Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Fikirtepe'nin Aslanları!!

04 Ekim 2016 - 16:40

Hafta sonu, hayatımın en mutlu ve en bahtiyar iki gününü yaşadım. Bu topraklara; bir ümit tohumu olarak attığımız mücadelenin kahramanlarıyla, yaklaşık 40 yıl sonra bir araya geldik. Denizli Pamukkale'deki bu tarihi buluşmada, Fikirtepe Atatürk Eğitim Enstitüsü mezunları olarak, tarihe bir kez daha not düştük.
            Yaklaşık 40 yıl önce ve 40 yıl sonra, sanki zaman durdu. Mazi bütün azametiyle, eylülün son günlerinde Denizli'de yeniden ayağa kalktı. Türkiye'nin dört bir tarafından ve her bir vilayetinden, koştuk geldik Denizli'ye.
            Sarıldık birbirimize, kokladık nefeslerimizi. Hasretliğimiz gözyaşları gibi düştü yüreğimize. 2 gün boyunca dakikalar, saatler hiç bitmesin istedik.
            Bizimkisi bir aşk hikâyesidir. Biraz beyaz ve biraz siyahtır. Sevdamızın mekânıdır Fikirtepe. Atatürk Eğitim Enstitüsüdür beşiğimiz.
            Yüzlercesi, binlercesi 1976 yılının son baharında düştük o sevdanın kucağına. Tam 4 yıl geçti hayatımızdan; fırtınalarla, acılarla, hüzünlerle, kahırlarla, ölümlerle ve aşklarla.
            Ülkenin en kariyerli okulunda; kimimiz Matematik, kimimiz Edebiyat, kimimiz İngilizce, kimimiz Beden, kimimiz Müzik, kimimiz Resim bölümünde idealist öğrencilerdik. Hepimiz vatan millet sevgisiyle dolu, yetiştireceğimiz öğrencilerin hayali ile girmiştik okulun kapısından.
            Matematikçi Tahsin Çizenel'in, Tarihçi Dr. Cahit Baltacının, Edebiyatçı Mehmet Ali Tanyeri'nin, Mehmet Ali Aydın'ın, Mehmet Ateşoğlu'nun öğrencileri olmak hepimizde heyecan fırtınası estirmişti.
            Ve dahası; Seyit Ahmet Arvasi gibi bir fikir ve düşünce dehasının, okulumuzun hocası olması iliklerimizi titretmişti. Onun varlığı, Fikirtepeliler'in ayrıcalığı idi.
            Başlarken arzularımız, heyecanlarımız, heveslerimiz, ideallerimiz bembeyazdı. Bizimkisi bir aşk hikâyesiydi ve biraz beyazdı.
            Sonra devrin ve ülkenin bütün acımasızlıklarına sahne oldu Fikirtepe. En kancık hesapların, en zalim uygulamaların, en hain girişimlerin mekânı haline geldi Atatürk Eğitim Enstitüsü.
            Bütün dünyayı saran sol akımlar, Türkiye'yi kasıp kavuruyordu. Ülkemiz bundan fazlasıyla nasibini alıyordu. Boykotlar, işgaller, grevler hep Marksist-Leninist bir devrim içindi. Gencecik yaşımızda oyunun farkına varmıştık.
            Bu, düpedüz bir Sovyet yayılmacılığı idi. Sıcak sulara inme hayalinin önündeki tek engel ülkemizdi. Tezgâh geniş açılmış, müthiş bir destek bulmuştu.
            Okula girdiğimiz gün, bir felaketle karşılaştık. Bayrak göndere çekilmiyor, İstiklal Marşı okunmuyordu. Enternasyonel marşını ilk orada duyduk.
            Hepimiz Anadolu'nun dört bir yanından gelen, orta halli ve çoğunluğu garip çocuklardık. Bayraksız ve marşsız bir okul aklımızı oynatmış, yüreğimizi parçalamıştı.
            Bu hayâsızca akını durdurmak için çıktık sahaya. Birbirimize dayanarak, kenetlenerek harekete geçtik.  Milliyetçiliğimiz,  ülkücülüğümüz böyle başladı.
            Bizimkisi bir aşk hikâyesiydi. Ancak mevsim şimdi siyahtı.
            Bu hayâsızca akına dur diyecek ve ülkeyi yutmaya çalışan dev dalgaları kıracaktık.
            Her bir günü, bir öncesini aratacak kahırla, acıyla ve mücadeleyle geçti yıllar. 13 arkadaşımızı, ihanet şebekelerinin yaylım ateşlerinde kaybettik. Koç gibi bir oğlandı Çetin, cenazesini Tunceli Çemişgezek'te toprağa verdik. Hey bugünküler! Size sesleniyorum. O yıllarda, Tuncelili ülkücüler vardı bu ülkede.
            Dağ gibi bir aslandı Hayati, kalleş bir pusuda yere düşürüldü. Bizim irfanımızdı İrfan Öğütçü, cenazesi yıkanırken bile bize ümit veriyor gülümsüyordu. Ve diğerleri hangisini sayayım.,,
            Okulumuzun hemen karşısındaki mütevazı yurt; sadece Fikirtepe'de değil, İstanbul'daki dev ihanet dalgasına kafa tutuyordu. O mekânın sakinleri, Fikirtepe'nin birer aslanıydı.
            Sevmeyi orada öğrendik. Bir lokma ekmeği bölüp paylaşmayı orada öğrendik. Bir aslan için, diğer aslanların göğsünü siper etmesini orada öğrendik. Yüz kişiydik, bin kişiydik amma aslında bir kişiydik.

            Bir inançtık, bir idealdik, bir davaydık, bir aşktık, ülkemiz için bir dalgakırandık.
            Sonra evet sonra, eylül fırtınası sert esti hayatımızda. Diplomalarımız ne ifade ediyor anlamadık. Bunca ağır mücadeleden sonra, Eylül'ün zindanlarına düştü çoğumuz. Sevmenin, âşık olmanın, kendini feda etmenin suç olduğunu söylediler bize.
            Hani o ölümsüz bestenin mısralarında olduğu gibi:
            'Seni sevmek ne suçmuş/ bilmedim yandım ezelden.'
             Süleyman Özmen için bestelenen o marşı, mücadele yıllarımızda hiç dilimizden düşürmezdik:
            Öz menem, öz menem
            Onlar kabuk öz menem
            Sen yelde savrulan kül
            Yüreklerde köz menem
             Evet, aynen öyle olmuştu Fikirtepe'nin aslanları. Eylül yellerinde savrulmuş ve yüreklerde köz olmuştu.
            Ancak onların yüreğine, cesaretine, bilgisine, tecrübesine, azmine ve aşkına kimse set koyamazdı. Genç yaşlarda ‘darda kalmış hız öğrenmişler', ‘yolda kalmış iz öğrenmişlerdir.' Yürek enginliklerinden olmalı; davalarını ve aşklarını hiçbir menfaate ve karşılığa değişmemişlerdir.
            Yıllar hızla akıp geçti. Kimisi öğretmenlik yaptı, binlerce öğrenci yetiştirdi. Kimisi ticarete atıldı zirve yaptı. Kimisi yazar oldu, kimisi çizer. Ancak davalarını ve aşklarını hayatın her noktasına ve cemiyete zerk etmeyi ihmal etmediler. Çünkü onların ülkücülükleri; bir duruştu, bir onurdu.
            Birbirlerinden haber almadan, on yılları devirerek ülkücü hareketin temelindeki en sağlam harç oldular.
            Fikirtepe'nin aslanları uzuuun bir ayrılıktan sonra, Denizli'de bir araya geldi. Hepimizin çocukları, torunları vardı. 40 yıl önceye göre ne değişmiş diye birbirimize sormadık bile. Sadece ve sadece konuştuk.
            Değişen yalnızca saçlarımızdı. Beyazlaşmıştı saçlarımız.
            Ya mazimiz, ya aşkımız, ya davamız, ya kararlılığımız işte onlarda zerre miktar bir aklaşma yoktu.
              Bu ülke için duyduğumuz kaygılar, hassasiyetler bugün de devam ediyordu. Fikirlerimizde ve ideallerimizde hiç yanılmadığımızı, hiç aldatılmadığımızı, hiç kandırılmadığımızı 40 yıl sonra görmek, bize buruk bir mutluluk verdi.
            Acıları, kahırları, sevdaları boşuna yaşamamışız dedik hep bir ağızdan.
            Onlar Fikirtepe'nin aslanlarıdır.
            40 yıl sonra yine beraberiz. Yine sevdalarımız var.
            Alın teri dökerek, can vererek, bin bir fedakârlıkla harcını attığımız davamızın ve sevdamızın üzerinde, çakallık yapanlara da bir sözümüz olacaktır elbette.
            40 yıl sonra, o aslanlar bir araya geldi. Çünkü Fikirtepelilerin söyleceği bir söz var. Aşkımızı, mirasımızı çakalca heba etmeye kalkanlara, 40 yıl öncesinin heyecan ve kararlılığı ile söylenecek bir sözümüz var.
             Fikirtepeliler 'Bitti Demeden, Hiçbir Şey Bitmez..'

Bu yazı 4157 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum