Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Kan ve Gözyaşı Kader mi?

28 Ekim 2016 - 18:23

Başta Ortadoğu olmak üzere, Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda kan ve gözyaşı dinmek bilmiyor. Özellikle Ortadoğu, asırlardır süren ihtilafların ve bağnazlığın pençesinden bir türlü kurtulamıyor. Şiddet ve gözyaşında boğulmak, Müslümanların kaderi midir?
            Hem Müslüman olmak, hem kan dökmek; hem Müslüman olmak, hem gözyaşında boğulmak gerçeğini nasıl açıklayacağız. Bugün Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri hayretle değil, ibretle izliyorum.
            Çünkü şiddet ve gözyaşının ilk gününden bugüne, değişen hiçbir şey yok. Şartlar, aktörler ve roller değişiyor ancak acı gerçek asla değişmiyor.
            Bu acı gerçeğin temelinde; hükmetme, idare etme yani iktidar olma duygusu var. Benden olsun, benim olsun, bize ait olsun duygusudur bu. Dolayısıyla dizginlenemeyen ve akılla irtibatı olmayan bu duygu; mukaddesleri zehirliyor, aklı ve mantığı felç ediyor.
            Bugün adını zikrettiğim coğrafyalardaki kanlı savaşlar, hangi zemin üzerinde yürüyor. Herkesin dini aynı ancak mezhepleri farklı. Menfaatler, çıkar ilişkileri, siyasi hegemonyalar mezhep üzerinden yürütülüyor. En sinsi, en kalleş hesapların faturasını, Müslümanlar mezhep kavgası yaparak ödüyor.
            İşin dramatik tarafı; Müslüman olmayan güçler, çıkarlarına ve stratejilerine göre birer mezhebin arkasında duruyor ve şiddeti körüklüyor. Müslümanlar onları dost edindiğini sanarak, birbirini katletmeye devam ediyor.
            Dün ve bugün, aslında ne değişmiş?
            Bugünü anlayabilmek için, düne bakmak ve bazı soruları kendimize sormak zorundayız. O sorular, bugüne kadar hiç sorulmadı çünkü.
            Rasulullah'tan sonra halife olan 4 isimden; Ömer, Osman ve Ali siyasi suikasta kurban gitti. Katillerin hepside Müslüman'dı. Peki neden?
            Bugüne kadar sorulmayan bir başka soru var. Aslında saklanan bir gerçek var. Rasulullah (sas) vefat ettikten kaç gün sonra defnedilebildi. Naaşı defnedebilmek için niye beklenildi?
            İktidar yani güç ve kudret duygusu, neleri mahvetmedi asırlarca. Mukaddes kitap Kur'anı, duyguları için yorumlayanlar oldu. Yetmedi hadisçilik başladı. Şanlı Rasul'ün söylemediğini uydurup, iktidarlarına payanda yaptılar. Yetmedi mezhepler üzerinden yürüdüler. Müslümanları mezhep cephelerine bölüp, dininiz budur dediler. Mezhep din haline geldi böylece.
            Dedim ya değişen bir şey yok aslında. Bugün, dünün devamı olarak hüküm sürüyor. O zaman, bu tarihi gerçeğin miladına bakalım isterseniz.
            Miladi 660 senesi, Hicretin 38. yılı. Şanlı Rasul vefat edeli 27 yıl olmuş.
            Yer Basra. Nahrevan köprüsünün başında; eşek üzerinde bir kadın ve yaşlı bir erkekle beraber, yanlarında yaya yürüyen 4 kadın daha var.
            Köprüye girerken, hariciler tarafından yolları kesilir. Yaşlı adam, sahabeden Abdullah İbni Habbab'tır. Eşek üzerindeki kadın, 9 aylık hamile olan eşidir.
            Kimdir bu hariciler?
            Sıffin savaşında, hakeme müracaatı kabul eden Ali'yi kâfir ilan eden tutucu Müslüman kitledir. Daha sonra Muaviye'yi de aynı şekilde kâfir ilan etmişlerdir. Gerekçeleri gayet açıktır. Maide suresi 44. ayette 'Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.' denmektedir.
            Müslümanlıklarında kılı kırk yaran, Müslüman olmayanlara çok iyi muamele eden hariciler, Nahrevan köprüsünün başında, sahabe Abdullah İbni Habbabı sorguya çeker.
            Sordukları son soru ve asıl soru şu idi: 'Hz. Ali hakkında, hakeme müracaatı kabul etmesinden evvel ve sonraki fikrin nedir?'
            Hariciler göre, yalnızca kendileri Müslüman'dı. Hakem olayını kabul edenler ve taraftarları ise Allah'ın hükmünü çiğnemiş ve kâfir olmuşlardı.
            Abdullah şöyle cevap verdi: 'Ali, Allah'ı sizden daha iyi bilir ve dinindeki ittikası (günahtan sakınması) sizden ziyadedir, görüşü de sizden daha açıktır.'
            Hariciler ile Abdullah arasında bu konuşmalar yapılırken, iki ilginç olay olur. Yol kenarındaki hurma ağacından, olgunlaşmış bir hurma tanesi düşer. Haricilerden birisi hurmayı ağzına götürürken, diğerleri sert tepki gösterir:
            'Hurmayı sahibi helal etmeden veya ücretini ödemeden nasıl yersin? Haramdır bu.'
            Bunun üzerine harici, hurmayı ağzından çıkarıp atar.
            İkinci olay şöyle yaşanır. Haricilerle Abdullah arasındaki konuşma sırasında; bir zımmi'nin ( İslam devleti topraklarında yaşayan ve belli bir hukuki statüye sahip olan Hıristiyan ) domuzu geçerken, haricilerden birisi kılıcını çekip öldürür.
            Diğerleri, domuzu öldüren haricinin üzerine çullanır. Sonra şöyle bağırırlar:
            'Sen yeryüzünde fesat icra ediyorsun.'
            İşte bu hariciler, Abdullah'ın Ali konusundaki cevabından tatmin olmaz ve seni öldüreceğiz der.
            Neticede; Sahabe Abdullah İbni Habbabı, koyun boğazlar gibi boğazlayarak öldürürler. Hamile karısının karnını yararak, onu da öldürürler. Diğer 4 kadın da aynı akıbete uğrar. Evet, haricilere göre onlar kâfir olmuşlardır ve öldürülmeleri lazımdır.
            Tarihçi ve büyük devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet adlı eserinde bu olayı şu şekilde anlatır:
            'Haricilerin bu hal ve hareketleri gerçekten ibret alacak garip hallerdendir. Bir hurmayı sahibinin rızası olmaksızın yemeyi caiz görmeyen ve bir hınzırı (domuz) telef            etmekle sahibini rıza etmeye mecbur olan mutaassıplara (fanatikler) bak ki eshabı- Rasullullah'tan bir zatın, sıgar-ı sahabeden olan oğlunu haksız yere boğazlamaktan çekinmiyorlar.
            Millet-i İslamiye'de karılar, hangi din ve mezhepte olursa olsun, her türlü taarruzdan masun (dokunulmaz) iken, ayı günü tamam olmuş bir hamile hatunun karnını yarmak gibi gayet çirkin bir cinayeti irtikâptan (kötü bir iş yapma) sakınmıyorlar.
            Barid (soğuk, çirkin) ve batıl taassubun (fanatizmin) insanı ne mertebe nameşru  (meşru olmayan) ve namakul (makul olmayan)  yollara sevk edebileceği ve eyyam-ı fitnenin  (fitne günlerinin ) nasıl muhataralı ( tehlikeli, zararlı) ve dehşetli vakitler olduğu, bu vak'a ile rana ( açık seçik) malum (bilinen) olur..'
            O zaman bir kez daha sormak lazım kendimize. Müslümanların yaşadığı kan ve gözyaşı kader midir?
            Asla değildir. Allah kitabını bunun için gönderdi. Rasulünü bunun için görevlendirdi. Yani bunları yaşamasınlar diye.
            Kim dinledi?
            İktidar yani güç ve kudret yani hükmetme duygusu öyle bir duygu ki mukaddesleri zehirleyebiliyor, akıl ve mantığı felç edebiliyor.
            Tarihin seyrini takip edenler, bugünü anlamakta hiç zorlanmıyor. Üstelik yaşananlara hiç şaşırmıyor.

Bu yazı 1531 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum