Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Yavuz Sultan Selim-II

26 Mart 2018 - 11:58

Büyük bir tarihçi bir gün çarşıdan evine gelmiş. Bakmış ki hanımıyla annesi fena halde kavga etmişler. Gelinle kaynana arasına girmeyeyim diye düşünmüş ama mümkün mü böyle bir şey? Annesi başlamış gelini kötülemeye, saymış da saymış. Annesi sözünü bitirdikten sonra bizim tarihçi hanımına dönmüş bir de sen anlat bakalım hanım; demiş.
Hanımı da kaynanasını suçlamaya başlamış, kendisinin haklı olduğunu savunmuş. Tarihçi bu defa da olaya şahit olan kız kardeşlerine ve akrabalarına sormuş. Olayı herkes farklı şekilde ve kendi zaviyesinden anlatmış. Doğal olarak tarihçimiz kimin haklı kimin haksız olduğunu ve tam olarak olayın nasıl ve ne için meydana geldiğini anlayamamış. Bir süre sonra tarihçimiz şöyle düşünmüş. Bir saat önce meydana gelen bir olay bile bu kadar farklı anlatılıyorsa üzerinden birçok seneler geçmiş olan tarih hakkında bir hükme varmak imkânsızdır diye düşünmüş ve şimdiye kadar yazmış olduğu bütün tarih malumatlarını yakmış ve bir daha da yazmamış.
İmdi, tarihçimiz haksız değil bu bir. İkincisi, haklı da değil. Haklı olsa hiçbir şeyin yazılmaması icap eder ki bu da bizi tarihten en azından yarım hakikat bile olsa mahrum bırakır. Diyebilirsiniz ki yarım hakikat hakikat değildir. Ben de derim ki sevgili Sokrates, bu dünyada tam hakikat var mıdır ki? İşte böyle bir tarih felsefesiyle Yavuz hakkındaki yazımıza devam edeceğiz. Yavuz şark meselesiyle uğraşmıştır ve en büyük rakibi de Şah İsmail'dir. İşte Yavuz ve Şah arsında geçen tarihin dudaklarındaki yarım bir hakikat.
Şah ve Sultan
Yavuz Sultan Selim Trabzon sancakbeyi olduğu şehzadelik döneminde, İran'da kurulan Safevi devleti ve başındaki Şah İsmail'in Anadolu ve Osmanlı topraklarında hak iddiasında bulunuyordu.
 Şah İsmail Anadolu'da öyle bir provokasyon yapıyordu ki Osmanlı nüfuzu bu durumdan epey etkilenmekte idi. Bu provokasyonların en önemli neticelerinden biri de Türkmen aşiretlerin Osmanlı tebaasından kitleler halinde ayrılması ve Safevi tebaiyetine geçmesi idi.
 Yine böyle bir Türkmen aşiretinin beyi sınırı geçmek için Yavuz Sultan Selim'e başvurur ve izin ister.
 Yavuz Sultan Selim bunların da Şah İsmail tarafından ayartıldığını düşünerek neden İran'a geçmek istediklerini sorar Türkmen beyine, aldığı yanıt çok ilginçtir.
 'Biz konuk olarak hayırlı bir iş için Şah'ın memleketine ziyarete gidiyoruz bey'im, hâşâ Osmanlı tebaiyetinden ayrılma gibi bir durum yok.'
 Bunun üzerine Yavuz bu hayırlı işin ne olduğunu sorar, Türkmen beyi yanıtlar;
 'Efendim, obamıza sığınmış Bihruze adlı bir hatun vardır, Şah'ın Bağdat valisinin kızı olup esir tacirlerinin eline düşmüş, daha sonra bir fırsat bulup kaçarak obamıza sığınmıştır. Bu hatunun güzelliğinden tüm doğu illerinde bahsedilir. Şah da bize ve Bihruze Hatun'a hediyeler yollamak suretiyle kendisini zevceliğe istemiştir. Şimdi hatunu Şah'a götürüp bahşişimizi alıp ülkemize geri dönmektir niyetimiz.'
 Bunun üzerine Yavuz Bihruze Hatun'u görmek ister ve huzuruna çağırır. Gerçekten de bu hatun kişi harikulade güzelliğe sahiptir. Yavuz Sultan Selim bu hanımı rakibine kaptırmak istemez ve Türkmen beyinden Bihruze Hatun'u ister. Türkmen Beyi durumu Bihruze Hatun'a iletir lakin red cevabı alır.
 Bu reddin nedeni ise çok basittir. Yavuz bir şehzadedir ve padişah'ın en küçük oğlu olması dolayısı ile tahta çıkması zayıf bir ihtimaldir. Ağabeylerinden birisi tahta çıkacak ve Yavuz'u boğdurmak suretiyle bertaraf edeceği muhakkaktır. Öte yanda tahtı, tacı ve hükümdarlığı ile Şah İsmail'in kraliçesi olmak varken, Yavuz'u düşünmesi bile komiktir Bihruze Hatun'un...
 Gün olur devran döner, Şehzade Selim Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim olur.
Ve Çaldıran savaşı. Ganimetler arasında Şah İsmail'in zevcesi "Taçlı Han" yani Bihruze Hatun da bulunmaktadır.
 Taçlı Han'ı tutsak olduğu halde Yavuz'un huzuruna çıkartırlar, tutsak sultan hala eski güzelliğinden bir şey kaybetmiş değildir. Ama bulunduğu durumdan duyduğu üzüntü ve yıllar öncesi verdiği hatalı kararın pişmanlığı da yüzünden okunmaktadır. Bu durum Yavuz'un gözünden kaçmaz ve Taçlı Sultan'a dönerek, 'sultanım sizi esirlikten azad ediyorum, ömrünüzün nihayetine kadar bir hanımzade olarak yaşamınızı müreffeh bir şekilde sürdürmenizi sağlayacağım.'
 Taçlı Han bu duruma sevinmişti. Artık esir değil Osmanlı padişah'ının zevcesi olacağını sanıyordu.
 Yavuz devam etti; 'size Tacizâde Cafer Çelebi'yi münasip görüyorum, artık onun zevcesi olacaksınız.'
Bu durum huzurda bulunan herkesi şok etmişti.
 Tacizade Cafer Çelebi, Yavuz'un çok sevdiği, yaşlı, çirkin, tecrübeli bir devlet adamı idi.
 Bu durumun maksadı ise hem Taçlı Han'dan yıllar öncesinin intikamını almak, hem de Taçlı Han'ı maiyetindeki bir memurla evlendirerek Şah İsmail'i küçük düşürmekti. Hatta şöyle bir rivayet dahi vardır. Güya Yavuz demiş ki; 'Şah'ın salyasının değdiği lokmaya biz elimizi dahi sürmeyiz.'
Şah İsmail ise bu vesile ile sadece savaş değil en değerli hazinesini kaybetmiş bir hükümdar olarak ömrünün sonuna dek azap içinde yaşadı.
Hatayi mahlası ile çok sevdiği zevcesi Taçlı Han için Azeri Türkçesiyle duygulu bir şiir yazdı.
 
 eya gönül kuşu derler behar imiş, mene ne.
 bısat-ı ıyş aceb rüzigar imiş, mene ne.
 
 deyirler oldu deli leyli zülfüne mecnun,
 deminde ol dahi bikarar imiş, mene ne.
 
 ahuttu yaşumu devran, baturdu kaanuma el,
 rakib elindeki dest-i nigar imiş, mene ne.
 
 lebin zulali ne sırdı, tükendi ömrü aziz,
 hayat-ı hızr eğer paydar imiş, mene ne.
 
 bu baht-ı bed ki menem var, hatayi ol şuhu,
 gam ehline diyeler gamküsar imiş, mene ne.

Bu yazı 1458 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum