Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Satranç ve Uydurma Hadis

19 Ocak 2017 - 16:05

Cübbeli Ahmet hoca satranç oynamanın haram olduğuna dair açıklama yapınca ortalık karıştı. Cübbeli bu açıklamasında; satranç oynamanın haram ve onu seyredenlerin domuz eti yemiş gibi olduklarını söylemişti.
            Benzer fetva açıklamalarında yaptığı gibi, Cübbeli bu hükmün hadis olduğunu söyleyince işin vahameti biraz daha arttı. Ya fıkıhçıları ya da sözde hadisleri dayanak göstererek, Cübbeli bu işleri zaten alışkanlık haline getirdi.
            Neticede ortalık karıştı, tartışmalar beraberinde geldi. Diyanet son noktayı koyarak şöyle dedi. Böyle bir hadis uydurmadır.
            Bugüne kadar benzer tartışmalara ve açıklamalara sessiz kalan Diyanetin anında cevap vermesi isabetli olmuştur.
            İşim Cübbeliyi tartışmak değil. Takip ettiği usul ve üsluba asla itibar etmem.
            Ancak bu olayda, asıl konuşmamız gereken bir husus var. Müslümanların asırlardır kıvrandığı; itikadi, siyasi ve sosyal açıdan derin kırılmalara sebep olan bir vakıayı görmek zorundayız.
            Diyanetin açıklaması bu vakıayı gündeme getirmesi bakımından önemlidir.
            Bir hadis sahte nasıl olur, bir hadis uydurulabilir mi?
            Konu derinlikli ve geniş olduğu için, sizleri yormadan ana hatları üzerinden anlatmaya gayret edeceğim.
            Günümüze intikal eden hadis sayısına bakıldığında, şöyle bir durumla karşı karşıyayız. Muhammed aleyhisselam 40 yaşında resullükle görevlendirmiş. Vefatına kadar geçen 23 yıllık sürede, Kur'an ayetleri aralıklarla gelmiş ve bunları tebliğ etmiştir. Bu kadar süre içerisinde hiçbir iş yapmadan; bahsedilen hadisleri konuşsa, zamanın yeterli olamayacağı görülür.
            Günümüze kadar gelen seyirde; dev hadis külliyatları oluşmuş, ravileri, senetleri, kutsi olanları, olmayanları derken başlı başına bir ekol meydana gelmiştir.
            Bugün dinin kaynağı olarak ezberlenmiş 4 başlık esas alınmaktadır. Önce Kur'ana bakacağız. Orada bulamazsak Hadislere başvuracağız. Orda bulamazsak İcmaya, son çare olarak Kıyas yapacağız.
            Asırlardır bu çarpıklık, Müslümanların dünyasında hâkim oldu. Netice itibarıyla; öncelikle Kur'andan uzaklaşıldı. Rasullullah'a ait olmayan binlerce hadis uyduruldu. İlaveten icma ve kıyas yoluyla Kur'andan ve Rasulün tebliğinden uzak hükümler ortaya çıktı. Mezheplerin, tarikatların, meşreplerin, cemaatlerin zuhuru öyle sıradan bir olay değildir.
            Siyasetin, güç ve iktidar tutkusunun kavramların içini dışına çıkarması Emeviler ile başladı. Kapıyı onlar açtı ve asırlarca devam etti. Önce Kur'an devre dışı bırakıldı. Kur'an da bulamadık diye hadislere sarıldılar. Bir sürü hadis uydurarak, dinin referansı haline getirdiler.
            Günümüzde Müslümanlar; bu tarihi sürecin acılarını ve çarpıklıklarını, büyük bedeller ödeyerek yaşamaya devam ediyor.
            Meselenin daha iyi kavranması için, somut değerlendirmelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
            Sahte hadis uydurulmasının ve binlercesinin külliyatta yer almasının, temel başlangıcı nasıl gelişti dersiniz?
            Bugün bile Kur'anın yetersiz kaldığı, onu açıklamak için hadislere ihtiyaç olduğu yönünde görüş beyan edenler vardır. Üstelik hatırı sayılır ve gelenekçi bir akım olarak dikkat çeker bunlar. Kur'anın hadislere daha çok ihtiyacı olduğunu, sıkça ifade ederler.
            Bu akımın tarihi seyri; nebi ve resulün ilahlaştırılması neticesini doğurmuştur. Bu sağlandıktan sonra, aynı durum âlimler için de geçerli hale getirilmiştir. Bu noktaya ulaşıldıktan sonra, gerisi daha kolay gelmiştir. Artık nebi ve resullere ve âlimlere istediğiniz kadar söz söyletebilirsiniz.
            Bu kapı şöyle açıldı.
            Nebi ve Resul kavramı bir kabul edildi. Hâlbuki Kur'an; bazen resul, bazen nebi ifadesi kullanıyordu. Hatta bazı ayetlerde 'hem nebi, hem resul' ifadesine yer veriyordu. Bu asla bir tesadüf değildi. Rabbimiz bunu niçin böyle bildirmişti bize.
            Mesela şu ayette: 'Bu kitap'ta Musa'yı da anlat. O, yürekten bağlanmıştı; nebi olan resul idi.' (Meryem,51)
            Yine bir başka ayet: 'Bu kitap'ta İsmail'i de anlat. O, sözünü tutmuştu; nebi olan resul idi.' (Meryem,54)
            O zaman nebi ve resul kavramını anlamaya çalışalım.
            Nebi; değeri Allah tarafından yükseltilmiş zattır. Bir insanın değerinin Allah tarafından yükseltilmesi demek, onun seçilmiş olduğunu gösterir. Allah resullük (elçilik) görevi vereceği insanı, yani nebiyi seçiyor.
            En'am 83 ve devamındaki ayetlerde Nuh'tan İsa'ya kadar 18 nebinin adı sayılmış ve şöyle denmiştir: 'Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden de seçtik. Ve doğru yolu gösterdik.' (En'am,87)
             Beşer yönüyle insandır nebi. Hataları, kusurları olabilir. Nitekim Kur'an bu konularda ikazını yaparken, daima ‘nebi' hitabını kullanıyor. Mesela Bedir savaşı sürerken gelen ayetlerde bunu görüyoruz.
            Bedirde yanlış bir karar ile esirler alınmış, Müslümanlarda ses çıkartmamıştı. Sonra ayet geldi ve hitabı ‘nebi' idi: 'Bir nebinin, savaş meydanında düşmanı etkisiz hale getirinceye kadar esir almaya hakkı yoktur. Siz hemen ele geçecek mal istiyorsunuz. Allah ise sizin için sonrasını istiyor. Allah güçlüdür, doğru karar verir. (zafer sizin olacak diye) Allah tarafından yazıya geçirilmiş bir karar olmasaydı aldığınız esirlerden dolayı sizi ağır bir azap yakalardı.' (Enfal,67–68)
            Hudeybiye anlaşması ile Mekke'nin fethi yolu açılınca Allah nebisine şöyle seslendi: 'Allah'ın yardımı gelip, fetih gerçekleştiğinde ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiğini gördüğünde, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma talebinde bulun. Çünkü o, tövbeleri kabul eder.' (Nasr,1–3)
            Yine Muhammed aleyhisselamın eşleriyle olan ilişkilerinde ‘nebi' yönü ortaya çıkar. Şu ayet bunu gösteriyor: 'Ey Nebi! Eşlerini razı etmeye çalışarak Allah'ın sana helal kıldığını niçin haram kılarsın? Ama Allah suçları örter ve merhamet eder.' (Tahrim,1)
            Nebi, resul göreviyle yaptığı bütün işlerde hata yapma lüksüne sahip değildir. Artık o, Allah'ın elçisidir ve ondan geleni eksiksiz ve fazlasız tebliğ etmek zorundadır. Resullük yönüyle nebiler, daima çok ağır bir sorumluluğun altına girmiştir.
            Resul uyarıcı ve müjdeleyicidir. Kur'anda şöyle buyruluyor: 'Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?' (Nahl, 35)
             Nebi resullük yönüyle hiçbir şey uyduramaz, söyleyemez. İlgili ayet şöyledir: 'Eğer o (resul) bazı sözler uydursaydı onu sıkı bir şekilde yakalar sonra şah damarını koparırdık. Hiç biriniz de onu koruyamazdınız.' (Hakka, 44–47)
            Netice itibarıyla Muhammed Aleyhisselamın resul yönüyle Kur'an'ın dışında bir şey söylemesi düşünülemez ve mümkün değildir. Bu yönüyle söyledikleri hadistir ve bizim dikkate almamız gerekir. Ona, hadis adı altında isnat edilen ve Kur'ana aykırı olan sözlerin uydurma olduğu ortadadır.
            Nebi ve resul kavramlarının Kur'anda nasıl bir incelik içinde yer aldığı göz ardı edilerek açılan çığır, bugüne kadar hatalarla gelmiş ve itikadi sapmalara neden olmuştur.
            Bugün Kur'anı anlamaya daha çok muhtacız. Kur'an'dan nebi ve resulleri öğrenmeye daha çok muhtacız. Muhammed aleyhisselamı Kur'andan öğrenmeye daha çok muhtacız..

Bu yazı 1510 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum