Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Andre Gide'in Günlükleri

17 Ekim 2016 - 10:47

Günlük türü tarihte ilk olarak önemli bazı tarihi olayları kaydetmek biçiminde ortaya çıkmış olup edebi bir tür olmaktan uzaktır. Günlüğün ortaya çıkmasında hümanizmin etkisi olmuştur diyebiliriz. Çünkü hümanizm, insanı merkeze almaktadır. İnsanın önemsenmesi demek, günlük uğraşılarının da önemsenmesi demektir. Edebî bir tür olarak 19. yüzyıldan itibaren Batı edebiyatında yer bulduğunu söyleyebiliriz. Batı edebiyatında Gogol, Virginia Woolf, Andre Gide, Franz Kafka, Tolstoy gibi ünlü yazarların günlükleri meşhurdur.
Osmanlı Devletinde padişahların günlük yaşamlarının kaydedildiği Ruzname adı verilen metinleri, günlük türünde örnekler olarak kabul edebiliriz. Osmanlı saraylarında Ruzname tutmak bir gelenek haline gelmişti. Ancak günlüğün edebi tür olarak edebiyatımızda görülmesi Tanzimat Dönemi'nde olmuştur. Tanzimat Dönemi'nde Direktör Ali Bey'in doğu gezisi sırasında yazdığı 'Seyahat Jurnali' bu dönemde yazılmış ilk günlük olarak kabul edilir.
Bu gün Andre Gide'in Günlüklerinden altını çizdiğim bazı notları sizlerle paylaşmak istiyorum. Andre Gide, 22 Kasım 1869'da Paris'te doğdu ve 19 Şubat l95l'de aynı kentte öldü. Ailenin tek çocuğuydu. Yirmi yaşında Paris'teki Alsace Okulu'ndan mezun olduktan sonra, yaşamını yazarak, yolculuk ederek ve müzikle uğraşarak geçirdi. 1947 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü aldı.
Yaşamı boyunca toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütünün, bireyin içtenliği ve kendisini tanıması olduğunu savundu. Edebi, siyasal ve toplumsal sorunlara karşı hoşgörülü bir tutum benimsedi. Genel ahlak anlayışının karşısında bireysel özgürlüklerin savunucusu oldu. Ama aynı zamanda 19'uncu yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli hümanist ve ahlakçı yazarı olarak tanındı. Bu kısa tanıtımdan sonra 1997 yılında Fuat Pekin tarafından çevrilen ve M.E.B. yayınlarıca yayınlanan Günlükten  parçalara geçebiliriz.
'Görünmek hevesine kapılmamak. Olmak, tek önemli şey. Kahraman kendi selametini düşünmemelidir bile. Çünkü kendi rızası ile, bir alın yazısı olarak, hatta lanetlenmeyi göze alarak, başkaları için, her şeyi belirtmek için kendisini vakfetmiştir.'
'Tanrım, gene sana geliyorum; çünkü öyle sanıyorum ki, seni tanımanın dışında ne varsa hepsi boştur, manasızdır. Nurlu yollarında bana rehber ol. Dolambaçlı yollardan gittim ve sahte varlıklarla zenginleştiğimi sandım. Tanrım, acı bana; tek gerçek varlık senin verdiğin varlıktır. Zengin olmak isterken fakir düştüm. Bütün bu didinmelerden sonra kendimi en fakir buldum. Geçmişteki günleri hatırlıyorum, dualarımı hatırlıyorum. Tanrım! Eskiden olduğu gibi, beni ışıklı yollarına götür. Tanrım, beni kötülükten koru. Ruhum tekrar övünebilsin; ruhum bayağılaşmak üzere idi; nolur, o geçmiş günlerin savaşı, dualarım boşa gitmiş olmasın...'
'Bu sahte zenginlikler bizi yanıltmaktadır; fakirliğimizi görmediğimiz için Tanrı'yı aramaz oluruz. Bu sahte zenginlikler çok olduğu için insan kendini zengin sanır; onlardan elimizde o kadar çok var ki, sayılamayacak kadar çok... İnsanı zengin yapan tek bir varlıktır: O da Tanrı'dır. Ve bu varlık bir tane olduğu için, ona sahip olduğumuzu veya olmadığımızı pekâlâ biliriz. O'nu saymak kolaydır; bir tanedir; insanı ihya eder ve bu sebeple huzura kavuşturur. Ah Tanrım, yalnız seninle baş başa kalacağım saat ne zaman gelecektir?'
'İnsanın hayatı, insanın hayalidir. Ölüm saati gelince, kendimizi, geçmişte aksetmiş göreceğiz ve yaptıklarımızın aynasına eğildiğimiz zaman, ruhlarımız ne olduğumuzu tanıyacaktır. Bütün ömrümüz kendi kendimizin silinmez bir portresini çizmekle geçer. İşin korkunç tarafı bunu bilmediğimizdir. Kendimizi güzelleştirmeyi hiç düşünmeyiz. Bunu ancak kendimizden bahsederken hatırlarız; kendimizi överiz; fakat o müthiş portremiz sonunda, bizden yana olmayacaktır. Hayatımızı anlatırız ve kendimize yalan söyleriz; fakat hayatımız yalan söylemeyecektir; o, Tanrı'nın huzuruna her zamanki haliyle çıkacak olan ruhumuzu hikâye edecektir.'
Şairin gerçekten fevkalade iki kabiliyeti: istediği zaman kendini kaybetmeden, istediği şeylere kendini koyuvermek imkânına sahip olması ve şuurlu olarak da saf kalabilmesi. Bu iki kabiliyeti tek bir kabiliyete sığdırmak mümkündür: bir arada iki aynı kişiliğe sahip olabilmek.
George Eliot der ki: "Bizim fiillerimize tesir ettiğimiz kadar, onların da bizim üzerimizde tesiri vardır."
Joubert der ki: "itidal, melek gibi heyecanlı olmaktan başka bir şey değildir." Bunu iyice anlamak için Mozart'ı düşünmek gerekir.
Hıristiyanlık her şeyden önce teselli eder; fakat yaradılışlarında mesut olup ta, teselliye ihtiyaç duymayan ruhlar vardır. Hıristiyanlık işte böylelerini tesir edemediği için, sonunda bedbaht etmeğe başlar.
'Ah! düşüncem sadeleşebilseydi... Bazen bütün bir sabah, bir şey yapamadan, her şeyi birden yapmak istemenin korkunç ıstırabı içinde kıvranıp duruyorum. Öğrenim isteği, benim için en korkunç eğitimdir. Şurada önümde, hepsini birden okumağa başladığım yirmi kitap var. Hepsini birden okumak isteğiyle hiçbirini okumadığımı söyleyecek olursam güleceksin.'
'Lessing'in hayatı. Voltaire, ona karşı haksızca hareket etmişe benziyor. 17 yaşına kadar ömrü yalnız kitaplar arasında geçmişti; bu kibar ve canlı toplum hayatı onu hayrette bırakır. Bir bilgindi o henüz bir olgun adam değil; ilmi onu tedirgin ediyordu. Gölgesi olmayan Peter Schlemihl odur; güç bela selam verebiliyordu. İlahiyat öğrenimi için gelmişti; ama eskrim ve dans öğreniyordu. Ondan bu harikulade sözleri aktarmak iyi olacak':
"İnsana değerini veren sahip olduğu ya da sahip olduğunu sandığını hakikat değil, fakat onu elde etmek için harcadığı samimi emektir. Çünkü insan, sahip olmakla değil, fakat hakikati aramak yoluyla gücünü artırır ve olgunluğa ulaşır. Eğer Tanrı, bütün hakikati tamamıyla sağ elinin içinde, hakikate doğru sonsuz yönelişi hatta her zaman yanılmak şartıyla sol elinde tutsaydı ve bana: Seç, deseydi; alçak gönüllülükle sol eline sarılır: Ver, Tanrım! çünkü saf hakikat ancak sana layıktır, derdim."
Hakikat Tanrı'nındır düşünce insanın. Bazıları düşüncelerle hakikatleri birbirine karıştırırlar. "Hakikatların, kendilerini meydana getiren düşüncelerden sonra gelecekleri doğru değil midir?" (Leibniz, Yeni Denemeler.)
'Tanrı'yı bilmek, O'nu aramaktır. Pascal, İsa'nın ağzından şöyle der: "Eğer beni bulmamış olsaydın, beni aramayacaktın." O'nun bir defa varlığının farkında olduktan sonradır ki, O'nun kutsal varlığını her yerde yeniden bulmak ihtiyacını daha çok duyarız. Bundan böyle Tanrı'yı ancak her şeyi incelemek suretiyle tanımaktan başka bir şey dilemiyorum. Başkalarının "minnet" dedikleri, öyle sanıyorum, bendeki hayranlıktır. Her zaman daha belirli, daha aydın olmasını istediğim bu hayranlık bana vazife sevgisini tattırdı.'
'Ömrün dörtte üçü mutluluğu hazırlamakla geçer; ama buna bakarak geri kalan dörtte birinin tadını çıkartmakla geçtiği sanılmamalı. Bu çeşit hazırlık alışkanlığı insanda o kadar çok yer etmiştir ki, kendi hazırlıklarını bitirince, başkalarınınkine başlar; böylece o eşref saat, ölümden sonrasına kadar geciktirilmiş olur. Ölümsüz hayata bu kadar inanma ihtiyacı işte bu yüzdendir. En büyük akıllılık gerçek mutluluğunu bu hazırlıklara bağlı olmadığını anlamaktır. Olsa olsa içten bir hazırlık yeter.'
'Her duyuş, sonsuz, kutsal bir varlık demektir. Geçici çalışmalarımdan kendimi biraz kurtarmak için Rod'un Goethe'ye ait denemesini okuyorum. Hayatta hiçbir şey bu büyük çehrenin seyri kadar beni sükûna kavuşturamazdı. (Gelgelelim, Rod'un makalesi iyi değil.)'
'Yolculuğa çıkmadan önce bütün günlüğümü yeniden okudum ve bunu anlatılamaz bir tiksinti ile yaptım. Bu günlükte ancak gurur buluyorum. Hatta maksadımı ifade ederken bile gurur var; her vakit bir iddialı taraf; ya derinlik, ya fikir iddiası var.'
Gide'den bu kadarla iktifa edelim. Ne dersiniz. Sizde de bir günlük yazma fikri oluştu mu? Belki Gide gibi yazamazsınız, hiç önemli değil; önemli olan kendi tarzını yaratmak değil mi? Orhan Pamuk kendi tarzını, Bob Dylan kendi tarzlarını yarattıkları için Nobel aldılar. Nobel almak da önemli değil. Önemli olan, geçip giden zamanı yaşatmak. Bir günlükte, bir hatıratta, bir şarkıda. Önemli olan;
Avazeyi bu âleme Davud gibi sal,
Baki, kalan bu kubbede bir hoş sâdâ imiş.

Bu yazı 1284 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum