Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

O İddianame!!

16 Ekim 2017 - 00:03

Türkiye 15 Temmuzu henüz yaşamamıştı. Yaklaşık bir ay önce, yani 2016 yılının Haziran ayı idi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 'FETÖ Çatı İddianamesini' hazırladı. Bu iddianame, 15 Temmuzu takip eden günlerde mahkemece kabul edildi. 1 yıldır da Ankara'da bu dava görülüyor.
            İlginçtir bu iddianamede, henüz darbe girişimi yaşanmadan, ortaya konmuş çok önemli bilgi ve belgeler vardı. Mesela CIA-FETÖ bağlantısından söz ediyor, Fetullah Gülenin AB, ABD ve İsrail adına istihbarat örgütlerine çalıştığını belirtiyordu.
            Daha çarpıcı bir tespit, iddianamede dikkat çekiyordu. Buna göre; FETÖ, TSK içerisinde darbe yapacak bir güce erişmiştir.
            Bunları ODA TV'de Müyesser Yıldız yazdı. Yıldız gerçek bir gazetecilik örneği veriyor. Tüm davaların iddianamelerini didikleyerek okuyor, duruşmaları takip ediyor. Dikkatimizden kaçan bilgileri, bu sayede gün yüzüne çıkarıyor. Bu işi bir tek Müyesser Yıldız yapıyor.
            ABD ile vize krizi nasıl çıktı? Konsolosluktaki bir Türk görevlinin, FETÖ bağlantısı sebebiyle gözaltına alınıp tutuklanması sonucu, ABD vize yasağı koydu. Biz aynen karşılık verdik. Görünürdeki sebep böyle. Ancak başka görüşler de var. İdlib hareketine karar verdiğimiz bu günlerde, böyle bir ABD yaptırımı kafa kurcalıyor diyenler de yok değil. Ayrıca Türkiye'nin İran ve Rusya'ya yakınlaşmasına bir tepki olarak yorumlayanlar da var.
            Benim kafa yorduğum konu, biraz daha farklı. FETÖ arkasında ABD desteği veya parmağı olduğunu yeni mi fark ettik. O iddianamede neler var neler. Niye bugüne kadar gerekli tepkiyi göstermedik. Üstelik bu iddianame, Fetullah Gülen'in iadesi için ABD'ye sunulan en etkili deliller arasında yer alıyor.
            ABD bir şeyleri hissetmiş olmalı. Gücünü yeni manevralarla göstermeye çalışıyor.
            Geçelim.
            Ancak geçemeyeceğim bir durum var. O iddianamede açık seçik ortaya konan bilgi ve belgeler doğrultusunda, ABD'nin kabarık siciline göz atmakta fayda var diye düşünüyorum. Ortadoğu coğrafyasında 1940'lı yıllardan itibaren, o kabarık sicilin izleri var.
            Bir Amerikalının ağzından, o sicili size anlatayım ki o iddianamenin isabetliliğini ve tarihi gerçekliğini daha iyi kavrayabilelim.
             23/02/2016 tarihinde www.politico.eu haber sitesinde, Robert F. Kennedy Jr.'nin kaleme aldığı 'Why the Arabs Don't Want us in Syria- (Araplar Bizi Suriye'de Neden İstemiyor) başlıklı bir makale okumuştum. Suriye meselesi üzerine kaleme alınan bu yazının yazarı, Waterkepeer Birliğinin başkanıydı aynı zamanda. 1963 yılında bir suikasta kurban giden, ABD başkanı John F. Kennedy'nin yeğeniydi.
            Ortadoğu'da 50 yılı aşkın, ABD siyasetinin nelere mal olduğunu bir öz eleştiri ile ele alan yazar, aynı zamanda tarihe de ışık tutuyor bu yazısında.
            Dünyayı tehdit eden cihatçı terörün sebebini, din ve ideolojilerde değil, daha ötelerde aramalıyız diyor yazar ve şu tespiti yapıyor: 'Tarih ve petrol eksenli bir bakış açısı ile incelediğimizde, yaşananların asıl sorumlusu olarak kendimizi görebiliriz..'
            1957 yılının Temmuz ayında CIA, Suriye'de başarısız bir darbe girişiminde bulunur. Senatör John F. Kennedy bir konuşma yapar. Eisenhower deliye dönmüştür. Neticede bir karar alırlar. Buna göre, 'Araplar kendi geleceklerini kendileri tayin edecektir.'
            ABD işte o tarihten itibaren, bu sözüne sadık kalmamış, Arap dünyası da tutulmayan bu sözden dolayı daima tepki vermiştir. Cihatçı terör örgütlerinin en büyük itirazı, hep bu yönde olmuştur.
            50'li yıllar boyunca Dulles kardeşler ABD siyasetinde çok etkili olmuş, Arapları kendi hallerine bırakma tekliflerini hep geri çevirmişlerdir. O yıllarda Allen Dulles CIA yöneticisi, John Foster Dulles Dışişleri Bakanıdır.
            Dulles kardeşler; Arap milliyetçiliğini komünizm kadar tehlikeli görmüşler, Arap petrolüne uzanan yolun önünde bir engel olarak tanımlamışlardır. Arabistan, Ürdün, Irak ve Lübnan'da kukla diktatörleri başa geçirmişlerdir.
            Eisenhower bu tanımlamayı, kutsal bir savaş olarak kabul etmiş ve bu görünüm altında her istediğimiz şeyi yapabiliriz demiştir.
            Yazar Robert F. Kennedy Jr., öyle bilgi ve belgelerle öz eleştiri yapıyor ki insanın nutku tutuluyor. Mesela 1949 yılında, CİA Suriye'de aktif olarak çalışmaya başlıyor. Suriye'nin ilk seçilmiş başkanı Şükrü El Kuvvetli'yi, bir darbe ile düşürüyorlar. Yerine kukla CIA diktatörü Hüsnü El Zaim'i getiriyorlar.
            Aynı dönemlerde İran'da Musaddık'a karşı bir darbe gerçekleştirilmiş, Anglo-İran petrol şirketi vasıtasıyla, İran petrollerini almanın yolu açılmıştı. Yerine kim getirildi. Şah Rıza Pehlevi. Bu olay tarihe, ABD'nin Ajak Operasyonu olarak geçti.
            16 sayfalık bu makaleden, sadece birkaç alıntı yaptım. Daha neler var, neler. Hafız Esat'tan Saddam Hüseyin'e ve bugüne uzanan serüvende sicil hep kabarmış. Yazarın dediği gibi, temelinde hep tarih ve petrol var. Ne yazık ki diyor yazar, Amerikan halkı bu gerçeği bilmiyor.
            Eisenhower döneminden itibaren, onların kutsal savaşı sürüyor. Acımasız, gaddar ve insafsız. Bu kadar askeri güç, bunun için kullanılıyor. Caydırıcılık, siyasetlerindeki en önemli koz.
            Ortadoğu coğrafyasında kan ve gözyaşından besleniyorlar. Din, mezhep, ırk farklılıklarını kolayca körüklüyorlar. Parayla ordular, istihbaratlar satın alabiliyorlar. Başarısız oldukları darbe girişimlerinin ertesi günü, yenisini planlıyorlar.  Kısa ve orta vadeli hesaplar yapıp devreye sokuyorlar.
            Vize uygulaması ile bize bir şey mi söylüyorlar, bizden bir şey mi istiyorlar. Yakında belli olur.
            Suriye'de PYD-YGP'ye verdikleri desteğin bir amacı vardır onlar için. Barzani referandumuna verdikleri tepki, nasıl şaibeli anlamak lazım.
            Burada önemli olan; bu kabarık sicilin, 50'li yıllardan bu yana yaptıklarını çok iyi irdelemektir. Zaman geçse de planladıkları şekiller, uyguladıkları metotlar hep aynı.
            Bu coğrafyada ayakta kalabilmek için, bu şekilleri ve metotları iyi bilip, ona göre tedbir almak lazımdır.
            Türkiye son zamanlarda bunu yapamıyor. O kadar çok haklılığımız var ki bunu onlara kabul ettiremiyoruz. Diplomatik gücümüz aşındı. Diplomatik lisanı kaybettik. Çokça aldanıyoruz. Cumhuriyetin kaç yıllık diplomasi tecrübesini unutmuş gibiyiz.
            Mesela 1963 yılında ABD ile yaşadığımız bir kriz vardı. Tarihe 'Johnson Mektubu' olarak geçen bu kriz sonrası, İsmet Paşanın yine tarihe mal olmuş bir sözünü hatırlatmak isterim: 'Büyük devletlerle siyaset yapmak; ayı ile yatağa girmeye benzer..'
            Suriye konusundaki devasa hata, bizi bugünlere getirdi. İktidar kendini toparlamak ve tarihi tecrübeyi gözden geçirmek zorundadır.

Bu yazı 1564 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum