Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Bostan ve Gülistan

01 Ekim 2016 - 01:16

'Ey bizim toprağımıza, mezarımıza uğrayan ziyaretçiler: Azizlerin toprağı için olsun şu söyleyeceğim sözleri hatırlayın: Sadi, toprak olmuşsa da ne beis var. O, zaten sağlığında da toprak idi. Sadi, rüzgâr gibi dünyayı dolaştıysa da nihayet kendisini kara toprağa teslim etti. Çok geçmeden toprak onu yiyecek; sonra da rüzgâr o toprakları dünyanın her tarafına savuracaktır. Mana gülistanı açıldı açılalı hiçbir bülbül Sadi kadar güzel terennüm etmemiştir. Böyle bir bülbül olur de toprağından gül bitmezse hayret ederim.'
Bu sözler 1291 yılında vefat eden İran'ın en büyük şairlerinden, gazel üstadlarından ve söz ustalarından Sadi-i Şirazi'ye aittir.
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün acarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Siraz'ı hayal ettiren ahengiyle.
Bu dörtlük ise Yahya Kemal'in Rindlerin Ölümü şiirinden. Şair her ne kadar şiirini Hafız için söylemiş olsa da sanki Sadi kıskanmış da şiiri asırlar öncesinden nesir olarak söylemiş gibi.
Sadi bir söz ve mana ustasıdır. Bir Şark klasiği haline gelen hikmet hazinesi Bostan ve Gülistan isimli eseri onun ustalığının en büyük delilidir. Her ne zaman elime almışsam zevkle okumuşumdur. Çeşitli konularla ilgili kısa kısa kıssalar anlattığından da hiç sıkılmadan okurum. Bugün mana rüzgârı doğudan esmiş olacak ki Sadi'nin mana gülistanından elde ettiğimiz birkaç damla hikmeti, dostlarımızla paylaşmak gönlümüzü hoş edecektir.
Yusuf ile Züleyha Hikâyesi
Bir gün Züleyha aşk şarabıyla sarhoş olunca, Yusuf'un gömleğine yapıştı. Şehvet şeytanı onu öyle kandırmıştı ki, Yusuf'u aç kurtlar gibi arzuluyordu. Züleyha'nın mermerden bir putu vardı. Sabah akşam yanından ayrılmazdı. O gün, yaptığı işler gözüne çirkin görünmesin diye, putun yüzüne perde çekmişti. Oysa Yusuf, zalim nefsinden çekiniyordu. Elleriyle, yüzünü kapamış ve kederli halde bir köşeye oturmuştu. Onu bu halde gören Züleyha; ellerine, ayaklarına kapanarak yalvardı; 'Yusuf; kalbin, taş kadar soğuk; yüzün, limon kadar ekşi! Böyle yapıp da benim gibi bir güzeli perişan etme!' Oysa o an, Yusuf'un gözlerinden yüzüne doğru ırmaklar boşalıyordu. Ağlamaktan kesilen sesiyle; 'Vazgeç, benden kötülük bekleme. Sen bir taştan utanırken; ben, nasıl olur da kâinatı var eden Yüce Allah'tan utanmam!'
Meczup Hikâyesi
Bir meczup, Harem-i Şerif'te Yüce Allah'a münacat ediyordu. Aklıma geldikçe vücudum titrer hala. Gönlü yaralı meczup, yana yakıla şöyle dua ediyordu:'Allah'ım! Beni bağışla, zillet içinde bırakma! Bırakırsan eğer, kimse tutamaz elimden. İster lütfünle çağır, ister kapından kov; eşiğinden başka yere sürecek başım yok benim! Allah'ım; ne kadar yoksul, çaresiz olduğumuzu biliyorsun. Kötülüğü emreden nefsin kölesi olmuşuz biz. Bu azgın nefis, öyle hızlı koşuyor ki; dizgini, akılla zapt edilecek gibi değil. Bir başına nefisle şeytanı kim yenebilir? Karınca, kaplanlarla nasıl dövüşebilir ki! Bana bir yol göster ve bu düşmanlardan beni, sen muhafaza buyur.
Mecusi Hikâyesi
Mecusi'nin biri, kapılarını dünyaya kapayıp kendini bir putun hizmetine vermişti. Aradan birkaç yıl geçti. Alnının yazısı, bu kötü mezhepli Mecusi'yi önemli bir sorunla karşı karşıya getirince çareyi putunda arayıp iyilik ümidiyle hemen ayaklarına kapandı; 'Ey put! Zor durumdayım. Üstelik canım da tehlikede. Ne olur merhametinle elimden tutup bana yardım et!' Ancak ne kadar dil döktüyse de putun ona yararı olmadı. Başındaki sineği kovmaktan aciz putun adama ne faydası dokunur! Neyse Mecusi, bu duruma hayli içerlenip hiddetli bir dille bağırıp çağırmaya başladı; 'Hey ahmak put! Sana kaç yıldır boşuna mı taptım? Ya şu işimi yaparsın ya da yapması için Allah'a giderim!' Puta ettiği secdelerin toprağı henüz yüzündeyken, Yüce Allah onun dileğini kabul etti. Ömrünü hakikati aramakla geçiren bir zat, bu duruma hayret etti. Kafası karışık bir halde şunları aklından geçirdi; 'Batıla tapan alçak bir sersem, puthanenin şarabıyla sarhoşken, üstelik daha gönlünü küfürden ve elini hıyanetten yıkamamışken; Yüce Allah, nasıl olur da dileğini kabul eder, bir türlü anlayabilmiş değilim!' Karman çorman aklı ve kararsızlıktan perişan kalbiyle zat, işin sırrını düşünürken; gönül kulağına şöyle bir ses dokundu; 'O eksik görüşlü, sersem ihtiyar; putun önünde çok yalvardı ve fakat hiçbir dileği kabul olmadı. Eğer niyazı bizim dergâhımızda da kabul olunmasaydı, sanem ile Samed arasında ne fark kalırdı?'
(Sanem, put demektir Samed ise her bir şey kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan; noksansız, kusursuz anlamında Allah'ın sıfatlarından biri.)
Anmak
Sultanın biri; 'Bizi hiç andığın oldu mu?' diye sordu bir zahide. Zahit; 'Evet sultanım' diye cevap verdi, 'Ne vakit Allah'ı unuttuysam sizi andım durdum.'
Allah, birini kapısından kovarsa
O zavallı her yana koşar durur.
Fakat Allah birini çağırmışsa da
Onu kapı kapı dolaştırmaz.
Minnet
Hatem-i Tai'ye sordular: 'Dünyada kendinden gönlü daha büyük birini görüp duydun mu?'
Cevap verdi: 'Evet! Bir gün Arap beylerini davet etmiş, kırk deve kestirmiştim. Ziyafet sonrası çölde gezintiye çıkmıştık. Bir adam görmüştüm. Dikenleri kırıp kendine barınak yapıyordu. Ona Hatem'in ziyafetine niçin katılmadığını sormuştum. Bana bakıp cevap verdi: Kendi elinin emeğini yiyen kimse Hatem-i Tai'ye minnet etmez.
'Ya işte böyle dostlar! O, kanaat ve fazilet bakımından benden çok çok üstündür.'
(Hatem-i Tai eski devirlerde yaşamış, cömertliğiyle meşhur bir zat.)

Bu yazı 1518 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum