Av.Cenap GÜVEN

Av.Cenap GÜVEN

cenapguven41@gmail.com

Mutaf Dede ve Rufailik

14 Ağustos 2015 - 14:46

Süleyman Sami İlker'in 'Mutaf Dede'nin Oğlu Ahmet Hamdi Dokumacı da Dünya Defterini Kapattı' yazılarını büyük ilgiyle okudum. Bu yazılar beni Eski Gördes'e, çocukluğuma, çocukluk anılarıma götürdü.
            Mutaf Dede'yi (İbrahim Ethem Dokumacı) ve oğlu Ahmet Hami Dokumacı'yı tanımıyorum, bilmiyorum. Sami Beyin yazısında adları geçen Rufai Şeyhi Abdullah Otçu'yu, Ressam Ahmet Deringöz'ü çok iyi tanıyorum. Bunlara ilişkin yaşanmış anılarım var. Sami Bey'in çok değerli yazılarına bir katkı olarak bu anılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak bu anılarımın daha iyi anlaşılabilmesi için kısaca Hakkı Amcamdan ve eşi Şadiye Yengemden söz etmek gerekecek'
            Eski Gördes'te, Tarihi Pazar Camisine yakın bir sokağın başındaki evimizle Hakkı Amcamların evi karşı karşıyaydı. Çocukluğumda, gündüz olsun, akşamları olsun Amcamların evlerine çok sık giderdim. Şadiye Yengem ince, zarif, hanımefendi bir kadındı. Bütün çocukları çok hoş tutar, beni de çok severdi. Evlerine her gittiğimde tepsisiyle birlikte önüme koyduğu üzerine karanfil batırılmış o nefis kurabiyelerin tadı hala damağımdadır diyebilirim.
Hakkı Amcam ve Şadiye Yengemin benden 7-8 yaş büyük iki çocukları vardı. O zaman da, şimdi de çok sevdiğim, saygı duyduğum Nezih Güven ve Nusret (Nüzhet) Güven ağabeylerim' Bugün 80'li yaşlarını yaşayan Güven kardeşler İzmir'de 'Merih Kerestecilik'i kurmuşlar, 1950'li yıllar ve sonrasında ortakları Cemal Dedeler ve Behzat Akçiçek'le birlikte İzmir'de kerestecilikte bir marka olmuşlardır. Esasen Behzat Akçiçek, Cemal Dedeler, yine Gördesli kerestecilerden Hayri Tamur ile çocukları Vedat ve Tufan Tamur kardeşler, bir sonraki kuşaktan Ahmet Uğur Gördesliler olarak hepsi ayrı ayrı birer markadırlar' 
            Hakkı Amcam ve Şadiye Yengem Rufai tarikatına mensuptular. Her ikisi de yaşamlarını çok yoğun bir Hazreti Ali sevgisi ile sürdürmüşlerdir. Eski Gördes'te kitap, gazete pek bulunmazdı. Eski Gördes'te de bugünkü gibi Gördes'in pazarı pazartesi günleri kurulurdu. İşte o günler dışarıdan gelen seyyar bir kitapçı daha çok dini yayınların olduğu kitaplar getirirdi. Hakkı Amcam hemen her hafta bu kitapçıdan benim için Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Zülfikâr, Kerbelâ gibi 32 sayfalık Hazreti Ali kitapları satın alırdı. Kitapları önce kendim okur, akşamları da evlerine gidip amcam ve yengeme okurdum. Yeni kitap, yeni okumalar için pazartesi günlerini iple çekerdim. Böylece çocuk ruhumda çok büyük, bugün de aynı yoğunlukta süren bir Ali sevgisi oluştu.
            Burada bir parantez açarak şunu söyleyebiliriz. Rufailer, Aleviler, Şiiler, Ali'yi sevenler, Peygamberin vefatından sonra halifeliğin Ali'nin hakkı olduğuna, Peygamberin de bu yolda vasiyeti bulunduğuna, dolayısıyla ilk halife olarak Ebu Bekir'e biat edilmesiyle Ali'nin hakkının gasp edildiğine inanırlar. Bu nedenlerle, Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifeliklerini geçerli saymayarak ilk halifeliği Ali ile başlatırlar. Bugün, soruna sınıfsal açıdan baktığımızda şu gerçeği görürüz: Peygamberin vefatından sonra olan tam bir iktidar mücadelesidir. Ebu Bekir, Ömer ve Osman egemen sınıfların, varlıklıların, ekonomik ve sosyal yönden güç sahibi sınıfların temsilcileridirler. Ali ise yoksulların, ekonomik ve sosyal yönden daha zayıf olan alt tabakların temsilcisidir. Bu iki kesim arasındaki iktidar mücadelesinde, tarihte çok zaman olduğu gibi egemen sınıflar galip gelmiş ve kendi temsilcilerini iktidara getirmişlerdir.
 Ali ile Muaviye arasındaki iktidar mücadelesinin özü de aynıdır ve aynı sonucu vermiştir. Ali'nin, 4 yıl 9 aylık halifeliği döneminde devlet gücünün, iktidar olanaklarının, bütün uygulamaların yoksulların, ekonomik ve sosyal yönden daha zayıf olan geniş halk kesimleri lehine, yararına kullanılmış olması da bu tahlilin doğruluğunu gösterir. Parantezi kapatarak devam edersek:       
Yine ilkokulda, daha sonraları Kerbelâ'ya, Ali ile Muaviye arasındaki Sıffin Savaşı'na, Ali ile Ayşe arasındaki Cemel (Deve) vakasına/savaşına ilişkin çeşitli romanlar okumaya başladım. Bu romanlardan Halife Osman'ın öldürülmesine ilişkin 'Kanlı Gömlek' romanını adıyla hatırlıyorum. Bu romanı Amcamdan gizli okumuş olmalıyım. Kanlı Gömlek'i okuduktan sonra ben de dini bir roman yazmaya heveslendim. Bir sarı deftere 30–40 sayfa da yazdım. Sonra o notları yırtıp attım mı, kayıp mı ettim, bilmiyorum' O roman taslağı şimdi olsaydı da okusaydım ne güzel olurdu. Bunun yanında, ilkokulda, haftalık yayınlanan Doğan Kardeş Dergisi'ne aboneydim. Postayla gelen dergiyi sabırsızlıkla beklerdim. Okulların kapalı olduğu yaz tatillerinde dükkânımızda Babama yardım ettiğimde terazide bir yandan şeker tartarken bir yandan da kitap okuduğum günleri unutamıyorum.
         Yazları mahalle mektebine gider, Kuran öğrenirdik. Hocamız 'Hazret'ti. (Sanıyorum Orhan Barış'ın babası). Çok hoşgörülüydü. Onca çocuğun gürültüsüne, bağrış çağırışlarına hiç kızmaz, hiç kimseyi azarlamazdı. Hep güler yüzlüydü. Bilge bir kişiliği vardı. Çocukları her zaman hoş tutar, onlara hep iyilikle davranırdı. Üzerimde büyük etkisi olmuştur. Hazret'te ilk, Çarşıbaşı'ndan Nakipağa Mahallesine giden yolun üzerindeki köşedeki okulda okudum. Sanıyorum burası bir vakıf, kamu malı, ya da bir tekkeydi falan. Sonra bu okul kapandı mı ne, Hazret bize ‘Eski Mektep'in arkasında, galiba burası kendi eviydi, orada ders verdi. Daha sonra başka hocalardan, bu arada Akif Hoca'dan da ders aldım.
O zamanki çocuk aklımla, ilkokul ile mahalle mektebini; öğretmenlerini ve hocalarını; her iki okulda verilen bilgileri, eğitim ve öğretimlerini karşılaştırdığımda, her ikisi arasında çok büyük fark görürdüm. İlkokul sanki bütün dünyanın öğrenildiği, bütün bilinmezlerin keşfedildiği, sonsuz bilgi kaynağı bir üniversiteydi. Mahalle mektebi ise insana hiçbir şey vermeyen basit bir okuldu.
Sanıyorum artık Rufai Şeyhi Abdullah Otçu ve Ressam Ahmet Deringöz ile yaşanmış anılarımı anlatmanın sırası geldi. Yine bu güzel anıların içinde Manisa Lisesinde sınıf arkadaşımın Rufai Şeyhinin oğlu  (mu) olduğu,  Rufailik ve zikir gibi yaşanmış anılarımın da bulunduğunu belirteyim.  Ancak, izninizle bunlar ayrı bir yazının konusu olsun ve bunları haftaya anlatayım. 

Bu yazı 1187 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum