Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Bayrama Sevinmek mi?

13 Temmuz 2015 - 10:49

Çocukluktan gençliğe geçtiğim dönemlerden itibaren, bugüne kadar oruç ibadetimi hiç aksatmadım. Aile, çevre başta olmak üzere, zaten köklü bir inanç atmosferinin içinde yetiştim. Çocuk yaşta bile oruç tutarken, tüm aile fertleri seferber olur, çocukları ödüllendirirdi.
            Sonra yıllar su gibi akıp geçti. Allah, öncelikle şükran hisleriyle dopdolu olduğum bir kıymeti bana bahşetti. Okumayı, anlamayı ve öğrenmeyi,  bahşedilen ömürle birlikte en büyük nimet olarak kabul ettim.
            Yıllardır okuyorum, araştırıyorum ve öğrenmeye devam ediyorum. Bu yolculukta oruç ibadeti, daha farklı ve daha zengin bir renk katıyor hayatıma. Her Ramazan, bir öncekinden daha anlamlı ve daha kudretli oluyor benim için.
            Ahiret gününe ve hesap vaktine iman etmiş ve bunu hayatının mihveri yapmış bir insan olarak, hep şöyle düşünürüm. Bir gün vakit gelip, ömür sona erecek. Şeklini, vaktini ve mekânını bilemiyoruz bunun.
            Belki bir hastalık, belki bir kaza, belki daha farklısı gelip çattığında insan ne düşünür?
            Dönüş yolculuğu başlamıştır ve siz bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. İşte o vakit, işte o an bir şey düşünür insan. Vakit tamam, tıpkı bir sınavın son saniyeleri gibi. Ne kadarını yaptın, ne kadarını yapamadın.
            Öyle bir vakti ve anı beklemeden ben, şöyle düşünülmesi gereğine iman ederim. Heybeyi ne kadar doldurdun, ne kadar boş bıraktın.
            Maziye biraz mahzun nazarlarla bakıyorum. Oruçlar tamam mı diye soruyorum kendime. Hüzünlü bir sevinç kaplıyor ruhumu. Tamam mı diyorsun, evet tamam. Heybeye doldurmuşsun, hazır ve nazır bekliyorsun.
            Namazlar tamam mı? Beş aşağı, beş yukarı tamam. Heybeye dolmuş mu? Evet dolmuş.
            Ramazan girerken bir başka, çıkarken bir başka mahzunlaşırım bu yüzden. İnadına sarılır, inadına sevdalanırım. Çocuktum, yine inatla oruç tutuyordum. Yine bir yaz günüydü. Annem bana moral veriyordu: 'Eski Gördes'te, Ramazan tam orak günlerine denk geldi.  Deden (Tayyareci Cevdet Efendi) düvenle harman sürüyordu. Ben Medinoğlu çeşmesinden su doldurur, dedene götürürdüm. Önce soğuk suyla yüzünü yıkar, sonra ayaklarına dökerdi. Ama orucunu katiyen bırakmazdı.'
            Gençlik dönemlerim, tütün tarlasındayız, sulama yapılacak. Tam bir hafta başımda yaşmak, akşam saatlerine kadar tütün sulaması yapardım. Yine böyle bir mevsimdi. Tütün dikiyoruz. Elimde iki ibrikle akşama kadar can suyu verirdim. Futbol oynadığım yıllardı. Oruçlu iken maç oynardım.
            Ramazan girerken mahzunluk çöken ruhum, giderken bir başka hüzne dönüşüyor. Bu benim kişisel heyecanlarım ve kaygılarımdır. Ancak ben, hep toplum adamı oldum. Kişisel kaygılarım beni fazla rahatsız etmez. Çünkü biliyorum ki heybeyi doldurmak için, bir ömrü elimden geldiğince nakış gibi işleyebilmişim.
            Eski Ramazanlar diye bir laf çokça söylenir. Nedir eski ile yenisini birbirinden ayıran.
            Toplum adına hassasiyetler, inanışlar, devamlılıklar, kulluklar mutlaka ölçü alınmalıdır. Dünkü Ramazanlar nasıldı? Bugünküler nasıl acaba? Yediğimizden, içtiğimizden, sofralarımızdan asla bahsetmiyorum.
            Müslüman bir insanın, oruç tutmaması diye bir şey söz konusu değildir. Aynısı namaz içinde geçerlidir. Ancak bu ibadetlere muhalefet edenlere, sadece acırım. Elbette dinin kendisinde zorlama asla yoktur. İnsan nasıl ki inanmada hürdür. İbadetler de böyledir. Niye oruç tutmuyor diye, kesinlikle karşınızdakini zemmedemezsiniz.
            Fakat Müslüman bir toplumda, mutlaka bir ölçü olması lazımdır. Eskiden böyle idi. Mahallede, sokakta, çarşıda asla oruca muhalefet eden birisini göremezdiniz. En azından bir saygı söz konusuydu, bir ayıp işlenirdi insanın içine.
            Bugün bunların cümlesi ortadan kalktı. Oruca muhalefet alenilik kazandı. Mahalle, sokak, cadde, çarşı sanki Ramazan ayında değilmiş görüntüsü vermeye başladı.
            Bu görüntü beni yaralıyor. Belki bundan fazlası yüreğimi dağlıyor.
            Bunun iki önemli sebebi olduğunu düşünüyorum. Birincisi; toplum olarak aşırı derecede dünyevileşiyoruz. Tarladaki adam; ‘İş güç zamanında oruç mu tutulur' diyor. Şehirdeki adam, ‘ bu yaz gününde açlığa nasıl dayanılır' diyor. Okumuş kesimde ilginç gerekçeler şöyle konuşuluyor; ‘ Oruç nefsi terbiye etmek içindir. Açların halinden anlamaktır. Ben bunları zaten yapıyorum. Oruç tutmama gerek yok.'
            İkinci sebep; din öğretimindeki çarpıklıktır. Tafsilata girsem uzun bir hikâye olur. Kur'an dışı bir din anlayışı, Müslümanların hayatına hâkim olmuştur. Kur'an mesajı ve Rasul uygulamalarının yerine, ritüeller gelmiş ve dinin yerine geçmiştir.
            Allah, kendisinden nasıl kurtulacağını düşündüğümüz bir varlıktır. Rasul, kul ile Allah arasında kurtarıcı bir aracıdır. Bütün öğretiler korkuyla başlar. Korkuyla doğar, korkuyla ölürüz.
            Namazı bozan bilmem kaç madde, abdesti bozan bilmem kaç madde, orucu bozan bilmem kaç madde öğretilir bize. Sanırız ki din, devamlı bozulan bir maddeler manzumesidir. Korka korka, bozulan maddelere kafa yora yora, bugünlere geldik.
            Aşırı dünyevileşmeyle beraber, bu temelsiz ve çürük öğreti, dinin hakikatini hayatımızdan çıkarıp attı. Oruçta yaşanan umursamazlık ve ciddiyetsizlik, bu gerçeğin bir yansımasıdır.
            İnadına inanıp, inadına kul olanlara, Ramazanı bir kıymet hükmünde icra edenlere buradan selam olsun.
            Bayram bir sabrın, bir inadın, bir inanışın, bir kul oluşun karşılığıdır. O güne sayılı günler kaldı. Rabbimize ne kadar şükretsek, ne kadar dua etsek, bize bahşettiği oruç nimetinin karşılığını eda edemeyiz.
            Maziye mahzun nazarlarla bakıyorum. Toplumsal çöküntüyü hüzünle seyrediyorum.
            Ama bayram geliyor, bayram. Sevinçlerin, mutluluğun zirve yapacağı günler geliyor.
            Bu duygularla bayramınızı tebrik ediyorum. Rabbim bizleri ve sizleri daha nice Ramazan günlerine ve mutluluğuna eriştirsin'

Bu yazı 971 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum