Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Kitap da Neymiş?

26 Temmuz 2017 - 16:48

Geçenlerde ilginç bir rüya gördüm. Kalabalık bir ortam. Salon gibi bir yer. Yaşlı başlı insanların bulunduğu, özel bir bölmede ihtiyarlar oturuyor. Önünde de Osmanlıca ‘ihtiyarlar meclisi' yazılı.
            Huzura alınan üç beş insan var. Elleri öne bağlı, saygıyla duruyorlar ihtiyarlar meclisinin önünde. İhtiyarlar soru soruyor, onlarda cevap veriyor. Merakla, kalabalıktan birisine soruyorum: Ne yapıyor bunlar?
            Aldığım cevap, beni heyecanlandırıyor: 'Bugün, memlekete başvekil seçilecek.' Bu ihtiyarlar meclisi mi seçecek diyorum, ‘evet' cevabını alıyorum.
            Bir fırsatını bulup yanlarına yaklaşıyorum. Başvekil adaylarına sorulan soruları görünce, hayretim kat be kat artıyor. En az üç icazet istiyorlar. Bir, iki yetmez diyorlar. Sonra, 'kaç kitap okudun bugüne kadar' diye soruyorlar. Adayların cevapları heyeti memnun etmiyor gibi bir görüntü var. Heyet başkanının şu sözleri, kulaklarımı çınlatıyor.
            'En az 1000 kitap okumuş olmanız lazım. Memleket yöneteceksiniz. Çocuk işi mi bu?'
            İcazet neymiş diye kendime soruyorum rüyada. Herhalde diploma olmalı diye söyleniyorum. Adamlar amma ölçü koymuşlar. 1000 kitap nasıl okunur diye, başvekil adaylarına acıyorum.
            Benimkisi ilginç bir rüyaydı. İsterseniz kendi gerçeklerimize bir göz atalım.
            Vereceğim rakamlar resmidir. Ülkemizdeki mevcut kütüphane sayısı 1140. Son 10 yılda, 37 şehirde 66 yeni kütüphane açılmış. 44 şehirde hiç açılmamış. 127 kütüphane ise geçici olarak kapatılmış.
            Ülkemin kitap fukaralığını, başka rakamlarla anlatmaya devam etmek istiyorum.
            Uluslararası Yayıncılar Birliğinin 2016 yılı verilerine göre; ülkemizde kişi başına düşen kitap sayısı 8,4'tür.
            Demokrat Eğitimciler Sendikası Araştırma Merkezi (DESAM) raporuna göre, ülkemizde kişi başına kitap okuma oranı yüzde 0,01'dir.
            UNESCO raporuna göre; ülkelerin kitap okuma sıralamasında, Türkiye 86. sırada yer alıyor.
            En acıtıcı rakamlar, Türkiye İstatistik Kurumuna (TÜİK) ait. Dikkatinizi çekmek istiyorum.
            Ülke insanının ihtiyaç listesinde; kitap okumak 235. sırada yer alıyor. Ülkemizde bir kişi günde; internete 3 saat, televizyona 6 saat yer verirken, kitap okumaya sadece bir dakika zaman ayırabiliyor.
            Netice itibarıyla; toplum olarak kitap hayatımızda yok. Kitap fakiri bir toplumun işleri nasıl iyi olur, güzel olur diye sormaya da gerek yok.
            Beylik sözler vardır, herkes kullanır. Ülkemizin % 99'u Müslüman'dır. Bizim dinimizin ilk emri ‘oku' dur. Dinimiz ilme büyük önem vermiştir. İlim Çin'de bile olsa, Müslümanlar gidip arayacaktır.
            Fakat bunların hiçbirinin, bizim hayatımızda bir hükmü yoktur.
            Okumak, düşünmeyi getirir. Düşündükçe araştırırsınız. Araştırdıkça sorgularsınız. Sorguladıkça mukayese edersiniz. Sağlam bilgiye ulaştıkça, fikir sahibi olursunuz.
            Aksi halde, vaaz dinlersiniz. Vaaz, bizim toplumumuzun kıramadığı makûs bir kaderdir. Okumayacak, araştırmayacak, öğrenmeyeceksin. Birisi sana anlatacak ve sen dinleyeceksin. Anlatılan; doğru mu yanlış mı, eğri mi büğrü mü diyemeyeceksin.
            Siyasette bunun karşılığı nutuktur. Vaazla eş değerdedir. Politikacılar bundan asla vazgeçmez. Kitaptan mahrum bir topluma, kitaptan mahrum politikacıların vaazını yani nutkunu, dinleye dinleye bugünlere geldik.
            Onun için benim ülkemde; okuyanlar, kitaba sarılanlar daima acı çeker.
            Benim insanım ve benim ülkem, vaaz dinleye dinleye ne dertlere giriftar oldu. FETÖ meselesine, bir de bu cepheden bakmanızı isterim.
            Bugün hala, adalet kavramını tartışıyoruz. Yargının güvenilirliği, bağımsızlığı, tarafsızlığı gündemden hiç düşmüyor. Bu kadar iktidarlar geldi geçti, bu kadar politikacı görev yaptı. Niye yerli yerine oturmuyor diye sormuyoruz bile.
            Tencere kapak hikâyesi gibidir bizim gerçekliğimiz. Bazen bilimsel laflar ederiz. Deriz ki algı yapılıyor. Kimisi de algı operasyonundan bahseder. Bunun aslı vaazdır. Karşında kitap fakiri yığınla insan var. Anlayamayacağı şekilde, duygularla vaaz et. Bazen ağla, bazen haykır. Bazen ağlamaklı ol.
            Politikacı isen, at ve tut. Kabahati hep başkasına yükle. Kendini mağdur ve mazlum göster. Bol miktarda hikâye anlat. Kitap okumayan ve düşünemeyen kalabalıklar, seni çokbilmiş allame sansın.
            Beş aşağı, beş yukarı bizim gerçeğimizdir bu.
            Dolayısıyla fazla kafa yormaya ve endişelenmeye yer yok. Biz buyuz ve hemen kısa vadede değişecek değiliz. Niye mi söylüyorum?
            Mesela, en son ne zaman kitap okudunuz? Çocuğunuza heyecan duyarak bir kitap aldınız mı? Çocuğunuza; isim vererek, şu kitabı okudun mu dediniz mi? Eş dost, akraba, iş ortamında bir kitapla ilgili görüş alış verişinde bulundunuz mu?
            Yaşadığım iki olayla yazıma son vermek istiyorum. Gençlik yıllarımda camiye yeni bir vaiz gelmiş dediler. Cemaat adından hararetle bahsediyor. Öyle güzel konuşuyor, böyle güzel konuşuyor.
            Eee merak ettik tabii olarak ve dinlemeye gittik. Cemaat kendinden geçmiş, ruh gibi dinliyor. Vaaz bitti, çıktım dışarıya. Hoca bilgi değil, hikâye anlatıyordu. Süslüyor, püslüyor ve arada cezbeye geliyordu. Anlattıklarında, bilgi olarak tek bir kırıntı bulunmuyordu.
            Ertesi gün bir hacı amcayla karşılaştık. Dünkü vaazdan bahsetti. Övecek söz bulamıyordu. ‘Vaiz ne anlattı hacı amca' dedim, Sanki 30 puan değerinde, uzmanlık sorusu sordum. İrkildi, bekledi ve düşündü de düşündü.
            Sonra şu cevabı verdi bana: 'Vaiz bir ağlattı, bir ağlattı..'
            Netice itibarıyla ağlamaya devam ediyoruz.
            Son yıllarda Din ve Fıtrat araştırmaları üzerine çalışıyorum. Dizginlenemez bir arzu ve merakla okuyor ve araştırıyorum. Bunları yazılarımda sizlerle paylaşıyorum. İtiraz edenler var, acı çekenler var. Bizimle ufku açılanlar var.
            Yine o yazılardan birisiydi. Saygı duyduğum ve geleneklerine bağlı bir isim geldi yanıma. Yazıdan etkilenmiş, kafasında bir sürü soru vardı. Anlayabileceği şekilde anlattım. Kur'an'dan mukayeseli olarak ayetleri gösterdim.
            Bir müddet sonra sıkıldı ve terledi. Bana şöyle dedi: 'Ahmet bey! Sen de hep Kur'an'dan konuşuyorsun'' 

Bu yazı 1258 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum