Reklam
Reklam
Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Mehmet Arat'ın Ardından

31 Mayıs 2018 - 11:30

Geçenlerde gazetemizin bir köşesinde bir vefat ilanı gördüm. 'ilçemiz eşrafından elektrik mühendisi Mehmet Arat vefat etmiştir.' Demek ki Mehmet Arat da bu dünyadan sessizce göçüp gitmiş dedim kendi kendime.
Belki de diyeceksiniz ki arkasından yazı yazacak kadar Mehmet Arat'ı nereden tanıyorsun. Haklısınız, Mehmet Arat'ı bir kere gördüm, bir kere beraber aynı masada sohbet edip çay içtim. Fakat o bir kerede Mehmet Bey öyle bir şey anlatmıştı ki vefat ilanını görünce bu yazıyı yazmalıyım dedim.
2013 yılının bir yaz akşamıydı. Belediye çay bahçesinde Yurdun Bey'le her zaman ki gibi sohbet ediyorduk. Yurdun Bey az ilerden geçen birine seslendi ve masamıza davet etti. İşte Mehmet Bey'le ilk ve tek karşılaşmamız böyle oldu. Gerisini hatıra defterimden de yardım alarak yazmaya çalışayım.
'Geçen akşam bir çay bahçesinde Yurdun abi ve emekli mühendis olduğunu öğrendiğim Mehmet abiyle uzun uzun sohbet ettik. Mehmet abi evlenmemiş, annesiyle yaşıyor. Sartre'den, şeyhim Nietzche'den yüzeysel olarak bahsediyor. Sorgulanmadan yaşanan bir hayatın yaşamaya değmeyeceğini söylüyor. (Galiba bu söz Schopenhaur'a aitti.) bana dönüp, İhsan Eliaçık'ı tanıyor musun? diye sordu.
-Arada sırada televizyonda rast gelirsem izliyorum efendim, dedim.
-İhsan Hoca'nın bir sözü var, 'soylu hakikatlere erişmek için İbrahim (a.s.) gibi soylu sorular sormasını bilmek lazım. Din adamı soru sormayı bilmeli, işini önemsemeli.'
İşi önemsemeyle ilgili şu an hatırlayamadığım birçok şeyler söyledi Mehmet Bey. Defterime devam ediyorum.
'Ben konuyu değiştirmek için masadaki Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları'nı rastgele açtım. Kıskanç şiiri.'
Yurdun Bey'in eliyle kitabı kapatıp şiiri baştan sona ezbere okuduğu meşhur hadise işte o akşam o masada gerçekleşti. Şimdi bunları hatırladıkça ‘Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.' demekten maada bir şey gelmiyor elimden. 
Sakın bir söz söyleme' Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,
Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur'

Dilerim Tanrı'dan ki, sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!
 Yurdun Bey şiiri baştan sona ezbere okuyor. Alkışlar. Doğrusu güçlü bir hafıza. Mehmet Bey durur mu, o da başladı Yunus'tan okumaya. 
Taştın yine deli gönül,
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım,
Yollarımı bağlar mısın?

Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut.
Saçın çözüp benim için,
Yaşın yaşın ağlar mısın?

Mehmet Bey Yunus'un şiirlerini, kutsal bir kitabı okur gibi okuyordu. Eh ben de elimdeki kitaptan okuyayım dedim ve Han Duvarları'ndan daha önce işaretlemiş olduğum yerleri okudum.
 Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben.
 Huşuyla dinledi, bu iki müzmin bekâr. Hazır mikrofonu almışken elime, 'Davet' şiirini de okudum.
Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;
Hançer ol, göğsüme saplan; ecel ol, karşıma çık!

Mehmet Bey sigarasından derin bir nefes çekip sigarasını kül tablasına bıraktı ve bir şair edasıyla 'hep hüzün' dedi.
 İmam-Hatip Lisesine giderken okumuş olduğum ve beni derinden etkilemiş olan 'Çoban Çeşmesi'ni de yüksek müsaadelerini alarak okudum.
 Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,   
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda.     
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi. 
 Şiir, şiir, şiir ve bir şiir daha. Sohbetin mayası olan çayları tazeliyoruz. Mehmet Bey inceden inceye masadaki cıgarasını tellendiriyor. Yurdun Bey'in gözleri kapandı kapanacak. Sohbetin bir hüzünlü yerinde Mehmet Bey bir hikâye anlatıyor.
Şimdi yazının başına dönüyorum. 'Mehmet Bey öyle bir şey anlattı ki'' diye başlayan cümleye. İşte o anlattığı şey aşağıda okuyacağınız hüzünlü hikayedir.
Dinliyoruz:
-Bir Fars hükümdarı ülkesindeki bütün bilgeleri toplamış. Ayrıca 'ülkemdeki tüm kitapları da getirin' diye emir vermiş. Toplamışlar tam kırk katır yükü kitap. Hükümdar âlimlere;
-Ben ömrümün sonuna geliyorum bana bunların özeti olan kitapları getirin.
Âlimler çalışmışlar ve nihayetinde bir katır yüküne düşürmüşler kitapları.
-Hayır bunları da özetleyin. 
Âlimler tekrar çalışmışlar Padişahın huzuruna gelerek bir kitap sunmuşlar.
-Bu da çok, tek bir cümlede özetleyin.
Nihayetinde o müthiş özeti yapıp getirmişler.
'Doğdular, acı çektiler ve öldüler.'
Hüznü zevk edinenlere selam ve rahmet niyazıyla.

Bu yazı 1481 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum