Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

İkiz-Bıçak!

25 Kasım 2016 - 19:26

60'lı yılların ortalarıydı. Ailecek tarladayız. Her Gördesli aile gibi tütün yapıyoruz. Babam gece boyunca tütün kırar, sabahleyin şehre dükkâna giderdi. Annem üç çocukla, bütün işlerin üstesinden gelirdi. Gece tütün tarlasında sabahlar, gündüz çocuklara bakardı.
            Benim ikiz kız kardeşlerim vardı. Tarlada onların nezareti bana aitti. Çocukluğumuzun en mesut günleriydi. Bütün zorlukları sevgiyle, çalışmayla kolay hale getirdiğimiz istisna demlerdi.
            Elektrik yoktu tarlalarda. Lüküs vardı. Devrin en mükemmel aydınlatıcısıydı. Annemin babama her gün siparişi, ‘aman lüküs gömleğini unutma'  olurdu.
            Yaz akşamlarının gönülleri okşayan ince serinliği, bize keyif verirdi. Bir akşam vaktiydi. Çocukluk ruhumla ancak hatırlayabiliyorum. Komşular geldi bize. Tarla damına gelen yılanı anlatmaya başladılar. Laflar gittikçe büyüdü yılan üzerine.
            Ayşe köşesinde büzülmüş, sanki bu yılan muhabbetini dinlemek istemiyor gibiydi. Neşe ile ele ele tutuşmuşlar, 3–4 yaşın masum duyguları içinde anlatılanlara bir anlam verememişlerdi.
            Misafirler gittikten sonra, gece yarısına doğru hepimizin yüreğini ağzına getiren bir çığırışla irkildik. Ayşe ‘korkuyorum' diye bağırıyor, yeri göğü inletiyordu. Annem ne yapacağını bilemiyor, babam sağa sola savruluyordu. Kardeşim ağlıyor diye ben kahroluyorum, Neşe ikizi Ayşe için feryat ediyordu.
            Haykırışları duyan komşularımız dama geliyordu. Ancak hiç kimse bir şey yapamıyordu.
            O yıllar araç yok. Yol yok. Sadece çay boyundan geçen patika bir yol var şehre çıkan. Kimse ne yapacağını bilemez halde koşuşturuyor. Ayşe'nin feryadında en ufak bir azalma olmuyor.
            Çocukluk ruhumla çaresizliğin ne demek olduğuna, o akşam tanık oldum. Annemin bir ara ellerini açarak, şöyle yalvardığını gördüm: 'Allah'ım bizi çaresiz bırakma, bize yardım et!!'
            Ayşe ve Neşe benim ikiz kardeşlerimdi. Ağlıyor ve feryat ediyorlardı. Ben onların abisiydim ve bir şey yapamıyordum.
            Bizimkisi bir İkiz-Bıçak hikâyesiydi. Şimdi bu hikâyenin sabahına dönüyorum.
            Olay akşamının sabahında bir otomobil, erken saatlerde Gördes'e girdi. Gördes'in köklü ailelerindendi. Yurducan ve Hasan Büke'nin kardeşiydi. Bu şehrin yetiştirdiği önemli insanlardan bir tanesiydi.
            Ahmet Büke Albay'dı. İznini kullanmak üzere gece İstanbul'dan yola çıkmış, sabah saatlerinde Gördes'e inmişti. Aile efradıyla ve kardeşleriyle hasretlik giderdikten sonra çarşıya çıkmış, çocukluk arkadaşlarıyla bir araya gelmişti.
            Av tutkunu idi Albay Ahmet Büke. Arkadaşları ile hemen bir program hazırladılar. Akşam saatlerinde çıkacaklardı. Fakat bir problem vardı. Avlanacak silahı yoktu. Kara Mehmet ( Çetinkaya) söze girdi. Zehir Ali'nin çiftesini isteriz. Aksekili Hüseyin Efendiden kalma çiftesi çok yamandır.
            Gece vakti Albay ve çocukluk arkadaşları Cipci Özcanla beraber yola çıktı. Önce Zehir Ali'nin tarlasına uğrayıp silahı alacaklar, sonra dağlara gideceklerdi.
            Aynı saatlerde biz tarlada Ayşe'nin korkuyorum çığırışları karşısında çaresizlik içinde kıvranıyoruz. Annem ağlıyor, Ayşe'yi bağrına basıyor fakat bir çare olmuyordu. Bir saat geçmiş, yaşadığımız bunalıma bir çıkış bulamamıştık.
            Komşularımızdan birisi, eşekle Gördes'e gidip yardım getireyim diyor; bir diğeri filanca hocayı çağıralım, ben alır gelirim diyordu.
            Gecenin karanlığı çığırışlarla ziftleşiyor, Ayşe nefes alamaz duruma geliyordu.
            Sonra, evet sonra bir haykırış adeta karanlığı ve çaresizliğimizi yırtıp attı. Komşularımızdan birisi, ‘araba geliyor' diye bağırdı.
            Çay boyundaki patika yola baktık hep birden. Bir araba geliyor dama doğru. Farları bir ümit ışığı gibi yüreğimize düşüyor. Yaklaşıyor ve yaklaşıyor araba. Evet bu bir cip. Annem ağlayarak bağırıyor, ‘onu bize Allah gönderiyor..'
            Cipten önce Ahmet Büke iniyor. Sonra Kara Mehmet ve diğerleri. Kara Mehmet bizim aile dostumuz. Manzarayı görünce çırpınmaya başlıyor. Annem bağırıyor; 'Mehmet abi, Ayşe'yi kaybediyoruz yetişin..' Albay Ahmet Büke ve arkadaşları, durumu anında fark ediyor.
            Cip yönünü hemen değiştiriyor. Hep birlikte biniyoruz. Ayşe'nin çığırışlarında hiçbir eksilme yok. Cipci Özcan soruyor babama: ‘Ali abi nereye gidiyoruz?'
            Babam hep aynı cevabı birkaç kez tekrarlıyor: "Bayat köyüne, İğdeli Hafıza gidiyoruz..'
            Cip, korna sesiyle uyandırıyor köyü. İğdeli Hafız şefkatle karşılıyor bizi. Ama Ayşe hala ağlıyor ve çığırıyor.
            Orada ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir İğdeli Hafıza bakıyorum, bir Ayşe'ye. Okuyor, okuyor ve okudukça Ayşe'nin ağlayışı ve hıçkırıkları sönüyor. Sanki yangına su sıkar gibi. Alevler pörsüyor, hararet düşüyor.
            O gecenin Bayat köyü dönüşünü şöyle hatırlıyorum. Ayşe annemin kucağında başını yaslamış uyuyordu. Bir felaket gecesinden, bir karabasandan kurtulmanın buruk sevinci vardı yüreğimizde..
            Bu olaydan sonra, ikizlerimi asla yalnız bırakmadım. Aynı odada aynı yatağa yattık. Birisi sağımda, birisi solumda beraber uyuduk. Her gece yatağa yatarken bıçağımı yastığın altına koyar, uykuya geçmezden önce Ayşe'ye şöyle derdim: ‘Bak kardeşim bıçak burada, sana kimse bir şey yapamaz, seni kimse korkutamaz.'

            Ayşe ve Neşe; abi kuvveti ve bıçak gücüyle bana sarılır, öylece uykuya dalardık.
            Uzun zaman böyle devam ettik. İkiz bıçaklı gecelerde tüm korkuları yendik.
            Sonra yıllar hızla akıp geçti. Ayşe - Neşe ve ben korkmadan yaşadık. Bu duygu bizim kişiliğimizi ve hayata bakışımızı şekillendirdi. Bize renk verdi ve kıymet biçti.
            Ve hala annemin sesi kulaklarımda: ‘Ahmet kardeşlerine bak!'
            Ve her defasında garip bir insiyakla bıçağımı ararım.
            Sevgiyle, cesaretle korkuların nasıl yenileceğini gösterdik böylece..
            Çünkü bu, bizim ikiz-bıçak hikâyemizdir'

Bu yazı 1737 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum