Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Hazan ve Ürperiş

29 Ekim 2016 - 18:40

Bakara Suresinin 138. ayetinde Cenab-ı Allah buyuruyor ki: 'Allah'ın boyası; Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kim? Deki, biz yalnızca O'na kulluk edenleriz.'
Tefsirlerde bu ayetin tefsiri sadedinde şu bilgilere yer verilir.
Hıristiyanlıktan önce, Yahudiler arasında, Yahudiliği kabul eden kimseleri yıkamak bir âdet olmuştu. Yıkanan (vaftiz edilen) kimsenin bütün günahlarının temizleneceği ve onun yeni bir hayat rengine kavuşacağı ifade edilmek üzere böyle yapılırdı. Daha sonra bu âdet Hıristiyanlar tarafından benimsendi ve "vaftiz" adını aldı. Vaftiz, suya batırma ve su ile ıslatma şeklinde yerine getirilen bir başlangıç ayini veya kilise'nin kutsama törenidir. Sadece dine yeni girenlere değil, yeni doğan bebeklere de uygulanır.
Kur'an, bu "renk verme" töreninin kurtuluş için gerekli olmadığından, özünde zaruri bir şeylerin bulunmadığını söyler. Bu amaçla kişi, O'nun yolundan gidip, O'nun kanunlarına uyarak Allah'ın rengine boyanmalıdır.
Tefsirlerden anlaşılan o ki Allah'ın boyasından kasıt fıtrat dini olan tevhittir.
Fakat ayeti lâfzî olarak anlamak da mümkündür diye düşünüyorum. Her ne kadar bu anlama, ayeti bağlamından koparsa da netice olarak ayete hizmet eden bir yorumdur.
Cenab-ı Hakk her şeyi yaratıcısı olduğu gibi renklerin de yaratıcısıdır. Nitekim Fatır Suresi 27. ve  28. ayetlerde mealen şöyle buyurmaktadır:
'Görmedin mi Allah yukardan bir su indirdi de onunla birçok meyveler çıkardık: renkleri başka başka; dağlardan da yollar var, beyazlı kırmızılı, renkleri muhtelif, hem de kuzgûnî siyahlar. İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da kezâlik türlü renklileri var, ancak Allah saygısını kullarından bilenler duyar, haberiniz olsun ki Allah azîz bir gafûrdur.'
Renkleri muhtelif topraklar, insanlar, hayvanlar, bitkiler. Bütün bitkilerin kökü toprakta, içtikleri su aynı fakat tatları ve renkleri farklı.
Sonbahardayız. İlkbahardan beri yeşil olan yapraklar yavaş yavaş renk değiştirmeye başladı. Gittikçe yeşil yerini bir renk cümbüşüne bırakıyor. Sarı, kızıl, mor, kahverengi' Bakanların gönlünde kim bilir ne duygular, ne ürpertiler hâsıl ediyor.
Her hatırladığımda beni ürperten, Ali Nihat Tarlan'dan okuduğum bir hikâyeyi konumuza uyarlayarak paylaşmak istiyorum istiyorum.
Hazan mevsimi imiş. Dağıstan'da bir yolcu köyden köye giderken, bir dağ eteğine varmış. Bakmış kızıl, mavi, sarı, mor yapraklar bu tepenin yamacını kaplamış. Bu ışık tufanı yolcuyu bir yıldırım gibi bir anda çarpmış, neler olmuş o anda, kim bilir neler olmuş; başlamış bağırmaya:
'Neredesin boyacı; boyacı, sen nerdesin?'
Renkleri öpen bu ses, vadileri dolaşmış; köy köy duyulmuş bu ses; şehir şehir çınlamış:
'Neredesin boyacı; boyacı, sen nerdesin?'
Bu zavallı meczubu çocuklar taşlamışlar; büyükler kovalamış' O, istifini bozmaz; gözü meçhul bir ufkun çizgisine dikilmiş, mütemadiyen arar, sorar, arar dururmuş.
Kim bilir neler olmuş; neler olmuş o anda? Belki ufuklar boyu uzayıp giden perde, kıvrım kıvrım sıyrılmış' Bilmem ki neler olmuş!
 'Neredesin boyacı, boyacı sen nerdesin?'
Dağıstanlı köylü söyleyeceğini söyleyedursun. Biz tekrar başa dönelim. Şair diyor ki; İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Ama şairdir, ma'zurdur, Fuzuli'nin deyimiyle aldanma ki şair sözü elbet yalandır.
Sahiden gökyüzünü maviye; ağaçları önce yeşile sonra sarıya kızıla sonra beyaza pembeye boyayan boyacı nerede?
'Ancak Allah saygısını kullarından bilenler duyar.' Fatır/28.
Subhane men teheyyara fi sun'ihi-l ukûl.

Bu yazı 1142 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum