Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Allah Baş Bozgunculuğu Vermesin

29 Temmuz 2016 - 14:44

Ülkenin şiddet ve terörle sarsıldığı yıllardı. Gençlik ruhumuzun, vatan millet sevdasıyla kaygılandığı bir devrin bütün olumsuzluklarını yaşıyorduk. Bir gün manifatura dükkânımıza, tanıdık bir müşterimiz geldi.
            Rahmetli babamı çok seven, babamın da kendisine büyük saygı duyduğu bu adam, Kayacık kasabasından Süleyman Arpaz idi. Kısaca, ona herkes Arpaz Dayı derdi.
            Konu döndü dolaştı,  ülkenin durumuna geldi. Sohbete ben de eşlik ettim gençlik heyecanımla. Muhabbetin sonunda Arpaz Dayı, şöyle bir laf etti. Bir dua gibiydi,  tarihi bir gerçeklik gibiydi adeta:
            'Allah Baş Bozgunculuğu Vermesin'
            Evet, her şeyin başı baştadır. Başı sağlam olan bir vücut, sair organların arızalarını tamir edebilir. Toplum ve cemiyet hayatı da böyledir. Başınız sağlam olursa, fazla kaygıya gerek yoktur.
            15 Temmuz'da yaşadığımız felaket, ülke olarak bir gerçeği ortaya çıkardı. Devlet içinde devlet olmaya çalışanların, akıl almaz girişimlerini ibretle izledik. Devleti yönetenlerin, bunca yıl meselenin ciddiyetinden uzak kalışına hayret ettik.
            Ve devlet, 15 Temmuzda muazzam bir sarsıntı geçirdi. Ordu, yargı, eğitim, emniyet ve diğerleri dehşetli yara aldı. Şimdi onları yeniden şekillendirmek, yerli yerine oturtmak zorundayız. Ancak sarsıntının şiddeti büyük, pek kolay olmayacak gibi gözüküyor.
            Baş bozgunculuğunun ne demek olduğunu en iyi bilen Türk, Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bir imparatorluk tarihe gömülürken, bütün kritik noktalarda mücadele etmiş bir liderdi o.
            Vatan toprakları bin bir türlü kalleşliklerle ve akılsızlıklarla elden giderken cephedeydi. Emperyalistlerin, hasta adam Osmanlı'ya nasıl üşüştüklerine şahit olmuştu. İngiliz, Fransız oyunlarına, Arap kalleşliklerine karşı savaşmıştı.
            Geleneğini kaybetmiş ordunun, darbe girişimleri karşısında kahrolmuştu. 1909 olayları sonrasında genç bir subayken, 'ordu kışlasına dönmeli ve siyasete karışmamalı' demişti.
            Devleti yönetenlerin tarikatlarla nasıl içli dışlı olduğunu yaşamış, devlet mekanizmasının nasıl dumura uğradığını fark etmişti. Bab-ı fetva'nın nasıl ümmi koğuşuna döndüğünü hayretle izlemişti.
             Bozulan devlet sistemiyle beraber, iktisadi yapının çöküşü onu kahretmişti.
            Kısacası Mustafa Kemal; çöken bir imparatorluk bakiyesinden yeni bir vatan ve yeni bir devlet kurmak için yollara düştüğünde, paha biçilmez tecrübelerin sahibi olmuştu. Samsuna çıkmadan önce, arkadaşlarına Namık Kemal'in Vatan Kasidesinden bir beyit okudu:
            Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini
            Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara maderini.
            Bu beyti okuduktan sonra şöyle dedi: 'Arkadaşlar şimdi bu beyti şu şekilde değiştiriyorum:
            Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini
            Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara maderini
            O paha biçilmez tecrübelerle ve paha biçilmez inançla vatan kurtarıldı ve Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu.
            'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' derken boşuna söylemedi.
            'Türkiye Cumhuriyeti devleti şeyhler, müritler ülkesi olamaz' derken boşuna söylemedi.
            Tekke ve zaviyeleri boşuna kapatmadı.
            Kur'an tefsiri için Hamdi Yazır'a boşuna talimat vermedi.
            Vicdanı hür, aklı hür nesiller özlemini boşuna söylemedi.
            Milletinin istikametini medeniyet gerçeğine boşuna çevirmedi.
            Kısacası acılarla, dramlarla, kahırlarla elde edilen devasa tecrübeleri, genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş şifreleri yaptı. Bu millet bir daha o günlere dönmesin, bir daha öyle baş bozgunculukları yaşamasın istedi.
            Siz buna Cumhuriyetin fabrika ayarları da diyebilirsiniz.
            Baş bozgunculuğu felaketlerinden kazanılmış devasa tecrübelerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, istikbalde bir daha baş bozgunculuğuna uğramasın diye ihtar etti, yol gösterdi.
            Fakat arıza genlerimizdeydi. Kaç asırlık illetleri, bir türlü söküp atamadık içimizden. Ayak bastığımız toprakların, kurulan devletin kadrini ve kıymetini bir türlü idrak edemedik. Arızalar hemen nüksetmeye başladı.
            50'li yıllarda Ticaniler çıktı ortaya. Onun heykellerini devirmeye başladı. Tarikatlar, cemaatler, Dergi kadroları, Dernekler, politikacılar vesair hummalı bir çalışma başlattı. Hepsinin ortak bir paydası vardı.
            Mustafa Kemal'in girdiği deniz kirlenmiştir diye fetva vererek, müritlerine o denizi yasaklayan softalar çıktı. Kâfir düzen yıkılmalı diye hatırı sayılır taraftar toplandı. Yalnız Ticani hareketi mi?
            Müslüm Gündüz olayını hatırlayalım. Almanya'da Anadolu İslam Devletini ilan eden Cemalettin Kaplan hareketini unutmayalım.
            Daha başka unutmamamız gerekenler var. Bugün bu ülkede, cennetten ev satan tarikatlar var. Yedi sülalenizin ve kıyamete kadar gelecek çocuklarınızın cennetini garanti eden şeyhler var. Masum Anadolu insanının duygularını istismar edip, parasına el koyan büyük zatlar var.
            'Mustafa Kemal bu Cumhuriyeti içki masalarında kurmuştu.' 'Hâkimiyet milletindir sözü Kur'an'a aykırıydı.'
            Böyle söyleye söyleye devam ettiler. Cumhuriyetin bütün imkânlarından faydalanarak, cumhuriyete buğz etmeyi sürdürdüler. Hep bir gün gerçekleştirecekleri, Müslüman iktidarına kilitlendiler.
            15 Temmuzda ne oldu diye hala şaşkınlık içindeyiz. Bence şu oldu:
            Baş bozgunculuğunun acı tecrübelerinden dersler çıkarılarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sanki bir asır geriye gitti. Asıl hayret etmemiz gereken gerçek budur.
            Bugün Ordusu paspas olmuş, yargısı paramparça, eğitimi darmadağın, kurumları ahengini kaybetmiş bir devlet var artık.
            Elbette ümitsiz değiliz. Elbette hainler yaptıklarının karşılığını adalet önünde görecekler. Elbette devlet yetkilileri gerekenleri yapacak.
            Ancak işimiz kolay değil. Kaç yıl biriktirdiğimiz akılsızlık, izansızlık, kayıtsızlık, popülizm bizi 15 Temmuz'a getirdi.
            Şimdi devleti yeniden inşa ve yapılandırma için; çok acele etmeden fakat çok düşünerek, yaşanan acı tecrübeyi tarihin ışığında değerlendirerek hareket etme zorunluluğu var.
            Hem yaşanılan tecrübe ve hem akıl bir tek çare söylüyor. Cumhuriyetin kuruluş şifrelerine yeniden dönün diyor. Yani Cumhuriyetin fabrika ayarlarına..
            Ülke genelinde ezanlar, salalar okunuyor. Anlarım bunu. Demokrasi nöbetlerinde Kur'an okunuyor, dualar ediliyor. Hepsini anlıyorum. Diyanet üstün gayret gösteriyor. Ancak tamamı yetersiz bence.
            Şöyle teklif ediyorum. Bu millet hep bir ağızdan bir tek ve kısaca şu duayı etmeli:
            'Allah'ım bize baş bozgunculuğu gösterme!'

Bu yazı 2234 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum