borçlanmalar kadar olmadı. Borçların ödenmesi için de gayret gösterildi. Lâkin 93 Harbi'nden sonra bir de Rusya'ya korkunç bir harp tazminatı ödemek mecburiyetinde kalındı.
Matematik Muallimi Ahmet Bey:
-Bunca borçlanmanın sebebi nedir Nevzat Bey kardeşim, nedir bu kadar borçlanma hevesi?
Nevzat Bey gülümsedi:
-'Sual eden, sual edilenden daha bilgilidir.' Demiş Peygamber Efendimiz Ahmet Hocam. Sebebi malûm; evvela devamlı yenilen ordunun ve donanmanın ıslahı, sonra yeni mektepler, yollar, köprüler, saraylar ve bu sarayların döşemeleri'
-Sultan Abdülhamit devrinde yapılan istikrazları atlamayalım Nevzat Bey, dedi Edebiyat Muallimi Şevket Bey.
-Sultan İkinci Abdülhamit Han'ın otuz üç senelik saltanatında yapılan haricî istikrazlar ise şunlar: 93 Harbi'nin yıkıntıları içinde İngiltere'den yüzde beş faizle alınan 5 milyon İngiliz altını, daha sonra yüzde dört faizle Fransa'dan alınan 5 milyon altın, üç sene sonra yine Fransa'dan yüzde dört faizle alınan 1 milyon altın, son istikraz ise; saltanatının sonlarına doğru Almanya'dan Ankara- Bağdat Demiryolu'nun bir kısım masrafları için alınan 2 milyon 376 bin altın. Sultan Abdülhamit'in, babası Abdülmecit ve amcası Abdülaziz'e nazaran daha ihtiyatlı ve az borçlandığı görülüyor. Bu devirde başka istikrazlar da varsa da; bunlar dahilî borçlanmalardır. Sultan Aziz çok borçlu bir devlet bıraktı, fakat akıllı tedbirlerle bu vaziyeti düzeltmek mümkündü. Ancak, 93 Felâketi, devleti iflasın eşiğine getirdi. Devlet en verimli eyaletlerini kaybetti ve vergisi azaldı, Rusya'ya da çok ağır harp tazminatı ödemeye mecbur oldu.
-Ve bunun neticesinde de; 'Muharrem Kararnâmesi' geldi değil mi?
-Evet, Hasan Âdil Hocam. 28 Muharrem 1299 tarihli olduğu için, ' Muharrem Kararnâmesi' adıyla tarihe geçen hükûmet kararına göre; tevhid-i düyûn yapılarak bütün haricî borçlar birleştiriliyordu. Devletin altı madde üzerindeki geliri, dış borçlar ödeninceye kadar, Türkiye Maliye Nezâreti tarafından değil, ancak Düyûn-ı Umûmiyye tarafından tahsil edilecekti. Bu, ikinci ve kontrolü devlette olmayan bir maliye nezareti daha ihdâs etmek gibi bir şeye benziyordu.
-Başka çare kalmış mıydı?
- Hüseyin Cahit Hocam, tabi ki başka çare kalmamıştı. Düyûn-ı Umûmiyye'nin Meclis-i idaresi yedi azadan müteşekkildi; iki Türk, bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman, bir Avusturyalı ve bir İtalyan. Başkanlığı; bir sene İngiliz aza, bir sene Fransız aza yapacak, Türklerden ve diğer milletlerden başkan seçilemeyecekti. Zira dış borçların tamamına yakını İngiltere ve Fransa'nın alacağı idi.
-İkinci Meşrutiyet'te tekrar borçlanmaya gidildi değil mi?
-Evet, bu devirde de 45 milyon altın dış borç alındı. Sultan Abdülaziz devrinden intikal eden borçlara ilave olarak 93 Harbi felâketinde Rusya'ya ödemeyi taahhüt ettiğimiz tazminat, Türkiye'yi dünyanın en borçlu devletlerinden biri haline getirdi. Devletin bu vaziyetinden istifadeyle Avrupa'nın büyük devletleri, Mısır ve Tunus gibi dışarıya çok borçlu muhtar eyaletlerimize el attılar ve işgal ettiler. Sultan Aziz'in Mısır'a Avrupa'dan borçlanma müsaadesi vermesinden itibaren birkaç sene zarfında bu eyaletin borçları da 20 milyon altına yaklaşmıştı. Tunus eyaletinin dış borçları ise 6 milyon altını aşmıştı. Düyûn-ı Umûmiyye, Devlet-i Âli Osman'ın en parlak gelirlerine el koymuştu.
               O sırada ders zili çaldı. Ali Naki Bey:
               -Talebelerden sonra bir de biz yorduk. Dinlenmeden derse gireceksin Nevzat Bey, Allah yardımcın olsun, diyerek ayağa kalktı. Nevzat Bey, masanın üzerine serdiği kitap ve kâğıtlarını toplarken gülümsedi:
               -Sağ olun Hocam. Geçmişin tahlili, bir milletin güzel ve bereketli bir geleceğinin müjdelerini fısıldar, o günler yakındır inşallah!                                                                    ***                                                                                       (DEVAM EDECEK)
 
[1] Bakanlık.
[2] Genel Kurmay Başkanlığı.
[3] İmparatorluk hükûmeti.
[4] Duraklama.
[5] Yükselme.
[6] Sosyal, Toplumsal.
[7] Dış borçlar.
*Osmanlı Maliyesi ve borçlarla ilgili rakamlar Yılmaz Öztuna'nın Büyük Türkiye Tarihi adlı eserinden alınmıştır. (Cilt:9, Sh.112-120)

Bu yazı 888 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum