Reklam
Reklam
Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Öylesine Bir Günlük

06 Ocak 2020 - 09:58

Dün biraz geç uyandım. Geç uyanınca çok tadım tuzum olmuyor. Kahvaltıda da iştahım yoktu. Bunu da geç kalkmama bağladım. İnsan kendi kendinin doktoru olmalı diye bir felsefem var. Geç kalktığımda böyle huysuz ve iştahsız oluyorum diye teşhis koydum.
Hava soğuk. Portakal üç-dört lira. Ekmek bir-buçuk. Zeytinyağı bu yıl biraz pahalı. 'Zeytinyağı en faydalı yağmış ama nihayetinde o da yağ.' Bu cümleyi kolesterolü olan bir arkadaş söylemişti. Nereden hatırladıysam! Böyle çağrışımlara eskiler tedai diyorlarmış. İnsan zihni enteresan bir yapı. En olmadık şeylerden bile bir bağlantı kurabiliyor.
Öğleden sonra biraz tenezzüh eyledim sağda solda. Hava soğuktu. Soğuk havalarda gezmenin kalbime iyi gelmediğini düşünüyorum. Belki de bununla ilgili bir şeyler duymuş olabilirim. Biraz tenezzühten sonra şuracıkta bir çay içeyim dedim ve Şükrü'nün kahvesine girdim. Cankuş da ordaymış. Biraz muhabbet ettik birkaç çay içtik. Cankuş birkaç güne çaya zam yapılacağını söylüyor. Nerden çıkardıysa! Bu Cankuş dediğim arkadaşla düşünme tarzımız hiç uyuşmuyor. Ben her konuyu metafiziğe bağlamaya meyilli iken o her şeyi kâr-zarar hesabına göre değerlendiriyor. Bir kilo ıspanaktan iki kilo yağ nasıl çıkarabilirimin derdinde. Cankuş'tan ayrıldıktan sonra şöyle düşündüm: belki de maddi medeniyet Cankuş gibi bir düşünce tarzına sahip insanların eseridir.
Yürüyüşün, arkadaşlarla sohbetin, müziğin, çayın kararında olmak şartıyla insan ruhuna, aklına ve bedenine iyi geldiğini her geçen gün daha fazla düşünüyorum.
Hayat kısa, kuşlar uçuyor. Dün bir Ocak 2020 idi. Yeni olan her şey insanı heyecanlandırıyor. Yeni hayaller, yeni ümitler, falan filan. Bu cümleyi sevmedim. Dünün bugünden ne farkı var. Hiçbir farkı yok. Farklı bir şey yapmamışsan zaman denilen mevhum varlık hep aynıdır. Onu farklı yapacak olan sensin. Melale bağlamak istemiyorum ama şairin dediği gibi; hayat kısa, kuşlar uçuyor. Belki de yanılıyorum, belki şair de yanılıyordur. Belki hayat kısa ama yine de uzundur. Bu 'belki' denilen kelimenin karnı çok geniş.
Akşam yemeğini yiyeli, akşam haberlerini izleyeli, yatsı ezanı okunalı, sevdiğim diziyi izleyeli epey oldu. Uykum hâlâ yok. Sabah geç kalkınca böyle oluyor, uykum gelmiyor. Sonra sabah kalkamıyorum. Kısırdöngüye giriyorum.
Az kaldı ki unutacaktım. Hani gündüz Cankuşla sohbet ettik dedim ya. Eee diyeceksiniz! Eee'si şu. Çankuş dedi ki yoksulluk bütün kötülüklerin anasıdır. Sonra telefon geldi ve Cankuş çay paramı da ödeyip gitti. Düşündüm de acaba Cankuş, Weber okumuş olabilir mi? Belki!
Bu Cankuş çok acayip adam yav. Ben bööyle bir şey görmedim.
Sonra uyudum. Rüyamda İstanbul'u gördüm. Kalktım dedim; bugün ayın kaçı.
Zaman öyle hızlı geçiyor ki; 'dur geçme öyle güzelsin ki' demek geliyor içimden.
Bugün hava gerçekten soğuk. Soğuk olamayacaktı da ya ne olacaktı akıllım, aha da Ocağın üçündeyiz, kışın ortası işte.
Öylesine bir günlüğü çok da uzatmanın lüzumu yok herhalde. Çöpü attım, atmadan önce pijamalarımı çıkarıp elbiselerimi giydim, tıraş oldum, perdeleri astım, ekmek almaya gittim gibi rutin ritüelleri saymanın çok da zikredilecek tarafı yok ama ne de olsa bu öylesine bir günlük işte. Öylesine, sıradan, basit.
Orhan Veli, kendisini anlattığı bir şiirini şöyle bağlıyor:
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır...
Amma ne lüzum var
Hepsini sıralamaya?
Onlar da bunlara benzer.
Ne kadar basit olursa olsun günlük tutmanın güzel bir tarafı da var. On sene sonra okuyunca insan; vay be! diyor, hey gidi günler! diyor,  üzülüyor, seviniyor. 

Bu yazı 947 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum