Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Osmanlının Kuruluşu Hakkında(2)

01 Nisan 2023 - 15:31 - Güncelleme: 01 Nisan 2023 - 15:32

Geyikli Baba gibi daha nice babaların kuruluşta bahsi geçer. Bununla ilgili Ahmet Yaşar Ocak’ın dikkat çekici bir yorumuna rastladım.
Bu insanlar gönüllü olarak, fetihlere katılıyorlar. Niçin katılıyorlar? Bunun sebebini de 16. yüzyılda İbni Kemal Tevarih-i Âli Osman’da gayet iyi açıklıyor. Diyor ki orada, kısaca meâlen: “Bursa’nın fethinden sonra burada nimet çoğalınca, ne kadar abdal taifesi varsa hepsi hücum ettiler.” Demek ki birincisi bana göre bu insanlar önce geçim sağlamak için gazalara katılıyorlar. Osmanlı beyliğine geliyorlar, burada sultanlarla ilişki kuruyorlar ve yanlarındaki derviş gruplarıyla beraber yerine göre 50-60 kişilik yerine göre 150-200 kişilik veya daha fazla derviş gruplarıyla Bizans topraklarında birtakım fetihlere katılıyorlar. Bunun çok önemli örneklerinden biri Geyikli Baba’dır.[1]
Türkiye'deki modem Osmanlı tarih yazıcılığında Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda dervişlerin rolü fazla ileri çıkarılmıştır. Bana öyle geliyor ki bu, daha ziyade Köprülü’nün dolayısıyla Aşıkpaşazade’nin tesiriyledir.[2]
Yine Ahmet Yaşar hocanın yorumuna göre Vefailik heterodoks bir teşekküldür. Vefailiğin sünni olduğunu iddia etmek zor.[3]
Bunları neden zikrediyorum. Tarihin kırılma noktaları var. Oradan tutup yürüdüğümüz zaman neyle karşılaşacağımızı bir Allah bilir. Daha açık söyleyeyim tarih yoktur, tarihler vardır. Belki de şöyle demeliyim. Tarih yoktur tarihçiler vardır. Yalan söyleyen tarih yoktur, tarihin yorumları vardır. Belki de tarih, tarihin yorumundan ibarettir.
Fetihleri sadece gaza teorisiyle açıklamak tek başına Osmanlı’nın kuruluşu için yeterli değildir. Dolaysıyla Ahmet Yaşar Hocanın yorumu ve tabi ki İbni Kemal’in yorumu birçok hususu aydınlatıcı niteliktedir. Gaza kadar, ganimet, Bizans’ın içinde bulunduğu herc-ü merc,[4] yerli halkın durumu gibi farklı amiller göz önünde bulundurulmalıdır şüphesiz.
Tekrardan konumuza dönecek olursak, Geyikli Baba’nın kuşatma sırasında gösterdiği gayretin Orhan Gazi’nin de gözünden kaçmadığı kaynakların ifadelerinden anlaşılmaktadır. Geyikli Baba’dan bahseden belgede nakledilen rivayete göre, Geyikli Baba’nın bu başarısı Orhan Gazi’ye bildirilince, o da mükâfat olarak, “Baba meyhordur deyu iki yük araki ve iki yük şarap” göndermiştir. Padişahın bu jestine karşılık Geyikli Baba, “yanındaki Balım Sultan’a cevab virüb padişah bize iki yük yağ ve iki yük bal göndermişler deyü bir kazgan getirdüb ateş yakdırub kaynatdırur ve içine pirinç koyub ala zerde olub getiren adam nazarında ve hem anınile bu zerdeden padişaha gönderib ve hem ateşde yanan ateşden biraz kor bir panbuk içine koyub padişaha göndermiş”[5]
Hassaten ilk dönem Osmanlı tarihi için mebzul miktarda dervişandan ve dahî keramâtından bahsedilmektedir. Aynı zamanda bir veli için zikredilen bir keramet başka bir kitapta başka bir veli için zikredilebiliyor. Her iki veli de aynı kerameti göstermiş olamaz mı? Olabilir tabi. Fakat burda başka bir şey var. Keramet anlatısı. Anlatı o kadar yaygınlaşıyor ve ortam da o kadar müsait ki bir anda ortalık anlatı ormanına dönüşebiliyor. Mesela fi tarihinde Malatya’nın bir köyünde filanca zat için duyduğum bir kerameti yıllar sonra Gördes’te başka bir zat için aynı kerameti duydum. Acaba müritler, sizin hazret uçarsa bizimki haydi haydi uçar deyip şeyhlerini uçurmuş olabilirler mi?
Bu yazılarımda dipnot kullanıyor olmam yazıyı sıkıcı hale getiriyor olabilir. Doğrudur bir roman yazsaydım tarihî roman yazsaydım dipnota gerek duymayabilirdim. Dolayısıyla şunu söyleyeyim. Romanlardan, filmlerden, dizilerden tarih öğrenilmez. Sadece bir ilgi, alaka yaratabilir ve bir fikir verebilir.
Anlatı ormanında gezerken Geyikli Baba için anlatılan keramete bu defa Abdal Musa hakkında rastladım.
Şeyḫ Abdal Musa meczup idi, Orhan Gazi ile Burusa fethinde hazır ve nice kerameti zahir olup cümleden bir kızıl közi bir ḳurı atılmış pamuk içine sardı, Geyiklü Baba’ya gönderdi. Geyiklü Baba dâhi bir çanaḳ ile Abdal Musa’ya süd gönderdi. Abdal Musa taaccüb eyledügin [gören] kimesne “Süd âlemde çok, bunı göndermekden murād ne ola?” didükde eyitdi: “Baba bana galebe eyledi, bu süd geyik südidür. Teshir-i hayvan müşkildür, teshir-i hububattan.” didi.[6]  
Bunun gibi daha başka erenlere de meczup denilmiş. Bunun sebebi Kalenderilere meczup denilmesinden ileri gelmiş olabilir.[7]

[1] Ahmet Yaşar Ocak, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Dervişlerin Rolü” Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Efsaneler ve Gerçekler içinde. s. 71, Ankara 2000.
[2] Ahmet Yaşar Ocak, adı geçen makale, s. 69.
[3] Ahmet Yaşar Ocak, adı geçen makale, s. 76.
[4] Dördüncü Haçlı Seferi, sırasında İstanbul’a uğrayan Haçlılar, şehri yağmalayarak elli yıl sürecek bir “Lâtin İmparatorluğu” kurup buraya yerleşmişlerdi. (1204) Bizans da merkezini bilmecbûriye İznik’e nakletmişti. Mes’ud bir tesâdüfle, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları işte bu merkezin yeniden İstanbul’a nakliyle (1261) hudud boylarının binbir za’af ve gevşeklik içinde bulunduğu devreye rastlamıştır. Kadir Mısıroğlu, Osmanlı Tarihi, c. I. s. 76, İstanbul 2014.
[5] Mezkur bilgiyi Mustafa Kara’nın  Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, s. 119, Bursa 2012’dan aldım. Mustafa hoca ise şu kaynağı veriyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Ali Emiri Tasnifi, Nr.1. Ayrıca Sezai Sevim İlk Osmanlı Vakayinamelerinde Sultanlar ve Dervişler isimli makalesinde Ahmet Refik’in Türkiye Tarihi-1, İstanbul 1928 s. 349 dipnotunu veriyor. Sezai Sevim’in makalesi Uluslararası Bursa Tasavvuf Kültürü Sempozyumu 4, s. 314 Bursa 2005 kitabında yer alıyor. Hilmi Ziya Ülken,” Anadolu’nun Dîni Sosyal Tarihi, s. 86, Ankara 2003. Hilmi Ziya’nın dikkat çekici yorumları olduğunu söylemeliyim. Misalen şunu kaydedelim. “Nihayet dördüncü kademede vusule mazhar olan derviş bozuk bir cümle-i asabiye, parçalanmış bir irade, ve vasi bir ihtiras ile “ibzal” ederek vecd ve istiğrak haline gelir. İşte eski sihirbazın ve yeni nevropatinin teşekkülü. Geyikli Baba, birçok dervişler gibi, çocukluğundan beri asap buhranları göstermiş, istidadına binaen erenler tarafından muhipler meyanına ithal edilmiş bir derviştir.” Ülken, s. 87.
[6] İbrahim b. Ahmed el-Amasi, Tercümei Şakaik-i Nu’maniye, haz. Gökhan Alp, s.209. İstanbul 2021.
[7] Bkz. Mürsel Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, s. 79 ve devamı. Ankara 2001. Mezkûr kitabın Kalenderiler bölümü Hüseyin Zerrinkub’tan tercüme. Teberrüken birkaç cümlesini aktaralım. “Kalender” kelimesinin kökeni de pek açık değildir. Acaba kelimenin aslı rint, miskin (geda) ve derviş gibi bir toplum tabakasını mı ifade etmektedir? Anlaşıldığı kadarıyla bu terk hadisesinde bir bakıma eski Yunan’daki Kelbi filozofları andıran aşırı bir kayıtsızlık da bulunmaktaydı . Belki de bu yüzden onlara zaman zaman, ada sana kayıtsız olan kimse anlamında “rint” (bi ar = arsız) de denilmekteydi. Cami, Nefehat’ın mukaddimesinde Kalenderleri Melametiyenin hak üzere olanlarına benzetirken, onların batıl üzere olanlarıysa zındıklardır (zenadıka). Bu arada ilginç bir anekdota rastladım aynı kitapta. Eflaki’den naklediyor. Mevlana, hiç sakalları olmadığı için Kalenderleri kıskandığını söylemiş ve bu hususa dair bir hadis rivayet ederek, çok sakalın sufiler için iyi olduğunu, “fakat sufi sakalını Tanrı’ya gösterinceye kadar arif Tanrı’ya ulaşır”, diye buyurmuştur.

Bu yazı 423 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum