Reklamı Geç
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Bir Adam Peşine Takılmak!

20 Aralık 2018 - 16:36

Cumhuriyetin bir asrı doldurmasına az bir zaman kala, sancılı düşünceler içindeyim. Bu bir asrın, en az yarısının tanığıyım ben. Siyasi çalkantılar, ekonomik krizler, toplumsal çatışmalarla süren bir asır bu.
            Böyle mi olmalıydı? Okudukça, inceledikçe, tarihi çıplak hakikatleriyle öğrendikçe inanın kahroluyorum.
            Bir imparatorluk bakiyesinden, mucizevi bir şekilde kuruldu cumhuriyet. Osmanlı çökmüştü. Yalnızca siyasi olarak değil. Maliyesi, yargısı, eğitimi, medresesi, dini hayatı ve nesi nesiyle birlikte çökmüştü.
            Milli mücadele, bir vatan mücadelesiydi. Başarıldı. Ya diğerleri?
            Saray ve belli çevrelerin okuyabildiği, halkının büyük çoğunluğunun okuma yazma bilmediği, bir eğitim sistemiyle çöktü Osmanlı.
            Rüyamda peygamberi gördüm. Bana, ‘Maliye Nazırlığı sana vaciptir.' dedi. Rüyasında peygamberi gördüm diyen sahtekârların, Maliye Nazırı yapıldığı bir anlayışla çöktü Osmanlı.
            Liyakatin değil adamcılığın, devlet imkânlarını yağmalamanın geçer akçe olduğu bir devirde çöktü Osmanlı.
            Vatan toprakları düşman işgali altında ezilirken; medreselerinde 'meleklerin kanadı var mı yok mu?' tartışmalarının yapıldığı, bir cehaletle çöktü Osmanlı.
            Cumhuriyeti kuran irade; kokuşmuşluk, çökmüşlük adına ne varsa yaşadı ve gördü. Vatanı kurtarmak, sadece toprak parçasını kurtarmak olamazdı onlar için. Eğitim, din hayatı, maliye, hukuk ve diğerleri adına, aynı kurtuluş savaşını vermek zorunluluğu vardı.
            Acılı, sancılı ve kahırlı bir tarihtir bu. Hakkıyla öğretilemedi. Layıkıyla anlatılamadı. Cumhuriyetin, ne anlama geldiği idrak edilemedi. Hâlbuki bir milleti şaha kaldıracak, dünyada itibar sahibi yapacak, tarihi bir zeminimiz vardı.
            Fikir ve düşüncede olgunluk dönemini yaşadığım bugünlerde, sıkça kendime bu soruyu soruyorum. Neden bu zemin üzerinde yürüyemedik. Bizim başka örneklere, ideolojilere ve adamlara hiç ihtiyacımız yoktu.
            M. Kemal, 'Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir' sözünü boşuna söylemedi. 'Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur' sözünü de boşuna söylemedi.
            Düşün arkama, yürüyün peşimden demedi. Yürünecek yolu, takip edilecek istikameti gösterdi. Adamın önemi yoktu, ideolojinin önemi yoktu.
            Bunca acı, bunca çileyle kurulan Cumhuriyetin çocukları ne yaptı?
            Kamplaşarak, ayrışarak, kavga ederek, ideoloji peşinde, adam peşinde koştu.
            Sağcılık solculuk, ilericilik gericilik, laiklik dincilik, particilik ve say sayabildiğin kadar ne varsa, hayatına hâkim kıldı.
            Cumhuriyeti kurarken, kaç nesli feda etmiştik. Artık nesil feda edecek lüksümüz yoktu. Fakat tarihi hastalıklar kolay iyileşmiyor. Bir asırlık serüvende, kaç nesil kendini tahrip etti, mahvetti.
            Kimisi ideolojiyle, kimisi dini saplantılarla, kimi siyasi kavgalarla harap oldu gitti. Hayatını kaybedenler, cezaevlerinde ömür tüketenler, istikballeri kararanlar'
            Hikâye hep aynıydı. Bir adamın peşine takılıp; aklı, mantığı ve tarihi mirası iptal ettiler.
            Böyle olmayalım, bir daha o günleri yaşamayalım diye kurulmuştu Cumhuriyet. M. Kemal, yapılması gereken neyse yapmıştı. Yol göstermiş, istikamet belirlemişti. Daha ne yapmalıydı?
            Dün ve bugün değişen ne var, diye soruyorum kendime. Cevap aramaya çalışırken ürperiyorum. Son bir asırlık tarihimizin kötü yazgısı, niçin değişmiyor diye kahroluyorum.
            Bir adam peşinde koşarak, istikbale emin adımlarla yürüyemeyeceğimizi nasıl anlayacağız.
            Evet, tarihin hükmü değişmiyor. Hasan Rıza Soyak'ın, Mustafa Kemalle ilgili bir hatırasını buraya alıyorum:
            'Mustafa Kemal Paşa, bir yurt gezisinde aydın insanların bulunduğu bir toplantıda, şöyle bir soru sordu: ‘Yaptıklarımdan hangilerini beğenmediniz' Sizlerden içten ve ciddi eleştiriler bekliyorum.'
            Çoğunluk kararsızlık içinde susarken, Asım Kültür isminde bir genç, Gazi Mustafa Kemal'den izin isteyerek konuştu: ‘ Mademki emrediyorsunuz, karşı gelerek itiraf ediyorum. Başardığınız devrimlerden bazıları; hala yüksek dağların tepelerinden esip, vadilere inmeyen rüzgâra benziyor.
            Ben çok yakın bir geçmişte, bir şoföre rastladım. Şeyh olduğuna inandığı bir yobazın kerametine inanmıştı. Onu gitmek istediği bir yere, para almadan götürmüştü. Görülüyor ki içimizde hala, şeyhin kerametine inanabilecek bilgisizler var.
            Hâlbuki biz; devrimlerimizin düşünce tohumlarını bir bereket rahmeti gibi, yurdun her bucağına yağdırabilseydik, şeyhin kerameti, softanın nefesi bu ülkede etkisini ve itibarını çoktan yitirirdi.
            Bugün şeyh efendi, kendisini istediği yere parasız götürecek gafiller bulabiliyorsa, bundan ürkmeliyiz. Çünkü o yobaz, yarın bu gibileri peşinden sürükleyecektir.'
            Toplantıda bulunanlar, Mustafa Kemal'in bu konuşmadan alınıp, kızacağını beklemişlerdi.
            Fakat öyle olmadı.
            Gazi Mustafa Kemal Paşa, biraz düşündükten sonra, sakin bir şekilde şöyle dedi: Çok doğru söylüyorsun.' (Bkz, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizde Din Adamları, Hanri Benazüs, sf: 719)

Bu yazı 1142 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum