Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Kepçe Toprağı Kazıyor Herkes Seyrediyor

12 Ocak 2019 - 13:44

Toprağı kazan bir kepçeyi izlemek artık nerdeyse milli sporumuz haline gelmiş bir durumdur. Kepçenin, ağzını toprak doldurup kamyon kasasına aktarması gerçekten tarifi imkânsız bir zevk veriyor bize. Düşünsenize; kepçe rahat çalıştığı bir toprağı önce kazıyor, sonra da ağzını dolduruyor ve kamyonun kasasına ğuleğuleğulek şeklinde hoş bir gürültüyle döküyor. Ve bu işlem bin kere de tekrarlansa insan izlemekten bıkmıyor.
'Kepçe toprağı kazıyor herkes seyrediyor' bir metafor. Seyrediyoruz, seyretmekten zevk alıyoruz. Seyretmek istiyoruz, görmek istiyoruz, gözlerimizi doyurmak istiyoruz. Seyrediyoruz, gözlüyoruz, gözetliyoruz. Buna mukabil seyrediliyoruz, gözleniyoruz, gözetleniyoruz. Men dakka dukka. Herkes ve her şey göz kesilmiş adeta. Buna gözlerin iştahı hatta şehveti diyebiliriz.
Televizyonun, her şeyin tahtını elinden alması bu iddiamız delil sayılabilir herhalde. Mevlana Mesnevisine 'dinle' diye başlıyor. Kur'an 'oku' diye. Geleneksel kültürümüz sohbet et yani 'konuş' diyor. Fakat gelinen noktada artık ne eski sohbetler ediliyor, ne eskisi gibi kitap okunuyor, ne de bir söz dinleniyor.
En ölümcül bir savaşı son kurşununa kadar televizyonun karşısında çayımızı yudumlayıp, çerezimizi yerken izleyebiliyoruz. En mahrem sırlar, magazin adı altında ifşa ediliyor. Gitmediğimiz görmediğimiz yerleri görüyoruz. Denizlerin altında neler var, göklerde ne saklı hepsini ama hepsini gördük elhamdulillah. Yanlış anlaşılmasın. Bu yazı televizyonun günahları üzerine bir yazı değildir. Sadece görme ve görünme üzerine bir denemedir.
Platon şöyle bir olay anlatır: 'Aglaion'un oğlu Leontios, bir gün Pire'den kente dönüyormuş. Kuzey surunun dışında yürüyüp gelirken, darağacının bulunduğu yerde yatan ölüler görmüş. Hem içinden ölülere bakmak geliyor hem de tiksinti duyup başını çeviriyormuş. Bir süre kendini tutup görmeyeyim diye yüzünü kapamış. Ama sonunda arzusuna yenilip gözlerini alabildiğine açarak ölülere doğru koşmuş, ‘Alın bakalım kör olasıcalar' diye bağırmış kendi gözlerine; doyun bu güzel manzaraya!'
Sonra da dönüp diyoruz ki bu gözler neler gördü neler. Görmenin hazzının bir süre sonra oburluğa, kendini de yiyip bitiren bir oburluğa dönmesinden korkuyorum. Gören gözlerimizin göre göre kör olmasından korkuyorum. Kalp gözümüzün kör olmasından, basiretimizin bağlanmasından. Görme arzumuz arttıkça her şeyin bir sis ve toz bulutu içinde flulaştığını, gözlerden ırak yerler aradığını düşünüyorum. Len terani'yi düşünüyorum.
Görmek için söylediğimiz şeyler görünmek için dahi geçerlidir. Tasavvufta Allah'ın bilinmeyen bir hazine olduğu fakat bilinmek için varlığı var ettiği varittir. Demek ki görmek isteği kadar görünmek de normaldir. Yine tasavvuf felsefesinde meşhur bir söz vardır. Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılab eder. Her şey varlığıyla, kimliğiyle, kişiliğiyle görünmek ister. Anormal olan ise görünmenin gittikçe görünme şehvetine, imaja, şova, riyaya dönüşmesidir.
Eskiden kullandığımız bir kelime vardı. Temaşa. Temaşa kelimesi bana biraz ibret nazarıyla bakmak, nazar kılmak gibi bir anlamı olduğunu ihsas ettiriyor. Belki de sırf kelime eski olduğu için öyle hissediyorum.
Belki de Naili'nin şu beytinden dolayıdır.
Mestane nukûş-u suver-i âleme baktık
Her birini bir özge temaşa ile geçtik.
Naili merhum anladığım kadarıyla mealen şöyle demiş. Kalmamış bir nokta-i müzlim çeşm-i dil erbabına.
Haydi biraz da Çince konuşalım. Nazar ber kadem. Herkes önüne bakar, derviş içine.

Bu yazı 1280 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum