Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-41

28 Ocak 2019 - 12:29

Necati ile Mustafa, Rüştiye'den arkadaştılar. Sık sık görüşür, konuşurlardı. Necati, gönlünü bir Rum kızına kaptırmıştı.
 Rum kızı Terrina da onu çok seviyordu. Terrina'nın, Türk kız arkadaşları da vardı. Onları görmek için sık sık Türk mahallelerine geçerdi. Ancak Türk arkadaşları Rum mahallesine giremezler ve onun gelmesini beklerlerdi. Terrina'nın anne babası da Türklerle yakın ilişki içinde idiler. Bu yüzden onun Türk arkadaşları ile görüşüp konuşmasına ses çıkarmazlardı. Ancak güzel Terrina da gözü olan birçok Rum genci de bulunduğundan, Rum kızlarının değil bir Türk erkeği ile Türk kızları ile görüşmesine bile tahammül gösteremezlerdi. Bu yüzden Terrina'nın ailesi; ' Aman ha! Senin Türklerle konuştuğunu görmesinler, yoksa çok kötü şeyler olur.' Diyerek onu sürekli uyarırlardı. Terrina da onların uyarılarını dikkate alarak gizlice gider gelirdi Türk arkadaşlarına. Ama gönül bu ya, gönlünü bir Türk delikanlısına kaptırıvermişti.
               Necati ile Terrina; aynı memleketten ama iki ayrı milletten ve iki ayrı dinden birbirini seven iki kalp, iki beden.
               Terrina kendi ailesine bile söyleyememişti, söyleyemezdi de; şiddetle karşı çıkarlardı. Çünkü kız alıp vermek yoktu aynı memleketli iki millette. Hele Rum gençleri bir duyarlarsa hali nice olurdu işte o zaman. Günlerce Necati'yi unutmak, kalbinden söküp atmak için çok uğraştı ama nafile olmadı, yapamadı. Gizli gizli çayın karşı tarafına geçiyor, bağlara giden yollarda Necati ile buluşup görüşüyorlardı. Necati de biliyordu bu beraberliğin yanlış olduğunu ama engel olamıyordu, tutup atamıyordu kalbinden bu güzel Rum kızını'
               Yavaş adımlarla Uzunçam'ın dar döşeme sokaklarından Çarşıbaşı'na doğru inerlerken Necati:
               -Mustafa, ne yapayım! Yaptığım doğru bir şey değil biliyorum. Lakin gönül ferman dinlemiyor.
               -Necati, seni çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de aynı duyguları yaşıyorum, dedi Mustafa.
Konuşa konuşa Çarşıbaşı'na vardılar, kahveler bu saatte çok kalabalık olurdu. Necati:
-Şöyle sakin bir yere gidelim Mustafa, dedi.
Mustafa tepeyi göstererek:
-Dedebaşı'na doğru çıkalım istersen, dedi.
Mermer Çeşme'nin önünden Dedebaşı'na çıkan dik döşeme yola sapmışlardı ki Mustafa birden:
-Hacı Bey Amca ile Hamdi Amcam Balıkesir'den dönmüşler, onlara bir 'hoş geldin' diyelim Necati gel, diyerek kahvehaneye yöneldi. Necati de peşinden kahveye girdiler. Hacı Ethem Bey ve Hamdi Bey her zaman ki oturdukları büyük masada bazı Gördeslilerle oturmuş sohbet ediyorlardı.
-Selâmünaleyküm! Diyerek masaya yaklaştılar ve ikisinin de ellerini öperek:
-Hoş geldiniz! Dediler.
Hacı Ethem Bey:
-Buyurun oturun, diyerek onlara yer gösterdi. Mustafa:
-Sağol, Hacı Bey Amca! Biz Necati ile biraz dolaşmak için çıktık eğer müsaade ederseniz, diyerek izin istedi.
Hacı Ethem Bey gülümsedi:
-Anladım, diyerek Hamdi Bey'e baktı. Hamdi Bey de gülümseyerek başıyla tasdikledi. Hacı Ethem Bey:
-Müsaade sizin gençler, diyerek onları uğurladı.
Mustafa ile Necati, Dedebaşı'na çıkan döşeme yola yöneldiler. Yeşille mavinin hazzını doyasıya yaşatan Gördes'in üstündeki bu tepe gençlerin uğrak yeriydi, ama o gün kimse yoktu. İki dertli arkadaş doyasıya dertleşebilecekleri bir mekân bulmanın sevinciyle oturdular yeşilliklere. Mustafa derin bir nefes alıp verdi, bir oh çekti ve.
- Nevruz'dan beri rahat değilim sağdıcım, dedi. Bu güne kadar nasıl oldu da fark etmedim, bilmiyorum, durdu gözlerini uzaklarda gezdirdikten sonra devam etti:
- Ama biz konuşup görüşemiyoruz da. Biliyorsun bizim inancımız ve töremiz buna müsaade etmiyor. Ama onun da beni sevdiğinden eminim. Çünkü bakışları bunu söylüyor.
               -Gözler, kalbin aynasıdır derler Mustafa. Gözler her şeyi anlatır. Ben de bırakmak için kendimi çok zorladım. Denedim de; lâkin yapamadım. Onun da aynı şeyleri düşündüğünü, ama yapamadığını seziyorum.
               - Ben şanslıyım Necati, bir Türk kızına sevdalıyım, garantim olmasa da ümitliyim. Lakin senin vaziyetine üzülüyorum sağdıcım. Memleket bu haldeyken, birbirini boğmak için fırsat kollayan iki hasım millet; nasıl olur da kız alır verir? Seninkisi bir hayal kardeşim!
-Doğru söylersin sağdıcım ama ben' Ben büyük bir handikaptayım. Ne yapabilirim, bilmem ki'
-Bırakmayı dene sağdıcım. Sonu olmayan bir sevda bu. Kendini de düşün, Terrina'yı da.
-Annesi babası duyarlarsa kahrolurlar' Hele Rum gençleri duyarlarsa' Hali ne olur kızın!
-Ben, daha fazla uzatma, derim'
-Neyse, dedi Necati sıkılmıştı. Kalbi ile beyni arasında sıkışıp kalmıştı, bocalıyordu, bir türlü karar veremiyordu.
-Kalkalım Mustafa, dedi.
 Karşı tepelerdeki çam ağaçlarını aydınlatan güneş, ışıklarını yavaş yavaş çekerken oturduğu yerden kalktı. Mustafa da kalktı ve birlikte bir akşamı daha karşılamaya hazırlanan Gördes'in dev gölgeler içinde kaybolan kırmızı kiremitli evlerine doğru yürüdüler. 

Bu yazı 901 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum