Reklam
Reklam
Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Melal

03 Mayıs 2019 - 17:53

-Bu yazıyı Hicri 1440 Ramazan'ına hediye ediyorum-
Ahmet Haşim O Belde adlı şiirinde ‘Melali anlamayan nesle aşina değiliz' der. Melali yani hüznü. ‘Hüzün ki en çok yakışandır bize' mısraındaki bize yakışan hüzün. Bizi Allah'a götüren hüzün. Hazreti Nebiyyi zi-Şanın buyurduğu gibi: 'Sebepsiz, durup dururken hüzünlendiğinizde bilin ki O'na çok yakınsınız.' Bu hüzün Ney gibi vatanından ayrılanların hüznüdür. Bu hüzün gariplerin hüznüdür. Tûba lil-ğuraba.
Nedendir bu hüzün, bu Ney'in iniltisi neden bitmez. İçimizdeki bu ‘daha yok mu boşluğu' neden acaba?
Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu
 Çün ezelden gam turabıyla yoğrulmuş bedendir bu.
Sürûr içinde dahi bir melâl hissederim diyen Muallim Nâci herhalde melalin olabilecek en iyi yorumunu yapmıştır.
Bu melale gönül vermiş erenler bu derdi mukaddes bir emanet olarak görmüş ve Hz. Niyazî'nin dediği gibi
‘Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş.'
 demişler ve elbette Fuzuli'nin dilinde
‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
 Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır'
makamında O'ndan gelen her şeye boyunlarını kurbanlık koçlar gibi büyük bir tevekkülle uzatmışlardır.
Hele Şah Hatai'nin bir nefesi var ki insanın nefesini kesiyor.
Benim yaralarım tuzum tuzum der
Bir derdim var bin dermana değişmem.
Nasıl bir melaldir bu Hatai, nasıl bir melaldir.
İmdi bu ağır melalden ve dahi melankoliden azıcık başımızı kaldırıp soralım.
Bütün bunlar mazoşist miydiler veya cemi cümlesi ruh hastası mı, psikiyatrik vak'a mı?
Leylanın köyündeki köpeği Leyla'nın hatırı için öpen Mecnun, melali anlamayanlar için şifa bulmaz bir hasta;  aşk mezhebinde olanlar içinse erişilmesi güç bir adanmıştır, bir kahramandır. Kimine göre delidir mecnun, kimine göre veli. Kimine göre budala, manyak, hasta; kimine göre ermiş.
Ahmet Haşim'in dizeleri gerçekten etkileyici.
Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Melali anlamayan nesle aşina değiliz. Öz musikimizi, tarihimizi, geleneğimizi, türkülerimizi, Neşet Ertaş'ı, Sarı Gelin'i, hoyratı, ağıtı, uzun havayı, Mehmet amcayı, Hatice nineyi, Leyla'yı, Şirin'i, susuz kalmayı, uykusuz kalmayı, uzleti, halveti, şeb-i şebistanı, cânı, cânânı, bilcümle umum yârânı anlamayan nesle aşina değiliz.
Soru şu: Âşinâ olmadığımız nesil de bize âşinâ değilse?
Cevabını yine Ahmet Haşim'den dinleyelim.
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz.
Sadede gelelim. Bunun adına kültürel yabancılaşma, eski yeni çatışması ya da oluklar çift diyebiliriz. Biraz zorlarsak Habil ile Kabil'e kadar gidebiliriz. Fakat böyle zorlamalara gerek yok. Gerçekten işin antropolojisini, arkeolojisini, tarihini zorlamaya gerek yok. (Bir kelam da mıhına vuralım.) Herkes her şeye aşina olacak diye bir şey de yok.
23 Nisan'da dinlediğim bir şarkıdan aklımda kalan bir parçayla bitirmek istiyorum.
Şu dünyadaki en olgun kişi
Acıya gülendir.
Derseniz ki ne menem bir yazıdır bu böyle karmakarışık önü belli değil sonu belli değil. Ne dediği belli değil. Haklısınız, derim. Ben melalden ne yaptığımı biliyor muyum ki?

Bu yazı 1389 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum