Doç.Dr.İbrahim KOÇ

Doç.Dr.İbrahim KOÇ

49ibkoc@gmail.com

Anılarım-162

13 Haziran 2025 - 12:41 - Güncelleme: 13 Haziran 2025 - 12:42

EDİRNE GEZİSİ
Yeni bir dil konuşmak; yeni bir dünyanın ve kültürün kapılarını açmaktır.” – Frantz Fanon
Ülkemiz, tarih boyunca değişik kültürlerin hüküm sürdüğü, iki kıtanın birbirine bağlandığı bir kavşak noktasında yer almaktadır. İnsan toplulukları savaşlar yüzünden topraklarımız üzerinden batıdan doğuya, doğudan batıya geçip durmuşlardır. Topraklarımız üzerinde imparatorluklar kurulmuş yüzlerce yıl devam etmiş bir an gelmiş yıkılmıştır. Bunun yerine yenisi kurulmuş kendi hükmünü sürdürmüştür. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar bazen mutlu yaşamışlar bazen savaşlar yüzünden büyük acılar çekmişlerdir. Bu bulunduğumuz coğrafyada kültürler birbiri ile harmanlanmış insanlar kültür yönünden birbirlerinden çok şeyler öğrenmişlerdir. Öğrenmeye de devam etmektedirler.
İnsanlar ve kurumlar edindikleri deneyim ve birikimlerini bulundukları yerlerde uygulamış ve her bölge bir diğerinden farklı hale gelmiş ve bu fark o yörenin özelliği olmuştur. İnsanlar bulunduğu ortamdan çıkıp başka insanların yaşadığı diyarlara gidip onların yaşamlarını, kültürlerini, tarihi eserlerini, vs. gibi görmek ister. Artık günümüzde bu olay bir turizm sektörü haline gelmiştir.
Fırsat buldukça eşimle birlikte organize edilmiş ve haber verilen gezilere katılarak ülkemizin değişik yerlerini yakından görmeyi seviyoruz. Bu gezilerden birisi Edirne gezisiydi. Geziyi arkeolog Nezih Başgelen rehberliğinde yaptık.
Nezih Başgelen, çok değerli ve üretken bir arkeologdur. Onunla yaptığımız gezilerde kendisinden çok şeyler öğrendik. 1982’de kurduğu Arkeoloji ve Sanat Yayınları, yurdumuzun zengin tarihi eserleri, eski uygarlıkları hakkında araştırma, inceleme, el kitapları, kataloglar, gezi rehberleri gibi 21 temel dizi üzerinden 800’e yakın başvuru eserinin yayımını gerçekleştirmiştir. Kendisini adeta arkeolojiye adamıştır diyebiliriz. Yaptığımız gezilerde dikkatimi çeken önemli bir özelliği şuydu: Nereye gezi yapılıyorsa, mutlaka o yörede yaşayan bir ahbabı ile iletişim kurarak, gezi esnasında o kişinin grubumuzla buluşmasını sağlardı. Böylece hem kendi anlatımı hem de değerli ahbabının anlatımları ve yönlendirmesiyle ile bölge hakkında daha iyi bilgilenmemizi sağlardı.
Kendisinin üniversite sınavında tercih ettiği bölümlerin hepsi arkeoloji bölümü olmuş. Ailesi mühendislik veya tıp gibi bölümleri tercih etmesini istemesine rağmen, onların sözünü dinlememiş kendi isteğinde direnmiştir. Sonuçta birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümünü kazanmıştır. Kayınbiraderim Abbas Atamanla sınıf arkadaşı olmuştur. Kayın biraderim onun sınıfta çok başarılı bir öğrenci olduğunu söylerdi. Ayrıca eşim Emine Hanım’ın her üç kitabı onun sahibi olduğu Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından basılmıştır. 
Edirne’ye yapılan gezi sabah gidip akşam dönmek şeklinden yapıldı. 28 Şubat 2016 tarihinde, sabah kırk kişiye yakın gezginci ile İstanbul’dan otobüsle yola çıktık. Yaklaşık 250 km yola sahip olan İstanbul – Edirne arasını güneşli bir günde rahat bir yolculukla katettik. Yolda rehberimiz bize güzel fıkralar anlatarak yolculuğumuzun nasıl geçtiğini hissettirmedi bile. Her bir yolcu kendisini diğer arkadaşlara tanıttı. Böylece grup birbirine daha iyi kaynaşmış oldu.
Edirne, 1361 de Sırpsındığı zaferinden sonra, I. Murat tarafından fethedilmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. İstanbul’un fethine kadar Edirne başkent olarak hizmet vermiştir. Bu gezide ilk durağımız Selimiye Camisi olmuştur. Selimiye Camisi, Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği muazzam bir eserdir. Dört minaresi ve kubbesi ile göz doldurmaktadır. Bu eser Padişah II Selim zamanında 1568 ile 1573 yılları arasında yapılmıştır. Selimiye Cami’si ve çevresinin gezilmesini takiben, buranın hemen yakınındaki lokantalarda Edirne’nin meşhur ciğer kebabı, öğle yemeğimizin ana yemeğini oluşturdu.
Yemekten sonra gezimize kaldığımız yerden devam ettik. İkici durağımız Trakya Üniversitesi’ne bağlı sağlık müzesi olarak kullanılan ve İkinci Beyazıt tarafından yaptırılıp 1488 de açılan II Bayezid Külliyesi idi. Bu külliyede o günkü adı ile darüşşifa ve tıp medresesi bulunmaktadır. Bu şifahane 400 yıl boyunca Osmanlı Rus savaşına kadar her türlü hastalığın tedavisinde hizmet vermiştir. Daha sonra akıl hastalarının tedavisine yönelik olarak kullanılmıştır.  Medresede dershane, uygulama odası, kütüphane, müderrislerin odaları, öğrenci odaları, personel odaları yer almaktadır. Gezi esnasında bu bölümler görülebilmektedir. 
Medresenin yanında şifahane (günümüzün hasta hanesi) bulunmaktadır.  Burada ilaç hazırlama, şurup hane, diş hastalıkları, göz hastalıkları, kulak burun boğaz, vb. gibi bölümler bulunmaktadır. Hastalıkların nasıl tedavi edildikleri resimlerle açıklanmıştır. Örnek verilecek olursa diş tedavisinin kızgın yağ veya demirle nasıl tedavi edildiği, göz kapağı hastalığının tedavi yöntemleri açıklanmıştır. O günkü koşullardaki değişik hastalıkların nasıl tedavi edildiği yazılı ve görsel olarak ziyaretçilere sunulmaktadır.
İnsan, bu gibi yerleri görerek modern tıbbın ne gibi aşamalardan bu günlere geldiğini daha iyi anlayabiliyor. Evliya Çelebi 1652 yılında ziyaretinden sonra II Bayezid Darüşşifası hakkında tarihe şu notu düşer: “Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılamaz”.
Bu külliye ayrıca, birçok dini ve sosyal yapıları içinde barındırmaktadır. Bunlar cami, imaret (yoksullara yiyecek yardımı yapan kurum), hamam, mutfak ve erzak depolarıdır.
Edirne’de görülmesi gerekli yerlerden birisi de Edirne Sarayı (Saray-ı Cedîde-i Âmire)’dır.  Edirne’de hanedana hizmet veren bu saray, şehir merkezinin dışında kuzeyde Tunca Nehri’nin batısında 3000 dönümlük bir araziye kurulmuştur. Saray, 1450 yılında yapılmaya başlanmış ve yıllar içinde yapılaşma sürmüştür. XIX yüzyılın başına kadar kullanılmaya devam etmiştir. Ancak Balkan Savaşları ve Osmanlı Rus savaşında saray büyük zarar görmüştür. Bu saraydan günümüze binaların çok az bir bölümü kalmıştır. Edirne Sarayı’nın büyük ölçüde yok oluşunun nedeni, 1877-78 yılındaki Rus işgalidir. 19. yüzyılın başındaki ilk Osmanlı- Rus Savaşı (1827-28) sonrası askeri malzeme ve cephanenin depolandığı saray, Edirne Valisi Cemil Paşa’nın emriyle 18 Ocak 1878 günü ateşe verilmiş ve bu yangın üç gün sürmüştür. Cemil Paşa ve Kumandan Ahmet Paşa’yı bu dönemde girdikleri kısır tartışmalar nedeniyle yaşanan felaketin sorumlusu olarak gören Dr. Rıfat Osman, Edirne Sarayı adlı eserinde konuyla ilgili olarak “Tarih şayeste-i rahmet veya lanet olacakları takdir eder” ifadelerini kullanır. [*]
Sarayın tahrip olmadan önceki yapıları,119 oda,21 divanhane (vezirlerin toplantı salonu),22 hamam,13 cami, 16 büyük kapı, 13 koğuş,4 kiler,5 mutfak,14 kasır, 5 meydan dan oluşmaktaydı [**].
Umarım bir gün bu saray da restore edilerek, atalarımızın mirası olarak insanların görmesine sunulur. Bu bir günlük gezi ile Edirne’yi tanıdım öğrendim demek imkansızdır. Ancak sadece genel olarak bilgi sahibi olunabilir. Bu vesileyle Tüm okurlarımın Kurban Bayramı’nı kutlar sağlıklı günler dilerim.                                                                                                                                                                                       [*] ( Erişim tarihi, 04.06.2025,Edirne Yeni Saray: Yok olmuş bir mirasın peşinde (milliyet.com.tr))

[**] Erişim tarihi: 25.07.2023, https://islamansiklopedisi.org.tr/saray-i-   cedid?ysclid=lkhw6ccy55651401101

                                                                  Edirne Selimiye Camisi

 

Bu yazı 303 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum