Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Çaylaklığa Övgü

13 Eylül 2019 - 16:58

Bir hocamın sözleri hiç aklımdan çıkmaz. 'Bizler bu dinin profesyonelleri gibi davranıyoruz. Böyle olunca da amatörlüğün verdiği ruh ve heyecanı yitiriyoruz.' Hocamız bu sözünü din bağlamında söylemişti ama biz bu cümleyi her işe tatbik edebiliriz. Yeni yeni yürümeye başlayan bir çocuğun heyecanı, bizi de heyecanlandırmaz mı? Ya bisiklet sürmesini yeni öğrenen birinin temkini, yeni bir işe başlayan bir insanın titizliği, taze evlilerin birbirini sakınmaları, okulun ilk günü, öğretmenin ilk dersi, uçağa ilk biniş, ilk görüş, ilk ayrılık, ilk gözyaşı, ilk tebessüm'
Bu heyecanları; kalbimizi titreten, üstüne titrediğimiz, anlatılmaz yaşanır dediğimiz o ter-ü taze anları çok yaşadık. Ama her şey ne de çabuk eskiyor, tazeliğini ne de çabuk yitiriyor. Hemen her şeye ne de çabuk alışıyoruz. Ve her şey ne de çabuk sıradanlaşıyor. Sıradanlaşan her şey büyüsünü, ruhunu, mucizesini yitiriyor ve hantallaşıyor.
Bir romanda okumuştum. Romanın kahramanlarından biri diğerine soruyor, şunlar ne yapıyor, diye.
 –Mezar kazıyorlar.
–Mezar kazmak acıklı bir şey değil mi?
– Evet öyle.
–Ama mezar kazarken türkü söylüyorlar.
– Çünkü onlar alışmış.
Bunları söylerken tecrübeyi, bir işte ustalaşmayı yadsımıyorum elbette. Yadsıdığım şey hemen her şeyden çabucak sıkılmamız, alışmamız, tatmin olmamamız, dokunduğumuz, elde ettiğimiz her şeyi değersizmiş gibi addetmemiz. 'Şimdi ve burada' denilen mucizenin farkına varmamamız, vardıysak da bununla tatmin olmamamız. Yadsıdığım şey amatör ruhu kaybetmektir, çaylaklığı kaybetmektir.
Ömer Seyfettin, İlk Namaz isminde bir öykü anlatır. İlk sabah namazına kalktığında yaşadığı heyecanı, huşuyu, haşyeti anlatır. Fakat yıllar sonra ilk namaz artık çok uzak bir hatıra olmuştur. Hasretle, inkisar-ı hayalle hatırlanan bir anı.
İlk Namaz'ı şöyle bitirir Ömer Seyfettin:
'Ah, on beş sene evvelki çocukluğum ve şimdiki ben. Tatsız, neşesiz, sevgisiz, aşksız, heyecansız, her şeysiz, boş bir hiçten daha boş geçen yorucu ve soğuk bir hayat. Şimdi iğrenç emellerle, hırslarla, gerçekte hiçbir değeri olmayan erişilmez arzularla, kısacası bütün bunların hepsinin verdiği şaşkınlık ve sebepsiz, tahammülsüz kararsızlıkların yaraladığı ruhum; yaralı kalbim ve maneviyatım.  Şimdi daha bu gece görülmüş gibi, on beş saniye önce görülmüş ve ruhumu okşayan kıymetli bir rüya gibi verdiği mutluluk unutulamayan.  Zaten karmaşık ve kayıplarla dolu bir rüya olan gelip geçici ömrümde, içinde kâbus olmayan çocukluğum ve hatıralarım. Şimdi düşünüyorum ki hayatta bu çaresizliklerle dolu ve şefkatsiz geçmişimin yokluk içinde geçen günlerinden elimde kalan ne garip bir hiçlik. Ne kadar sona ermeye meyilli ve hayallerle dolu lakin boşa geçmiş yıllarımda ne kadar belirsizlik, ne kadar anlaşılmaz bir sürat var.'
Şimdilerde çokça aradığımız o eski bayramlar, eski dostlar, eski muhabbetler, eski mahalleler belki de eski oldukları için değil ilk oldukları için üzerimizdeki büyüsünü hala devam ettiriyorlar. İlk bayramlar, ilk dostluklar, ilk aşk, ilk okul, ilk sahur, ilk namaz.
Soru şu. İnsan bu amatör ruhunu nereye kadar muhafaza edebilir, ne kadar çaylak kalabilir. Hem ilk günkü heyecanını daima muhafaza etse heyecan komasına girmez mi, kalbi buna nasıl dayanabilir?
Sorunun daha büyüğü ise şudur. Ben böyle bir yazı yazdım diye çaylaklık neden güzel bir şey olsun ki. Alışmak, profesyonelleşmek neden kötü olsun. Mesela insan bir sevdiğinin vefatına alışmasa hayat çekilir mi? Ya da bir şeyi dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzuncu kez yapıyor olmak ve bunu neredeyse gözü kapalı yapıyor olmak neden kötü olsun.
Demem o ki her çaylağın yazdığı her şeye hemen inanacak kadar çaylak olmayın. Çünkü hepsi de çaylakça şeylerdir.

Bu yazı 1195 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum