Reklamı Geç
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Cuma!

26 Aralık 2019 - 16:33

Ben Cuma çocuğuyum. Aynı evin ayrı bir odasında, dedem ve ananemle kalırdım. Her sabah namaza kalkar, sonra tespih çekerlerdi. Ananem eski yazı bilirdi. Beni uyandırmamak için, usulca okumaya başlardı. Ne okuduğunu anlamaya çalışırdım. Dedem, ananemi ikaz ederdi; 'hanım yavaş oku, çocuğu uyandıracaksın.'
            Dedemin kaygısına rağmen, ben hep uyanık kalır ve uyuyor gibi yapardım. Ananemin okuduğu kitaptan, ruhuma kazınan birkaç cümle vardı. O cümleleri duymak için, her fecir vaktinde gözlerimi açardım. Ancak bir problem vardı. O cümleleri arada bir duyuyordum. Bazen günler uzuyor, aynı nakarat söylendiği gün kendimden geçiyordum. Keşke her gün, aynısını söylese diye iç geçiriyordum.
            Ananemin okuduğu ve beynime işlenen tekerleme şu idi:
            'İslam dini dinimiz var, Cuma günü günümüz var. Muhammed Mustafa şahımız var''
            Geri kalanını hatırlayamıyorum. Ben kalan sadece bunlardı.
            Demek Cuma günleri, özel bir hazırlığı vardı ananemin. Onu için, bana arada bir duyuyorum hissi vermişti. Fakat Cuma kelimesini okurken, hep üstüne basardı ve ‘Cum'aa' derdi.
            Cuma gününün kıymetini ve heybetini idrak ederek büyüdüm.
            Aile ortamında her Cuma, bizim için sevinç ve mutluluk günüydü. Çarşı bir başka arzuyla Cumayı karşılardı. Gördes için, Cuma'nın kelimeler üstü bir anlamı vardı.
            Hazırlıklar Perşembe gecesinden başlardı. Halk arasında bu geceye, Cuma akşamı denirdi.
            Cuma sabahı olduğunda, evimizde ziyadesiyle bir ferahlık hissedilirdi. Herkes tarif edemediği bir sevinç yaşardı. Özel bir hazırlığımız vardı. O gün için mutlaka banyo alınırdı. İç, dış bütün çamaşırlar değiştirilirdi. En temiz ve en gösterişli kıyafetlerimizi giyerdik.
            Annem asıl hazırlığını, geceden bitirmiş olurdu. Cuma yemeği için karavanaları hazırlar, namaz sonrası gelecek olan davetlilerini erkenden beklemeye koyulurdu. Zira Cuma bizim için, bir bayram günüydü. Sevindiğimiz kadar sevindirmekte şiarımızdı.
            İş yerimizde namaza bir saat kala, babam hemen telaşlanırdı. ‘bırakın her şeyi, namaz vakti geldi' derdi. Cumaya saygısızlık ve ihmali asla kabul etmezdi.
            Namaz çıkışı erkekler, eve büyük bir keyifle gelirdi. Kadınlar onları 'Allah kabul etsin' sedasıyla karşılardı.
            Ailenin kızları, erkekleri, gelinleri, damatları, çocukları, akrabaları, dostları Cuma sofrasında yerini alırdı. Birden fazla sofra atılırdı. Bugün Cumaydı, bugün bayramdı. Allah'ın verdiği nimetlere, şükrederek taam edilirdi.
            Sonra dualarla 'Allah bereket versin' denilerek sofradan kalkılır, herkes işine dağılırdı.
            Allah'a kul olmanın hakikatini, Cuma'nın enginliğinde öğrendik. 'Allah kabul etsin' nidalarıyla büyüdük. Kazancın çokluğunu değil bereketini, Cuma sofralarının ahenginde idrak ettik.
            O sofralarda yerini alanlar; dayanışmanın, birbirini sevmenin, birbirine saygılı olmanın, fedakârlığın, vicdanın, merhametin hamuruyla yoğruldu. O Cuma sofraları sayesinde, yalnızca Allah'a kul olmanın hakikatini yakaladık.
            Bu muhteşem bir gösteriydi. Bizi sevindiren Rabbimize karşı şükrün ifadesiydi. 50 yıl sürdü hanemizde bu gösteri. Annem 50 yılın cumalarını bir kez olsun boş geçmedi. O sofraları hazırladı ve hep ikram etti.
            Ya Çarşı?
            Özellikle Cuma günü sabahı, dükkânlar erkenden hazırlanırdı. Çarşı esnafı pırıl pırıl giyinir öyle gelirdi. Önce dükkânların önleri süpürülür ve temizlenirdi. Herkes Cumanın berraklığına eşlik ederdi.
            Sabah namazı cemaati, çıkış sonrası Cuma tebriği için sıraya girerdi. Sonra birlikte kahvehaneye gidilir çay içilirdi. Cumanın heyecanı, herkesin iliklerine kadar işlerdi. Sohbetlerde asla dedikodu olmazdı. Şafak söktükten sonra, yine birlikte çorba içilirdi.
            Yıllarım o 'Sabah Güllerinin' arasında geçti.
            Sabahın ilk saatlerinde, çarşı esnafı Cuma mübareğine çıkardı. Büyüklerin mekânına gidilir, el öpülürdü. Sayısını hesaplayamadığım kadar, 'Cumanız mübarek olsun' temennisi kulaklarımızı çınlatırdı.
            Havuzlu çarşı esnafının, uzun yıllar süren bir Cuma geleneği vardı. Her cuma günü, namaz sonrası birlikte yemek yenirdi. Sırasıyla esnaf, güveç verirdi. Çoğunluk Galip İpek'in üst katında, bazen de Mustafa Tendiris'in lokantasında bir araya gelinirdi.
            Cuma namazından sevinçle ve mutlulukla dönülür, sonra sofraya oturulurdu. Her gelene 'Allah kabul etsin' temennisinde bulunulurdu. Sofrada iş konuşulur, aş konuşulurdu. O sofralarda inanç vardı, iman vardı. O sofralarda edep, hayâ, nezaket gösterisi yapılırdı.
            Her şey ne kadar çabuk alt üst oldu.
            Bugünkü Cumalar, o Cumalara benzemiyor artık. Gördes'in bugünkü Cumalarının, o eski Cumalarla da bir alakası kalmadı.
            Bugün Cuma diye sevinen ve bir o kadarda sevindiren kaç kişi kaldı.
            Cuma kelimesinin anlamına baktım. Toplamak, bir araya getirmek anlamındaki ‘cem' kökünden türemiş bir isim. Cuma namazının, kelime anlamıyla da bir uyumu var. Cuma günü özel bir gün. Önce kulluk var. Sonra kulluğunuza karşılık bir ikram var. Günün içinde hayır var. Neyi umuyorsan, karşılığı var.
            Ayet her şeyi açıkça ifade ediyor:
            'Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah'ı zikre/anmaya koşun ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfünden isteyin. Allah'ı çokça anın ki umduğunuza kavuşasınız.' (Cuma, 9–10)
            Cuma, artık bir ritüel haline gelmiş bugün. Bari Müslümanlığı kurtaralım, haftada bir gün olsun camiye gidelim. Hepsi bu kadar.
            Nerede Cumanın feyziyle kaynaşma, sıklaşma, birleşme. Yok, elbette yok.
            Peki niye?
            Çünkü öyle bir devir yaşıyoruz ki mukaddeslerimiz darbeli, çoğu ağır yaralı. Şeytani bir dünyevileşmenin taarruzu karşısında, olup biteni sadece seyrediyoruz. Cuma'nın ruhu, bu taarruzdan nasibini almış.
            Hüzünlüyüm, bu tablo karşısında. Bu yüzden eski Cumaları arıyorum.

Bu yazı 1295 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum