Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

At'ın Dişleri!

28 Eylül 2016 - 12:50

Her bakımdan sıra dışı günler yaşıyoruz. Bunun sebebi hepimizin malumu. 15 Temmuzdan itibaren; hemen her gün bizi hayrete düşüren gelişmelere tanık oluyoruz. Her zor durumun tarifinde, imdadımıza yine deyimler ve atasözleri yetişiyor.
            Faruk Kadri Timurtaş hoca, vaktiyle şöyle demişti; 'Türkçenin kudreti kelime sayısının fazlalığından değil; deyim, mesel, atasözü gibi ifadeye kolaylık katan zenginliğinden gelmektedir.'
            Bugünlerde yine onlara sarılıyoruz. Gündemde at var öncelikli olarak.
            'At izi it izine karışmak' deyimini sıkça kullanmaya başladık. Bir dilci olarak zaten; deyimler, deyişler, atasözleri hep ilgi alanımın içindedir. Dolayısıyla bu deyimden yola çıkarak, at üzerine bir şeyler söylemek geldi içimden.
            Deyimler sözlüğünde; ‘at izi it izine karışmak' üzerine şöyle bir anlam verilmiş: İyi ile kötü ayırt edilemeyecek kadar birbirine karışmış bir ortam. İkinci bir anlam ise şu şekilde; suçlu ile suçsuzun ayırt edilemeyecek kadar ortamın karışması.
            At üzerine epey araştırmam olmuştur. Bu iz meselesi nedir, demek lazım bence. Yani atın izi ile itin izi arasında ne fark var. Kovboy filmlerini seyretmişseniz, mutlaka gözünüze çarpan bir sahne olmuştur. Bir atın izi rahatlıkla takip edilebilir. Çünkü atlar iz bırakır. Bu muhteşem hayvan heybeti, gücü ve sair özellikleri ile yere mühür vururcasına iz kazır. Yani at dürüstlüğün, harbiliğin, yiğitliğin sembolüdür aynı zamanda. Kaçak ve sinsi değildir hiçbir zaman.
            Köpek izi öyle değildir. Belli bir rota takip etmez. Arkadan dolanmayı sever. İzi çok belirgin değildir. At izini kestiği veya bozduğu olur. Dolayısıyla bir mıntıkada iz takip ederken, at izine itin karıştığını görürseniz, asla atı takip edemezsiniz.
            Bugün ‘at izi it izine karışmıştır' deniyorsa, demek ki ortada ciddi bir durum var demektir.
            At üzerine devam ediyorum. Neler söylenmiş lisanımızda hatırlatmak istiyorum.
            Mesela bir de şu deyim var: 'Ata et, ite ot yedirmek'
            At ne ile beslenir, ot ile. İt ne ile beslenir, et ile. Bu onların fıtratıdır. Eğer ata et, ite de ot yedirmeye kalkarsanız ne olur? Fıtrat bozulur.
            Cemiyet hayatı, sosyal ilişkiler, siyaset, hukuk, eğitim ne derseniz deyin, hepsinin bir fıtratı vardır. Yani olağan bir tabiatı, yasası, kuralları.. Bunları değiştirmeye çalışırsanız ne olur?
            Kaos çıkar ortaya.
            At üzerine hayranlığım bir romanla başlamıştır. Ortaokul son sınıfta okuduğum bir romandı o. Atsız'ın Bozkurtlar romanı, bende derin etkiler meydana getirmişti. Ötüken'in atlıları günlerce rüyalarıma girmişti. Savaş meydanında çatlayan atları öğrenmiştim. Evet, atını çatlatırcasına süren çeriler, ne kadar maharetliymiş meğer.
            Sonra da hayatın içinde tecrübe ettim. At, aslında ne kadar sabırlı bir hayvanmış. At ile sabır arasındaki ilişkiyi fark ettiğimde, şaşmış kalmıştım. Sabrın da bir uç noktası vardır. Tıpkı atta olduğu gibi.
            Sabır çatlarmış, aynen atın çatladığı gibi.
            Necip Fazıl'ın bir kitabı var. At merakı olanlara tavsiye ederim. İsmi; 'At'a Senfoni' Bu müthiş ve azametli hayvan, Necip Fazıl gibi bir kelam ustasının kaleminden, ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
            Atların rüya gördüğünü, ilk defa o kitaptan öğrendim.
            İnsanlığın tarih boyunca hem yoldaşı, hem sırdaşı, hem güvenliği olmuş at. Dolayısıyla kıymeti, paha biçilmez hale gelmiş. Halk arasında yıllarca eskimeyen bir deyim oluşmuş: At hırsızlığı.
            Hikâyenin birisini kısaca anlatayım.
            Hırsız, at pazarında dolaşıyormuş. Bir ata talip olmuş. Fiyatta anlaşmışlar. Hırsız; bana denemek için zaman tanıyın demiş. Binerek, tur atmaya çıkmış. Gidiş, tabii olarak o gidiş. At sahibi akşama kadar beklemiş amma bu bekleyiş boşuna.
            Hırsız, çaldığı atla beraber bir başka memleketin değnek pazarına gitmiş. Birisi atına talip olmuş. Fiyatta anlaşmışlar. Bir süreyim demiş alıcı. Atı alıp tura çıkmış. Gidiş o gidiş. At hırsızını, böylece başka bir at hırsızı dolandırmış.
            Derken olup biteni gözleyen birisi, hırsızın yanına yaklaşmış. Birader kaça sattın atı demiş. Hırsız efkârlı bir şekilde şu cevabı vermiş: 'Geldiği gibi gitti.'
            Birde ‘at gibi' benzetmesi vardır. Bu benzetmeyi ilk defa, iş yerimde köylü bir dostumdan duymuştum. Oğlanı evlendirmiş, namlı bir ailenin kızını almışlardı. O yıl tütün yapmışlar, düğün borcunun tamamını ödemişlerdi.
            Laf döndü dolaştı, gelinin çalışkanlığına geldi. Bana şöyle dedi; Gelinim at gibi maşallah! Allah razı olsun, gece gündüz durmak bilmedi 2,5 ton tütün kaldırdık.
 
            İsterseniz bir at hikâyesi daha anlatayım.
            Eski devirlerde padişahın çok ünlü bir atı varmış. Atın özelliklerini anlata anlata bitiremezmiş. Atına âşık padişah, bir gün şöyle söylenmiş. 'Şu at bir de konuşabilse..'
            Dalkavuk vezirler hemen atlamışlar duruma; ‘araştıralım efendim' demişler. Dört bir diyara haber salınmış. Padişah'ın atını konuşturabilene, 10 kese altın verilecek. Pek çok meraklı gelip, bu işe talip olmuş. Uğraşmışlar uzun zamanca ancak başaramamışlar. Derken padişahın zindana attığı bir adam, durumdan haberdar olmuş. Ben konuştururum diyerek haber göndermiş.
            Atın konuşmasına kendini kaptıran padişah, çaresizlik içerisinde zindandaki adamı huzuruna getirtmiş. Kendinden emin olan adam, padişaha ‘5 yıl müsaade isterim. Altını da 20 keseye çıkarın' demiş. Padişah 5 yıllık süreyi çok bulmuş. Adam şöyle cevap vermiş, ‘efendim, dikkatinizi çekerim, at konuşturmayı kolay bir iş mi sanıyorsunuz..'
            Padişah çaresiz, evet demek zorunda kalmış. Adama şu ihtarı yapmış; ‘5 yılın sonunda bu at konuşmazsa kelleni alırım.'  Adamın zindandan eşyaları toplanmış, 20 kese altını verilmiş ve atı kendisine teslim etmişler. At konuşturacak adam; yanında arkadaşı ile beraber eve giderken, arkadaşı merakla sormuş kendisine:
            'Ya sen manyak mısın? Bu at nasıl konuşacak? Bu işte kelle vermek var.'
            Bunun üzerine adam, arkadaşına şu cevabı vermiş: 'Bak önümde 5 yıl var. Bu süre içerisinde neler olabileceğini ben sana söyleyeyim: Bir, 5 yıl içerisinde padişah ölebilir. İki, at ölebilir. Üç, bunlar olmazsa ben ölebilirim. Atın konuşmayacağını bende biliyorum. 5 yıla kadar kim öle, kim kala..'
            Atla ilgili bir güzel söz daha söyleyeyim. Bu söz, büyük Türk hükümdarı Mete Han'a ait olarak gösterilir. Harp sanatının altın bir öğüdüdür. Cemiyet ve toplum hayatında, iş dünyasında ve her şeyde bir düstur olarak kullanılabilecek bir sözdür:
            ' Bir mıh bir nalın çıkmasına; bir nal, bir atın tökezlemesine sebep olur. Bir at bir çerinin düşmesine sebep olur. Bir çeri, bir savaşın kaybolmasına neden olur.'
            Yani mıh naldan düştüğü an, diğerleri idare eder demeyeceksin. Çıktığı an, o bir mıhı nala  çakacaksın.
            Tarihimizin derinliklerinden at ile gelen o kadar güzel sözler ve deyimler var. Türklerin savaş taktiğinde 'at nalı- hilal taktiğini' duydunuz mu mesela. ‘At binenin, kılıç kuşananındır.', 'Doru at yemini kendi arttırır.'
 
 
 
            Eee tabii olarak, atın dişlerini merak ediyorsunuz. Bu at hikâyesi asla bitmez. Bir de şu söz var, araya sıkıştırayım. ‘At koşar, baht kazanır.' Benim, işin o kısmıyla asla ilgim olmaz.
            Ortaçağ skolastisizminin karanlığını anlatan bir olay vardır. Henüz çok genç yaşta,  Prof. Dr. Erol Güngör'ün eserlerinde okumuştum. Ortaçağın en netameli tartışması, nasıl çıkmış biliyor musunuz Avrupa'da?
            'Bir atın ağzında kaç diş vardır?'
            Tarihçiler, atın tarihini yazarak bir cevap vermiş. Ona kilise itiraz ederek, olayı farklı bir boyuttan cevaplamaya başlamış. Hıristiyan mezhepler, sayı konusunda birbirine girmiş. Bu tartışma uzun yıllar devam etmiş. Atın kaç dişi var tartışması Hıristiyan dünyasını birbirine sokmuş.
            Yani akıl, deney, bilgi, gözlem iptal edildiğinde, ortaya çıkan tablo budur. At izi it izine karışır. Ata et, ite ot yedirilir. Değerler sistemi ‘geldiği gibi gider'
            Neticede bir gün birisi çıkmış. Herkes toplanmış. Atın ağzını bir güzel açmış. Başlamış saymaya. Etrafındakilere de saydırmış. Böylece atın ağzında kaç diş olduğu, gerçek olarak ortaya konmuş.
            Son zamanlarda farklı yazılar yazıyorum. Özellikle 15 Temmuz sonrası, asırların biriktirdiği ve bugüne kadar parmak basmadığımız dertleri dile getiriyorum. Israrla Kur'an'dan bahsediyorum.
            Son derece olumlu ve hayret içeren tepkiler alıyorum. Bunun yanında Kur'an'ın kapağını açmayan, sahifelerine nazar etmeyen, gelenekçiliğin ve tutuculuğun körelttiği beyinlerin, cılız birkaç tepkisini de alıyorum.
            Demem o ki batı dünyası asırlarca tutuculuğun, kilise taassubunun altında nasıl boğulduysa, Müslümanlar da asırlardır, Kur'anı kendilerinden uzaklaştırmanın dramında bunaldı.
            Ancak sevinçle söylemeliyim ki bugün bu kötü gidişe, dur diyen gelişmeler var. Yani Kitabın kapağını açan, sahifelerinde ne var diye araştıran, bilgiye hikmete ulaşan, hükmü kavrayan ve anlatan ilim sahipleri var.

Bu yazı 3706 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum