Reklamı Geç
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Siyaset Din Haline Gelirse!!

26 Aralık 2018 - 16:50

Din siyaset ilişkisi, aslında insanlığın tarihi meselesidir. Yazımın başlığını, bilerek ters çevirdim. Dinin siyasallaşması değil, siyasetin din haline getirilmesine dikkat çekmek istedim. Hz. Peygamberden hemen sonra başlayan gelişmeler, bugün de devam ediyor.
            Çünkü bu konu, hakkıyla ele alınamadı. Hep dinin siyasallaşması konuşuldu. Hâlbuki asırlarca devam eden bir vakıa vardı ortada ve asla parmak basılmıyordu. Güç ve iktidar sahipleri, kitleleri bir şekilde avucunun içine alıyor ve bunu, siyaseti din haline getirerek başarıyordu.
            Tarih sosyolojisinin bu gerçeği, bize şunu gösterdi. İktidar ve güç sahipleri; asırlarca insanların aklını ve mantığını, düşünce ve tercihini, din haline getirdikleri siyasetlerinin içine hapsetmişlerdir.
            Meselenin daha iyi anlaşılması ve yakın tarihin en zor safhasının bilinmesi bakımından, milli mücadele yıllarına dönmek istiyorum.
            Yakın tarihin bütün bilgi ve belgelerine ulaştıkça, şunu net olarak gördüğümü ifade etmeliyim. Milli Mücadele, din haline gelmiş bir siyaset anlayışına rağmen başarılmıştır. Denilebilir ki milli mücadeleyi başaranlar, işgal kuvvetlerinden daha fazla, bu anlayışla mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
            Nasıl mı?
            İlk garp cephesi komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy), bu acılı gerçeği şöyle anlatır:
            'Bizi asıl endişeye düşüren hadise, iç isyanların çıktıkları mahallerdi. İç ayaklanmalar belirli yönlerden gelmiyordu. Milli teşkilat nerede yerleşme ve tutunma eğilimi gösterirse, orda karşı hareket başlıyordu.
            Bunların da tek dayanağı vardı: Padişahın iradesi.. Altıncı Mehmet Vahdettin bu kuvvet ve kudretini; SULTAN yani dünyevi kudretinden değil, HALİFE olarak, yani dini ve manevi varlığından alıyordu.
            Türk milletinin dini hislerine nasıl yürekten bağlı olduğunu bilen düşmanlarımız, kendilerine sadık bir padişah ve sadrazam bulmuşlar; kardeşi kardeşe, dindaşı dindaşa kırdırıyorlardı.
            Neticeler üzerinde bizi; üzerimize gelen Yunan'dan ve ortaklarından çok ürküten bu tehlikeli hale karşı tek dayanağımız, vatanperver ve hakiki manası ile dindar ulemamız idi. Onların mevcudiyeti yegâne ümidimiz oldu'' (Bkz, Milli Mücadelede Öncekiler ve Sonrakiler, Cemal Kutay, Cilt:2, Sf: 102)
            Konuyu biraz daha açmak istiyorum.
            Büyük romancı Tarık Buğra, Küçük Ağa romanında, bu acılı tarihi anlatır. Olayların seyir mekânı Konya Akşehir'dir. İstanbul hükümetinin gönderdiği hoca, verdiği vaazlarla halkı, milli mücadeleyi yürütenlere karşı kışkırtır ve teşkilatlandırır.
            Milli mücadeleyi desteklemek, halife efendimize karşı gelmektir ve ona karşı gelmek dine karşı gelmektir. İstanbullu Hoca, bir müddet sonra gerçekleri görür. Vaaz kürsüsünden inerek, milli mücadeleye katılır. O, artık İstanbullu Hoca değil, milli mücadelenin Küçük Ağasıdır.
            Osmanlının çöküşünde, siyasetin din haline gelmesinin çok büyük rolü vardır. Bir anekdot daha aktarmak istiyorum.
            M. Kemal Samsuna çıkmadan önce, kararını ailesiyle paylaşır. Zübeyde Hanım, oğlunun üzerine titreyen bir annedir. M. Kemal durumu açıklayınca, annelik duygusu öne çıkar. Böyle büyük bir işi nasıl başaracaktır.
            Ürpertiler içinde, oğluna şunu söyler: 'Oğlum, yedi evliya gücündeki padişahımıza nasıl karşı geleceksin?'
            Kaç asrın çarpık gerçeği bu. Konuşulmayan, üzerinde kafa yorulmayan ve hatta söylenmesi mahrem olan bir gerçek bu. Bu gerçek, asırlarca siyasetin din haline getirilmesidir. İnsanımızın ruhuna, inancına, vicdanına giydirilen çelik bir zırhtır.
            Bir padişahımız, bir halifemiz var ki yedi evliyanın gücüne sahip.
            Milli mücadelede ilk ateşi; siyasetin dinleşmesine rağmen, yine de din adamlarımız yaktı. Onlar vatansever ve gerçek anlamda vicdanı, irfanı ve ilmi olan insanlardı.
            İstanbul hükümeti, M. Kemal ve arkadaşları için tutuklama ve hain fetvaları verirken, ilk karşı çıkan onlar oldu. Bu karşı çıkış, aslında kaç asırlık bir çarpıklığın yerle bir edilmesiydi. Din adamları fetvalarıyla, siyaseti din haline getiren bu anlayışa isyan etti.
            Bursa'da 21/22 Nisan 1920 gecesi, Belediye meclisinin toplantı salonunda, Anadolu Uleması adına bir fetva hazırlandı.
            İzmir'in işgalinden 4 saat yirmi dakika sonra; Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi tarafından, ‘Vatanı, mukaddesatı, dini, namusu, bayrağı korumanın farz olduğu' yolundaki fetva yayınlandı.
            Vatanperver ve haysiyet sahibi din adamlarının yaktığı ateş, kısa sürede alevlere dönüştü. Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat; o güne kadar yayınlanan fetvaları da içine alan ve üslup, belagat ve ilmi bakımdan bir şaheser olan, ünlü Ankara ya da Anadolu fetvasını yayınladı.  (Bu fetvanın tam metni için bakınız; Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi mimarları, Cemal Kutay, sf: 194–195–196)
            Anadolu fetvası, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 23–27–30 Nisan 1920 tarihli nüshalarında yayınlandı, ayrı basım yapıldı. Bütün müftülüklere gönderildi.
            Tarih okuyoruz güya, Ankara Müftüsü Rıfat efendiyi kaç kişi biliyor.
            Mazhar Müfit Kansu şöyle anlatıyor onu:
            'Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu durumu görüşürken, bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi.
            '.Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan istirahat halindeydim, birden kapı vuruldu. Müftü Efendinin geldiğini söylediler. Paşaya haber veriniz dedim. Paşa size gönderdi dediler.
            '' Müftü efendi; ‘biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik. Az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik' dedi.
            Cübbesinin altından bir torba çıkardı. Birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Tamamı bin lira para saydı. Paraları aldım ve kasaya koydum.' (Bkz, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber Anılar, sf:506)
            Anadolu Fetvasıyla Milli Mücadelenin ruh ve mantık ateşini yakan, 1000 lira ile ilk maddi yardımda bulunan bu vatansever adam, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçidir. TBMM birinci dönem Muğla milletvekili seçilmiş, daha sonra Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı olmuştur.
            Önemli bir notu hatırlatmak istiyorum.
            Padişah, Anadolu Fetvasını veren Börekçizade Rıfat'ın idam kararını, 15 Haziran 1920 tarihinde tasdik etti. Bu karar şunun için önemliydi. Osmanlı padişahı ve Halife, yüzyıllardır ilk defa, bir din adamı için ölüm fermanı veriyordu.
            Tarih, at nalı kılıç şakırtısı değildir. Tarih, mehter marşı değildir. Tarih, dizi film değildir. Tarih, nutuk çekmek değildir.
            Tarih bilgidir, belgedir, hakikattir. Çalışırsın, araştırırsın, öğrenirsin. Yapabilirsen bunları, ders çıkarırsın. Yapamaz aynı hataya düşersen, tarih seni yazmaya devam eder.

Bu yazı 1051 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum