Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Bir Yılbaşı Akşamıydı

02 Ocak 2017 - 14:00

Masallara inanırım. Kaf dağına, anka kuşuna, yedi başlı ejderhaya, kötülüğe, iyiliğe, insana dair her şeye. Hatta bir masal ne kadar irrasyonel ise o kadar inanılmayı hak ettiğine de inanırım.
Modern, rasyonel insanın masallar çağındaki insanlara nazaran masallara daha çok inandığını bilmeyeniniz var mı bilemiyorum. Modern masallara; sinemaya, dizilere. Bu neden böyledir diye sormayın, çünkü bu bir ihtiyaç. Kandırılma ihtiyacı. İnsanoğlunun kandırılmaya ihtiyacı var. Bunun için hayal kurar, başkalarının hayallerini beğenir, hayal ettiği müddetçe yaşar. Buna teselli olma ihtiyacı da diyebilirsiniz.
Masal demek mesel demektir, yani kıssa yani hisse. Bunun içindir ki bütün masallar hayatın bağrından kopup gelir.  Tıpkı Andersen'in Kibritçi Kız'ı gibi. Bir yılbaşı akşamıydı diye başlar ve kibritçi bir kızın masalını anlatır bize Danimarkalı masal ustası Andersen.
'Bir yılbaşı gecesiydi, hava soğuktu. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çocuğu. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine giderdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını üvey babasına söylemekten çekiniyordu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.
Zavallı kız, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı' Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşler de sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgâr esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağızın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.
Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı: Bir yaz gecesi' Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor' Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu.
Derken bir yıldız kaydı. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü' diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş'
Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha yaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu' Geldi, geldi' Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü'
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın küçücük ölü bedenini buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış, dediler'
Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.'
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir kız çocuğu varmış' Gökten bir yıldız kaymış' Andersen, yüreğinde neler yaşamış' Bir çocuk ölümden ne anlarmış' Kar yağıyormuş' Bir yılbaşı akşamıymış.
 

Bu yazı 1586 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum