Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Eğitim Fıtrattır

06 Ekim 2017 - 10:42

Geçen hafta kaleme aldığım, ‘Eğitim Niye Başarısız' başlıklı yazı büyük ilgi gördü. Son derece olumlu tepkiler aldım. Bu hafta konuya, farklı boyutlarıyla devam etmek istiyorum.
            Bunca yıllık tecrübe, bana bir şey öğretti. Siyasetin ve ideolojinin hâkim olduğu bir eğitim anlayışı, neticede iflas ediyor. Başka bir deyişle, siyasi ve ideolojik saplantılarla eğitim olmuyor.
            Çünkü eğitim, başlı başına bir ilimdir. Hassastır, naziktir. Tek bir nazarla, kabulle, tercihle hayata geçirilecek bir iş değildir. Bünyesinde sosyoloji, tarih, sosyal psikoloji, antropoloji, din ve benzeri bilim dalları olmadan, bir eğitim modeli oluşturmak mümkün değildir.
            Siyasetin tercih ettiği eğitim sistemi; benden yana olsun temeli üzerine kurulur. İdeolojinin tercihi ise taraftar toplamaktır. Her iki yapı da insanın fıtratına aykırıdır. Eğitim adına fıtrata aykırı bir sistem kurarsanız, hem nesillere ve hem ülkenize yazık edersiniz.
            Peki, niye fıtrat?
            Kur'an'ın ifadesiyle; 'İnsan en güzel biçimde yaratılmıştır.' İnsanın yaratılışıyla ilgili diğer ayetlerle bütünleştirildiğinde, bu ayetin eğitim metodolojisinin ta kendisi olduğunu anlarsınız. Biraz açmak istiyorum.
            Allah'ın gücü ve kudretinde asla sınırlama yoktur. En güzel biçimde yarattığı insanı, daha güzel şekilde yaratamaz mıydı? Elbette yaratırdı. Bu ayette anlatılmak istenen, daha farklı bir boyuttur.
            Allah, aslında 'Biz insanı en güzel biçimde yarattık' derken, yarattığı her insanda bir güzel var ettiğini bildiriyor. Eğitimcilik, insanda var edilen bu güzeli bulup ortaya çıkarmaktır.
            Güzel bir ses, sonradan kazanılabilir mi? El becerisi, kurslara giderek elde edilebilir mi? Mizah gücü, kitap okuyarak sağlanabilir mi? Bir ressam, fıtrat olmadan çizebilir mi? Örnekleri olabildiğince çoğaltmak mümkündür.
            Yarattığı her şeyi bir ölçüye göre yaratan ve yarattığı her şeye bir ölçü koyan Allah; insana bahşettiği güzellerle, varlığının ve kudretinin bilinmesini ve öğrenilmesini istemiştir.
            Eğitimin metodolojisi bu olmalıdır. İnsandaki güzeli, yani özellikleri keşfedip ortaya çıkarmadan ve onu yönlendirmeden asla eğitimden bahsedemezsiniz.
            Bunu sağlayabilen toplumlar; önce insandaki güzeli keşfediyor. Sonra onu yönlendiriyor. Fıtratına uygun meslek ve sanat sahibi olan nesiller, daha verimli oluyor. Sorgulayabiliyor, keşfedebiliyor, merak edebiliyor.
            Toplumun ekonomik gelişimi, sosyalleşmesi ve kültürel birikimi bu sayede sağlanıyor.
            Bizim henüz, böyle bir eğitim metodolojimiz olamadı. Çünkü siyaset, birinci derecede etkilidir. İktidarlar hep oy ve taraftar hesabı yaptı. Kör ideolojiler, dini fanatizmler çocuklarımıza hep tasallut etti.
            Fıtrat hürriyettir. Hürriyeti olmayan sistemin adı eğitim olamaz. Eğitim hayatımızda bugüne kadar, tüm birimler nasıl oluşturuldu dersiniz. Müsteşarlar, genel müdürler, müdürler, okul müdürleri, rektörler, dekanlar hep siyasi tercihlerle iş başına getirilmedi mi? Müfredatlar hep siyasi iradenin direktifleri doğrultusunda hazırlanmadı mı?
            Neticede liyakat yerine sadakati, sözde eğitim hayatımıza hâkim kılmadık mı?
            Bu acı tecrübeyi yaşayarak bugünlere geldim. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, 50 yıllık bu tecrübe, bana şunu gösterdi: Eğitim meselemiz bugün, dünden daha kötü bir noktadadır.
            İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde okuduğum yıllarda, devasa bir şahsiyetle tanıştım ben. Pedagoji bölümün müstesna isimlerinden birisiydi o. Eğitimciliğinin ötesinde, âlim bir şahsiyetti.
            O yıllarda Eğitim Enstitülerinin Pedagoji bölümünden mezun olanlar, Milli Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak görev yapıyordu. Türkiye'de sadece, Ankara Gazi ve İstanbul Eğitim Enstitülerinde Pedagoji bölümü vardı. Bu bölüme girebilmek için, en az 5 yıllık öğretmenlik yapmak gerekiyordu.
            Okulumuzun ve Pedagoji bölümünün en kariyerli öğretim üyesi Seyyit Ahmet Arvasi idi. İdeolojik cinnetin ülkeyi kavurduğu yıllardı. Bölümün çoğunluğunu, sol görüşlü devrimci öğrenciler oluşturuyordu.
            Arvasi hoca sosyal psikoloji dersinin, Türkiye'de marka ismiydi. Ülkesine ve milletine yine bilimsel gerçeklikler üzerinden sıkı sıkıya bağlıydı. Bu yönüyle bir kariyer, bir karizmaydı Arvasi Hoca. Sol görüşlü devrimci öğrenciler, kör ideolojik saplantılarına rağmen, bu bilim adamının kariyerine itiraz edemezlerdi. Ancak onu protesto etmekten de geri kalmazlardı.
            Bir gün ilginç bir olay yaşandı.
            Hoca derse girdiğinde, öğrenciler sandalyelerini çevirerek kendisine sırt döndüler. Hoca hiç oralı olmadı, tek bir ihtarda bulunmadı ve dersini anlatmaya başladı. İlerleyen dakikalarda, anlatımını şöyle bir noktaya getirdi. 'Öğrenci hocasını sırtını niye döner?' Hocaya sırt dönmenin psikolojik analizini yapmaya başladı.
            Müthiş bir anlatımdı bu. Öğrenciler sırtını dönmüştü, ancak kulaklarını kapatamamıştı. İster istemez bu psikolojik anlatımı dinlemek zorunda kaldılar. Dedim ya eğitim fıtrattır. Fıtrat hürriyettir. İstediğiniz kadar siyaset, istediğiniz kadar ideolojik baskı yapın. Sonunda işe yaramaz.
            Devrimci ideolojinin esiri olan bu gençler, hocanın anlatımı karşısında çaresiz kaldılar. Sandalyeleriyle birlikte yüzlerini de, hocaya doğru çevirmeye başladılar. Birkaç dakika sonra, hepsinin yüzü hocaya doğru dönmüştü.
            Dersine devam etti Arvasi hoca. Bu defa öğrencilerin hepsi, kafaları önlerine eğik vaziyette dinliyorlardı kendisini. Ders zili çaldı, ‘iyi günler çocuklar' diyerek çıktı dersten Arvasi hoca.
            Eğitim fıtrattı. Fıtrat hürriyetti. Siyasetin ve ideolojinin kan kustuğu günlerde, İstanbul Atatürk Eğitim enstitüsünde eğitimin yani fıtratın, yani hürriyetin ideolojiyi nasıl mağlup ettiğine tanık olmuştum.
            Kendi bölümüm olmamasına rağmen, izin isteyerek onlarca dersini dinledim Arvasi hocanın. 4 yıl boyunca da her hafta Erenköy'deki evinin müdavimleri arasında oldum.
            Yıllardır her biri ayrı bir güzel olan çocuklarımızı keşfetmeden, onları aynı imtihan kazanının içine atıyor kaynatıyoruz. Rakamlara göre okul istikameti gösteriyoruz. Okuyor, diploma alıyor çocuklarımız.
            Sonrası, adı konmamış bir felaket. Fıtratına uymayan iş ve mesleklerde zoraki geçiyor yıllar. Üretemiyor, geliştiremiyor, katkı yapamıyor. Ülke ekonomisi kaybediyor. Kültürel hayat darmadağın oluyor.
            Rakamlara girmeden söylemek istiyorum. Mutluluk endeksinde niye çok gerideyiz. İnsanlar niye mutsuz. Çünkü bu ülkenin eğitim sistemi, fıtrata aykırı hüküm sürüyor.
            Uluslararası seviyede yayınlanan, bilimsel makale endeksinde gerilerde sürünüyoruz. Hiç merak eden var mı?
            Niye bu ülkenin parlak ve yetenekli beyinleri yurt dışına gidiyor. Beyin göçü dediğimiz vakıa, aslında bizim günahlarımızın bir sonucu değil mi?
            Aziz Sancar,  ABD'de Nobel kazanıyor da, niye bizim ülkemizde kazanamıyor?
            Netice itibarıyla işimiz oldukça zor. Aşmamız gereken çok engeller var.

Bu yazı 1162 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum