Prof.Dr.Ayşe İLKER

Prof.Dr.Ayşe İLKER

ayseinceilker@gmail.com

Esat Ağabey,Meral Abla,İbrahim ve Ömer!

06 Ağustos 2016 - 01:59

Onlar, bizim çocukluğumuzu geçirdiğimiz evin dip komşularıydılar. Dip dibe, duvar duvara, pencere pencereye yaşanan komşuluk ilişkileri içinde, öğrenmeye ve dünyaya açılan kapılarımızdılar...
Hem komşu kapısıydılar hem bilginin ve hünerin...
Esat Ağabey, Denizli'de yatılı lisede okumuş ve İstanbul Teknik Üniversitesini kazanmıştı. Lisedeyken tasavvufa ve Arapça'ya merakı vardı.
Uzaktan akrabamız olan ve Şam'da bir müddet dini eğitim alan Kasım Ağabey bize geldiğinde, Esat Ağabeyin soracak çok sorusu olurdu. Heyecanlı, meraklı, dikkatli ve okuyan bir genç adamdı.
Adı, aslında Emel idi. Ama bu adı, kızlara verilen bir ad olduğunu düşündüğü için değiştirmek ve "Esat Nadir" yapmak istiyordu. Niçin bu adları almak istediğini uzun uzun anneme anlattığını hatırlıyorum.
Galiba Esat Mahmut Karakurt'un ve Kerime Nadir'in adlarını ilk olarak ondan, yedi sekiz yaşlarımdayken duydum. Sonra, Kerime Nadir'in kitaplarını annem okuduktan sonra ben de okudum, sanırım bunlar komşumuzdan bize açılan kanallardı.
Meral Abla, Manisa Kız Öğretmen Okulunda okuyordu. Esat Ağabey ile 
tatile geldiklerinde, evlerini bir baştan bir başa yeniden düzene koyarlar, her şeyi siler süpürür ve yerleştirirlerdi. Ömer, Neşe ile benim akranım ; İbrahim de ağabeyimin akranıydı. Esat Ağabey ve Meral Abla'ya göre Neşe, Ömer ve ben epeyi küçüktük.
Meral Ablaya annemin diktiği giysileri, dantelli iç eteklerimizi gösterirdik. 
Esat Ağabey, Ömer'in üzerinde çok durur ve onun zekasına güvenirdi. 
Bahçelerimizde, erik ve ayva ağaçlarının altında serpilip gelişen düşüncelerimiz ve hayallerimiz hiç baltalanmazdı.
Esat Ağabeylerin ön bahçesinde büyük bir çam ağacı vardı. O çamın dallarında oturur ve çamın yapraklarından zincirler örer, boynumuza takardık.
Hiç unutmuyorum, yine çam ağacının dallarında hem zincir örüyor hem kelime oyunu oynuyorduk. O gün ilk defa "tevazu" kelimesinin karşılığının "hoşgörü" olduğunu Esat Ağabeyden öğrenmiştim. Dahası gelmişti, "mütevazı:hoşgörü sahibi"
O bahçe, okul gibiydi; zaten ödevlerin çoğunu güzel havalarda hep bahçede yapardık.
Meral Abla, çok temiz giyinir, annemin diktiği giysilere, ördüğü elişlerine gıptayla bakardı. Annem, Türkan Şoray'ı severdi, bir kartpostalı vardı büyük konsolumuzun aynasının önünde. Esat Ağabey, o fotoğrafın orada durmasını dini duyarlığından dolayı istemezdi. Ağabeyim ve İbrahim, onunla sabah namazına gitme planları yaparlar ve ellerinde kitaplarla küçük filozoflar gibi Esat Ağabeye dönerlerdi yüzlerini.
Sonra sonra, Esat Ağabeydeki o ateşli haller kalmadı, söylemleri farklılaştı.
İbrahim ve Ömer de bundan nasibini aldı.
1980 öncesi parçalanmış hayatları, tam da dibimizde sahneye koydu kader, dip komşumuzda. Önce babaları Kulalı Mehmet Amca, sonra İbrahim ve anneleri Adile Teyze... Böyle deyişime bakmayın, o mahallenin özgül ağırlığıydı onlar. Adile Teyze, zeki bir kadındı, örnek çıkarmakta, hesap yapmakta üstüne yoktu. Mehmet Amca, sağlam duruşlu bir esnaftı, yalan dolan, riya bilmezdi. Kader, onları birer birer aldı. Eryılmaz ailesinin üç ferdi kalmıştı geride: Esat, Meral ve Ömer!
Geçtiğimiz Pazartesi günü Esat Ağabey de ayrıldı aramızdan.
Gülhan, mesaj yazdı telefonuma: "Ayşe Abla, Esat Dayımı kaybettik!
Ah Gülhancığım!
Aslında kaybettiğimiz sokağımız, mahallemiz! Mütevazı ve rakik beyefendiler, natıkası latif medeniyet çocukları...
Kaybettiklerimiz onlar, lisanı düzgün, mantığı kuvvetli ve terbiyeyi, edebi sessizce gerçekleştiren öz vatan evlatları...
İlme, irfana ve hasbiliğie dair ne varsa gösterişsizce bulabileceğimiz sokak sakinleri, mahallenin kıymetli taşları...
Mahallemizin, sokağımızın kıymetli taşları... Birer birer sökülüyor Nakıpağa'nın tarihinden. Söküldükleri yerlerden kelimeler ve hatıralar fışkırıyor ve belki de yeniden filizlenmek için başka taşların arasına dökülüyor!
Esat Ağabey, İbrahim hikaye kahramanım oldu; siz de çocukluğumun kahramanı olarak kalacaksınız kocaman bir "mütevazı" kelimesinin içinde!

Bu yazı 2677 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum