Prof.Dr.Süleyman Sami İLKER

Prof.Dr.Süleyman Sami İLKER

ssamiilker@gmail.com

Ne Olursunuz?

30 Ağustos 2022 - 16:46 - Güncelleme: 30 Ağustos 2022 - 16:47

Cümleye böyle başlayınca, vurgu (cümlenin gelişinden, gidişini öngörebiliyorsak, okunuş da değişir) niyetin, sözün nereye varacağı hakkında da bir fikir verir muhataba bir ön algı olarak. O nedenle, haber okuyucuları veya elindekini bir topluluğa okuyacak olanlar, yanlış vurgu ile yanlış bir anlamın çıkmaması adına, önceden okumaları veya hızlıca göz atmaları gerekir metne.
Sürekli hastalarla karşılaşan bizim gibi hekim taifesinin zihninde, kişiyi ilk gördüğümüz andan itibaren, neler soracağımız konusu hızla şekillenmeye başlar. Küçük bir grup dışında, yüksek kan basıncı hastalığı (hipertansiyon) ve şeker hastalığı, şişmanlık ile birlikte oluyor genellikle. Muayene odasına alıp, "hoşgeldiniz ve şikâyetiniz nedir" dedikten sonra, başka bir hastalığının olup olmadığını, varsa kullandığı ilâçlarını da sorarız hastamıza. Sorumuzu net anlayamayan -işitme sorunu vs- veya konuya dolambaçlı giren hastamızın sözünü keserek, "bugün buraya neden geldiniz, şikâyetiniz nedir" gibi, cevabı kısa ve net hale getirecek bir soru ile düzeltmeye çalışırız girizgâhı. Çoğu zaman öngördüğümüz sorunlar vardır hastamızda.
Şeker ve/veya yüksek kan basıncı hastalığı olanlara, incitmemeye de özen göstererek, "biraz kilo vermeniz halinde, hastalığınızı kontrol etmek daha kolay olacak. Kilo verin. Vermek için önce istemek lâzım. Ekmek ve unlu gıdaları çok azaltın, akşam dokuzdan sonra bir şey yemeyin" gibi kısa ve net cümleler kurarım. Vakit dardır, başka sırada bekleyen hastalar da vardır çünkü. İlginç cevaplar da gelir; keşke verebilsem; ben hiç ekmek yemiyorum ki, sadece şu kadar; ekmek yemezsem doymam ki, gibi. Hatta ekmek yemediğini söyleyen yaşlı ve şisman bir bayan muhatabım, daha öğle olmamış iken, dört muz yediğini söyleyince çok gülmüştüm. Yatıncaya kadar sayı kaça çıkacak acaba diye.
Bir kısım muhatap da, sözü üzerine almak istemez; bende kilo mu var, der gibidir bakışlarıyla. Kabul eden çoktur, durumunun farkındadır. Rahatsız olan da olur tabii ki. Biz de, "bakın burada hekimlik hak ve yetkimi kullanmak durumundayım. Dışarıda olsanız karışamam zaten. Kitabın ortasından konuşmazsam, yanlış olur" der, konunun ciddiyetini anlatmaya, hastalığın muhtemel seyrini, sebep, sonuç ve çareleri konusunda birşeyler söylerim. Tamamına yakın muhatap, saygı ile karşılar, hak verir, ama çare konusunda irade yetersizliğini de ifade ederler bir çok kez.
Sözü kısa tutmak isterim. Ne olursunuz ekmek ve unlu gıdaları çok azaltın. Hedef, öncelikle üçte bire düşürmek olmalı. Tam bırakmak zor. Mümkün olsa, her gün için üçyüz gram zayıfladığınızı göreceksiniz. Hayatınızın seyri -olumlu anlamda- çok değişecek, emin olun. Genç -ruhen de- okurlarımıza, bu konularda birşeyler okumanın, dinlemenin de çok iyi, irade güçlendirici olduğunu söylemek isterim.
Dünyayı kirleten, iklimi zora sokan hemen her şeyin arkasında hidrokarbonlar (petrol ürünleri, kömür vs) olduğunu biliyor veya okuyoruz. İnsan vücudunun da temel ihtiyaçlarından olan karbonhidratlar (tahıllar), dozu iyi ayarlanmazsa, çevre gibi, sağlık sorunlarına yol açtığını biz hekimler, net olarak biliyoruz. İkisi de karbon ve hidrojen içeren, enerji veren maddeler. Erken yaşlanma sebebidir de, unlu gıdalar aynı zamanda.
Ne olursunuz sözünü -rica ediyorum, uyarıyorum- anlamı dışında; -vurgusuz- sağlıklı, mutlu, üretken, ilâçsız (veya daha az ilâç) olursunuz, dilek ve temennisi ile bitireyim.
GÖBEK DEĞDİ
Birkaç gün önce, seyahati çok seven, ama sıradan bir gezgin/seyyah değil, çok bilinçli, okuyup araştırarak gezen bir meslektaşımızın/arkadaşımızın ani kan basıncı yükselmesine (hipertansiyon) bağlı olarak fenalaştığını, hastaneye kaldırıldığını ortak bir gruptan öğrendim. Arkadaşları olarak hepimiz üzüldük. Hep iyi haberini bekledik. Dört gün sonra da durumunun düzeldiğini öğrendik.
Dün, birkaç seyahat resmiyle birlikte, bir teşekkür notu paylaşmış bizlere. Notunda; "Karadeniz yaylalarını gezerken dağ hastalığına yakalandım. Arkadaşlar bana nazar değdi, diyorlar. Uyarıldım, daha az gezeceğim ve daha az paylaşacağım" ifadesi yer alıyordu.
Notun altına bir başka meslektaşımız, dostça; "Nazar değmez! Seni uzaktan gıpta ile izliyorum. Kimse kendini aldatmasın. Sana göbek değdi! Bu bir uyarı, arkası gelecek. Amma göbeği kaybetmez, zayıflamaz, hayat tarzını değiştirmezsen. Dost acı söyler" şeklinde cevap yazmış.
Yine bugün hastanede, odama gitmek için asansöre bindim. Yüzüm kapıya doğru. Bir başka genç insan da benimle binmişti asansöre. Onun da cephesi gösterge alanına doğru. Yani yandan görüyorum. Öğretim üyeleri katı olan üçüncü katın düğmesine (buton değil) benden önce bastığı için, acaba henüz tanışmadığım genç bir öğretim üyesi mi, diye düşünüyorum o sırada. Asansör yükselirken, merakımı giderme duygusu baskın çıktı. "Afedersiniz, siz hangi bölümdensiniz" dedim. Biraz şaşkınlıkla, hocam ben dordüncü sınıf öğrencisiyim. Fazla mı yaşlı görünüyorum, dedi.
Estağfurullah veya hayır diyemedim. Çünkü hayli kilolu ve gerçekten daha büyük bir yaşta görünüyordu. Ama ben yine de onun gönlünü almak istedim. Gençlere hediye edilmek üzere odama götürmekte olduğum, bez pazar çantası içindeki Ömer Seyfettin'in Ashab-ı Kehfimiz: Bir Ermeni Gencinin Hatıraları/ Boyalıkuş y. 2017, 84 sayfa, 10,05 TL bkmkitap (Anlamı: Bizim yedi uyurlarımız) adlı kitabın nüshalarından birini kendisine uzattım. Aldı, teşekkür etti, buruk bir tebessümle.
Ne olur kendimize iyilik yapalım; ekmek ve unlu gıdaları üçte bire düşürelim. Acıkmadan yemeyelim. Akşam yemeğinden sonra yenip içilenlerin çoğu, aç olduğumuz için değil, keyf/haz için. Hatta günde iki öğün yiyelim. Akşam 8 veya 9'dan sonra kalorili hiçbir şey yiyip içmeyelim. Gece orucu da şifadır.

Bu yazı 648 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum