Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Yavuz Sultan Selim-IV

18 Nisan 2018 - 13:27

Bu yazıyı okuyunca; hoppala, tarih bu kadar da magazinleştirilmez ki yahu diyebilirsiniz. Yerden göğe kadar haklısınız. Ne diyebilirim ki. Doğrudur, mübarekler at sırtından inmemişler. Fakat cihan padişahıysa da yüreği taştan değil ya bu cihangirlerin. Dahası kitaplar böyle yazıyor. Vebali, kusuru varsa kitaplarındır. İkincisi de tarih edebiyattan çok da uzak sayılmaz. Birçok tarih kitabı, tarihi hikâye gibi anlatıyor. Üçüncü olarak da diziler tarihimizi sevdirmedi mi? Neden derseniz, hakikatleri hikâyeleştirdiği için, derim. Doğrudur, tarih dizilerden öğrenilmez ama diziler sayesinde tarihimize karşı bir merak uyandı ve bu sayede bugün belki de en çok satılan kitaplar tarih kitaplarıdır. Dördüncüsü; belki de gün gelecek kişiye özel tarihler yazılacak, kim bilir. Dördüncü maddeye zeyl olarak şunu söyleyeyim, bu yazıyı kendime özel yazdım.
Hamiş: Bütün bunları yazdım diye Halil İnalcık'ı, Hammer'i, Ahmet Cevdet Paşa'yı okumayın da demedim haa! Emma ba'd!
Şam'da Aşk
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi esnasında Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerini meşgul olurmuş.
Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selimi görmüş. Türkmen güzelinin gönlü Sultana, su gibi akıvermiş.
Bir gün gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Direğin üst kısmına aşkın gücü ona, şöyle bir satır yazma cesareti vermiş:
'seven insan neylesin'
Yavuz Sultan Selim otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş 'bu da ne ola ki' diyerek uzun bir muhakemeden sonra, almış eline kalemi şöyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına.
'hemen derdin söylesin'
Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş. Fakat koskoca cihan sultanına ilan-ı aşkta bulunmanın, ateşle oynamak bir tehlikesi de varmış. 'Varsın olsun bu aşk, buna değer' diye düşünmüş.
Bir satır daha yazmış aynı direğe
'ya korkarsa neylesin'
Yavuz Sultan Selim, akşam çadıra döndüğünde not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düşen koca padişah:
'hiç korkmasın söylesin'
Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:
'seven insan neylesin
hemen derdin söylesin
ya korkarsa neylesin
hiç korkmasın söylesin'
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasan Can'ı çağırtmış, derhal bir emir vererek: 'biz dahi merak edip onu görmek isteriz tiz elden bu kızı huzura getirin.' Emir derhal yerine getirilmiş ki ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli. Hünkârın emriyle derhal bir düğün alayı tertip edilmiş.
Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilahi tarafından çözülmüş, çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi. Ahu gözlü Türkmen dilberinin 'selim' diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanın aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş.
O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani âlemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:
Koca hünkâr ağlamış ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, şu dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücü karşısındaki çaresizliğini, en güçlü orduları yenen koca hünkâr şöyle haykırmış:
'merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek
şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.'

Bu yazı 906 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum