Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Kıssa mı Hisse mi?

07 Aralık 2020 - 14:49

İsrailoğulların'dan bir kişi Hz. Musa Aleyhisselama müracaat ederek:
- Ey Allah'ın peygamberi, hayvanların lisanını öğrenmek istiyorum, dedi.
Hz. Musa kendisine her ne kadar hayvanların dilini öğrenmeyi merak edeceğine kendi lisanını öğren tavsiyesinde bulunduysa da o kişi:
- Ne olur, Allah'a yalvar da bana hayvanların lisanını öğretsin diyerek ısrar etti.
Hz. Musa Tur dağına gittiğinde Allah buyurdu:
- Ya Musa, hayvanların lisanını öğrenmek isteyen kulumun duasını kabul ettim. Bundan böyle bütün hayvanların lisanını anlayacaktır. Fakat çok temkinli olsun.
Hz. Musa Tur'dan döndü ve o adamı bularak isteğinin kabul edildiğini bildirdi ve temkinli davranması lüzumunu da hatırlattı.
Adam ertesi sabah, horozun sesi ile uyandığı zaman horozu ile köpeği arasında geçen şu konuşmaya şahit oldu.
Horoz, köpeğe:
- Müjde, diyordu. Yarın sana ziyafet var.
- Ne ziyafeti?
- Ne ziyafeti olacak? Efendinin öküzü ölecek, derisini yüzecekler etiyle kemiği de sana kalacak. Bundan büyük ziyafet olur mu?
Köylü bu konuşmayı duyar duymaz hemen öküzünü pazara götürdü ve sattı, aklı sıra büyük bir zarardan da kurtulmuş oldu.
Daha ertesi sabah, yine horozla köpeğin konuşmalarını duyarak yataktan fırladı. Köpek horoza çıkışıyordu:
- Hani ziyafet diyordun? Bak, ölecek dediğin öküzü sattılar.
Horoz da ona yeni bir haber veriyordu.
- Ben sana ziyafet var dedim mi bil ki mutlaka ziyafete konarsın. Efendi öküzü sattı amma bugün kölesi ölecek ve onun ölümünden dolayı nasılsa konuya komşuya bir yemek yedirecekler. Sen de artıkları ile kendine mükemmel bir ziyafet çekersin.
Bu konuşma üzerine köylü kölesini de pazara çıkararak sattı. Kendi kendisine de:
- Eğer hayvanların dilinden anlamamış olsaydım ne kadar zarara uğrayacaktım diye teselli buluyordu. Fakat rahatı ve huzuru da kaçmıştı. İşi gücü bırakmış, hep hayvanlarının konuşmalarını dinliyordu. Kölenin de satılması üzerine ikinci ziyafet ihtimalinden de mahrum kalan köpek, horozu yalancılıkla itham ediyordu.
- Oturduğun yerde bin bir yalan kıvırıyorsun diyordu. Hani, ne oldu ziyafet?
Horoz, kendisini şöyle savunuyordu:
- Bunda benim ne suçum var? Öküz ölecek dedim, sattılar. Köle ölecek dedim, sattılar. Lakin bu defa efendi ölecek ve çoluk çocukları da komşulara elbette bir yemek yedirecekler.
Hiç merak etme, efendinin ölümünden sonra beklediğin ziyafete nail olursun.
Köylü neye uğradığını bilemedi. Telaş ve heyecanla Hz. Musa'ya koştu, olup bitenleri anlatarak ne yapması lazım geldiğini sordu. Hz. Musa kendisine:
- Üstüne lazım olmayan şeye neden talip oldun, buyurdu. Sana gelecek kaza, malına gelecek ve sana kalkan olacaktı. Eğer hayvanların dilinden anlamasaydın, gaflet içinde bulunacak, öküzünü kaybedecektin amma nefsini kurtaracaktın.
Gerçekten köylü öldü ve giderayak bu dünyada her şeyi öğrenmenin ve bilmenin insanlara hiç bir faydası olmayacağını da anladı.
Bu kıssayı geçen gün camide anlattım. Maksadım şuydu. ‘Gaflet bu dünyanın direğidir' gibi bir ana fikri cemaate anlatmak. Ya da şöyle söyleyeyim. Benim hisseme bu cümle düşmüştü. Neyse vaaz bitti, namazımızı kıldık. Dışarı çıktım. Cemaatten sevdiğim bir zat-ı muhterem, hocam 'bi dakka' dedi. Eyvah dedim radara yakalandım galiba. Buyur Hacı abi, dedim.
-Hocam bir yerde hata yaptın.
Ben de herhalde bir ayeti yanlış okudum veya yanlış mana verdim diye telaşlandım.
– Aaaa, öylemi nerede hata yaptım, lütfen söyle.
-Bak hocfendi, kıssayı bir güzel anlattın ama kıssanın sonunda adamı öldürdün. Hâlbuki adam pişman oluyor. Bunun üzerine Hz. Musa dua ediyor ve Cenabı Allah adamı yaşatıyor.
Tamam dedim Hacı abi canın sağ olsun. Bundan sonra senin dediğin tarzda mutlu sonla bitiririm kıssayı. Teşekkür ettim, helalleştik ve ayrıldım.
Sonradan düşündüm kıssa mı önemli hisse mi? Hâlâ da düşünüyorum ve bana öyle geliyor ki hiçbir zaman emin olamayacağım hangisi önemli. İkisi de önemli deyip geçiver canım, diyebilirsiniz. Hatta dert ettiğin şeye bak, tek sorunumuz bu olsun ikisi de önemli değil diyenler bile çıkabilir. Saygı duyarım, zira hissesine o düşmüş ne yapayım.
Yukarıdaki son paragrafı niye yazdım biliyor musunuz? Öteki türlü kıssa bana pek kısa geldi de ondan. Peki, yazıyı uzattım da ne oldu. Naçizane fikrim, bir kıssayı ne kadar açıklarsan o kadar üstünü örtmüş olursun. Bir hikâye, bir kıssa, bir film veya roman; hisseyi yani çıkarılacak dersi okuyanlara, seyredenlere bırakmalı. Her eserin bir mesajı vardır. Bir eseri, sanat eseri haline getiren şey yoruma açık olmasıdır. Biraz flu, biraz muhayyileye havale, biraz sansasyonel, gizem, emin olamama, acaba, şüphe, hayret.
Gerçekten böyle mi düşünüyorum, emin değilim. Caminin önünde bana kıssanın doğrusu bu diyen Hacı abi mi beni şüpheye düşürdü, emin değilim. Böyle bir kıssayı anlatıp anlatmadığımdan emin olmayın. Hacı abi var mıydı yok muydu emin olamazsınız, olmayın da. Ne yapayım, şüpheye düştüm bir kere.
Kıssaya geri dönecek olursak, emin değilim adamın ölüp ölmediğinden. Belki de bu yazının başlığı ‘bir kıssa bin hisse' olmalıydı. Ama emin olun ki bundan da emin değilim. Her şeye rağmen bir şeyden eminim. Gaflet bu dünyanın direğidir. Hayır, yanılıyorsun, gaflet bu dünyanın direği değildir, diyenler çıkacaktır. Bilemiyorum belki de haklılar. Gerçekten hak veriyor muyum, emin değilim.
Özetin özeti; bazı şeylerin egzotik, enteresan, büyülü, gizemli bir havası vardır. O hava dağıldı mı bir daha geri gelmez. Sonra da nerde o eski günler diye söylenir durursun.
Artık eminim. Önemli olan kıssa imiş, gerisi hikaye.

Bu yazı 2234 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum