Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-78

28 Ekim 2019 - 18:32

Halil Efe, yaşadığı bu günü hiç unutamadı. Hatırladıkça güldü, güldü, güldü. Ancak, bir müddet sonra bu gülmeler, yerini derin düşüncelere bıraktı. Ne zaman yalnız kalsa; gözünün önüne siyah başörtüsü ve uzun siyah mantosuyla atının üzerinde çevik hareketlerle atış yapan Asker Makbule geliyordu. Onu, bir de çiçekli elbiseler içinde hayal ediyor, hayranlığı büsbütün artıyordu. Bu hayaller, zamanla daha da tatlı bir hâl aldı. Makbule'yi beyaz gelinlikler içinde düşünmeye başladı. Bir çete reisinin ancak böyle bir zevcesi olabilirdi. Rahatı huzuru kalmamıştı. Gözünü yumsa onu görüyor, açsa yine onu görüyordu.
               Bir gün, Pehlivan Ağa ile yalnız kaldıklarında Pehlivan:
               -Halil, son günlerde sende bir hâl görüyorum; rengin soldu, kimseyle konuşmuyor, devamlı düşünüyorsun. Bir derdin mi var? Hadi söyle! Dedi.
               Halil Efe, birden irkildi, kendini toparladı, etrafına bakındı:
               - Yok, Dayı bir şey! Dedi.
               Parti Pehlivan, görmüş geçirmiş halden anlayan biri olduğundan inanmadı:
               - Saklama Halil! Âşık mısın sen yoksa? Diye sorunca, Halil Efe birden boşalıverdi:
               - Evet Dayı! Öyleyim herhalde! Dedi.
               Parti Pehlivan bir kahkaha attı:
               -Kimmiş benim dağlar şahini yeğenimin gönlünü çalan talihli kız? Söyle hele! Deyince:
               Halil Efe, yaşadıklarını bir bir anlatmaya başladı Pehlivan Dayı'sına. Sözü bitince Pehlivan:
               -Hemen yarın istemeye gidiyorum Makbule'yi. Şöyle davullu zurnalı bir düğün yapıp şenlenelim biraz bre, diyerek ayağa kalktı.
               Halil Efe'nin yüzü biraz mahcup, biraz mutlu bir hâl almıştı, bir şey söylemek istedi ancak vazgeçti, duvarda dayalı tüfeğini alarak o da ayağa kalktı.
               Ertesi gün, Parti Pehlivan Ağa yanına kayınpederi Molla Mehmet Efendi'yi de alarak doğruca Divan Mahallesi'ne, Ali Ustaların evine gitti. Onları, Makbule'nin ağabeyleri İbrahim ile Asım karşıladılar. Evin bahçe tarafındaki büyük pencereli aydınlık odasına oturdular. Hal hatır soruldu, kahveler içildi. Parti Pehlivan bakışlarını Molla Mehmet Efendi'ye çevirdi. Onun bakışlarından ne demek istediğini anlayan Molla Mehmet Efendi hemen konuya girdi:
               - Evet biraderler! Sebeb-i ziyaretimizi merak ediyorsunuzdur umarım. Evet, ziyaretimizin sebebi; Allah'ın emri ve Peygamber Efendimiz'in kavli ile dünyalar güzeli kardeşiniz Makbule'yi, yiğitler yiğidi oğlumuz Halil Efe'ye istiyoruz.
               Beklemedikleri bu talep karşısında şaşıran Makbule'nin ağabeyleri birbirlerine baktılar, bir süre ne diyeceklerini bilemediler, sonra İbrahim:
               -  Emir Allah'ın! Biz ne diyebiliriz? Ancak, validemize ve Makbule'ye bir soralım hele, dedi.
               - Tabii, onların görüşü sorulmadan olmaz elbette. Biz vazifemizi yaptık. Siz görüşün, konuşun sonra bize kararınızı bildirirsiniz. Biz müsaadenizle kalkalım,  dedi Molla Mehmet Efendi ve Parti Pehlivan'a dönerek:
               -   Haydi, oğlum Pehlivan! Diyerek ayağa kalktı. Parti Pehlivan da kalktı.
               -  Müsaade sizin, buyurun Allah'ın izniyle gidin, diyerek İbrahim de ayağa kalktı, kardeşi Asım da onu takip etti. Hep birlikte odadan çıkarken Parti Pehlivan gülerek:
               - Muştulu haberlerinizi bekliyoruz ha biraderler, Makbule kızımız Halil'e hayır demez, bizi fazla bekletmeyin emi, dedi.
               İbrahim ile Asım güldüler, tamam der gibi başlarını salladılar. Avlu kapısından misafirleri uğurlayıp geriye döndüklerinde ikisi de düşünceliydi. Bir süre hiç konuşmadılar. Tam konuşmaya niyetlenmişlerdi ki kapı açıldı anneleri Zeliha Hanım odaya girdi. Oturmadan sordu:
               - Niye gelmiş Efeler!
               - Şey anne! Dedi durdu İbrahim, arkasını Asım getirdi:
               - Makbule'yi istediler anne!
               - Kime? Diyerek sesini yükseltti Zeliha Hanım.
               - Halil Efe'ye, dedi İbrahim.
               Zeliha Hanım ne diyeceğini bilemedi, sustu, bir süre konuşmadı nice sonra sordu:
               - Peki, ne dediniz?
               - Ne diyebiliriz anne? Size sormadan, Makbule'nin görüşünü almadan'
               - Makbule acaba ister mi çetelerle evlenmeyi?
               - Bana sorarsanız Makbule ister, istememesi için bir sebep yok anne dedi Asım.
               -Halil Efe iyi çocuk, yiğit çocuk ama netice de çete. Ali Ustalar, çetelere kız verdi mi dedirttireceğiz el âleme?
               - Evet, anne çetelere kız verdiler diyecek herkes.
               - Vermeyelim öyleyse! Zorlan mı alacaklar?
               - Oğlum, o zaman da bunlar çetelere karşı derler de çete düşmanı olarak adımız çıkarsa'
               - Annem haklı, bu daha kötü olur.
               - Makbule de nerde kaldı? Gelse de bir konuşsak!
               İbrahim pencereye doğru eğildi:
               - Avlu kapısı kapandı, geldi galiba!
               Biraz sonra odanın kapısı açıldı. Elinde siyah başörtüsü ve tüfeği, dağılmış saçları ve lale gibi kızarmış yanaklarıyla Makbule kapıda göründü.
               - Gel kızım! Dedi annesi, Makbule'nin içeri girmesini bekledi. Makbule gelip annesinin yanına oturdu, derin bir nefes aldı.
               Zeliha Hanım:
               - Gene yormuşsun kendini, iyice arttırdın bu talimleri, çete olmaya mı niyetlendin ne?
               - Anneciğim, ben evde oturdum mu yoruluyorum, böyle halimden memnunum, dedi Makbule saçlarını arkada toplayıp tuttu, uzun kirpikli kara gözlerini annesinin ve ağabeylerinin üzerinde gezdirerek:
               -  Nedir bu haliniz? Yüzünüzden düşen bin parça!
               Zeliha Hanım:
               - Kızım seni istemeye geldiler.
               - Beni istemeye mi?!! Kim! kimler?
               - Kimler olacak; çeteler!
               Makbule'nin yüzü gevşedi, memnun bir ifade aldı.
               - Sevindin herhalde kızım, dedi Zeliha Hanım.
               Makbule kendini toparlayarak:
               - Neye sevineyim? Daha kimin istediğini bilmiyorum ki!
               - Çeteler dedik ya işte!
               - Kimmiş o çeteler? Türlü türlü çete var. Siz, vatan için silaha sarılanlara da çete diyorsunuz.
               - Ne yani, onlar çete değil mi?
               - Değil tabi!
               - Ama herkes çete diyor!
               - Makbule haklı anne, dedi Asım. İbrahim tamamladı:
               - Çete, halkı soyan, kendi çıkarı için savaşan, zorba eşkıyalara denir. Vatanı, milleti ve namusu için dağa çıkan, eşkıyalarla ve işgalcilerle savaşan mücahitlere çete dememiz doğru değil.
               - Doğru söylersiniz oğlum amma, netice de; elde silah, at üstünde dağlarda'
               Annesi sözünü bitirmeden Makbule:
               - Mevzuyu nereye götürdük, boş verelim bunları, beni kim istedi siz onu söyleyin, dedi.
               İbrahim:
               - Kardeşim, bugün Parti Pehlivan Ağa ile Molla Mehmet Amcan geldiler, seni Halil Efe'ye istediler, iyi mi? Dedi.
               Makbule'nin yüzü biraz daha mutlu bir hâl aldı, önüne baktı:
               - Peki, ne dediniz onlara?
               - Ne diyelim! Makbule bilir, deyip gönderdik. Ne diyorsun, münasip mi, istiyor musun?
               - Siz bilirsiniz, büyüklerim varken bana söz söylemek düşmez ağabey.
               - Hayda!.. Biz mi bileceğiz, yani bize mi bırakıyorsun bu mühim kararı?
               - Evet, size bırakıyorum, deyip ayağa kalktı Makbule:
               - Müsaadenizle üstümü değiştireceğim, diyerek odadan ayrıldı.
               Odada yine üçü kalmışlardı, birbirlerine baktılar Zeliha Hanım:
               - Bu kız gönüllü, istiyor, dedi.
               - Evet, ama kati bir cevap vermedi, ne yapacağız? Dedi İbrahim kardeşi Asım'a bakarak.
               - Ben bilemem ağabey, dedi Asım.
               - Haydi, sabah ola hayrola! Herkes işine! Deyip yerinden kalktı Zeliha Hanım kapıya yöneldi.

Bu yazı 931 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum