Reklam
Reklam
Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Harflerin Dili-III

30 Mayıs 2018 - 12:02

'Hokkaya, kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.' (Kalem Suresi, 1)
Hattat Hamid Aytaç
O zamanki adı Âmid olan Diyarbakır'da doğdu. Asıl adı Şeyh Mûsâ Azmi'dir. Hattat Hamit eski usulde bir hattatın yanında yetişmiş olmayıp daha çok hat otoriteleriyle mütalaa ve müzakerelerde bulunarak ve eski hattatların yazı örneklerini sabırla ve titizlikle inceleyerek ilerlemiş ve başta celî-sülüs olmak üzere sülüs, nesih, celî, ta'lik ve diğer yazı çeşitlerinde, kendisini sanat çevrelerine kabul ettirmiştir.
Erkân-ı Harbiye hattatı olarak çalışırken, mesai saatleri dışındaki vakitlerini değerlendirmek için, Cağaloğlu'nda 'Hattat Hâmid Yazı Yurdu' ismiyle dükkân açar. O zamanlar da, memurların ikinci bir iş yapmaları yasak olduğundan, dükkânında 'Hâmid' müstear ismini kullanır. Durum anlaşılınca, memuriyetten istifa eder ve kendisini tamamen dükkânındaki işine verir. Bu arada, 'Hâmid' ismi yayılıp tanınınca, Mûsa Azmi olan asıl ismini değiştirerek 'Hâmid' yapar. Kendisi bu durumu, 'Asıl adım Azmî iken, azmettim, Hâmid oldum. Şimdi de Allah'a hamd ediyorum. Bu imzaya çok şey borçluyum.' diyerek anlatmaktadır.
 Hâmid Bey, klâsik icazetname sahibi değildir. Çünkü bir hattattan icazetname alabilmesi için gerekli süre ders almamıştır. Sanat hayatında yetişmesini kendisi şöyle anlatır: 'Hocam yok desem yeridir. Celî sülüs denilen yazıyı Mehmed Nazif Bey'e devam ederek ilerlettim. Sülüs ve Nesih yazısını bazen gittiğim Hattat Mektebi'nde hoca olan Hacı Kâmil Akdik'e bakarak geliştirdim. Zamanın meşhur tuğrakeşi İsmail Hakkı Altunbezer'i bir iki kere ziyaretine gittiğimde tuğra yaparken görmüştüm. El hareketlerini zihnime nakşederek tuğra yapmayı öğrendim. Bazen da bu hattatlar dükkâna gelirlerdi. Onların dükkânda karaladıkları yazılara bakarak istifade ederdim.'
Hâmid Bey, 1960 yılında Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası'nda işe girer. Buradan emekli olduğu 1975 yılına kadar, cam üzerine işlenen yazıları yazar. Bu arada, hayatının büyük kısmını geçirdiği Ankara Caddesi'nde bulunan Reşidefendi Hanı'ndaki küçük odasında, yazı siparişlerini yerine getirir.
 Bu büyük çınar 18 Mayıs 1982 günü vefat etti. Kabri şu anda piri Şeyh Hamdullah'ın kabrinin yakınındadır.
Son yazılarından oluşan Kırk Hadis, Abdülkadir Karahan'ın açıklamalarıyla birlikte Kültür Bakanlığı'nca bastırılmıştır.
Şişli ve Söğütlüçeşme Camilerindeki yazıları, İstanbul Eyüp Camii'nin kubbe yazıları, Ankara Kocatepe Camii'nin mihrap üstü ve ana kubbe göbeği yazıları, özellikle Şişli Camii kapısı üzerindeki celî-sülüs aynalı istifi dünyaca ünlüdür.
 Hamid Bey, iki adet Kur'an-ı Kerim yazmış, ikisi de basılmıştır. Bunlardan birisi, tevafuklu tabir edilen ve Lafzatullah'ların mümkün olduğunca alt alta getirilmesi suretiyle yazılmıştır. Tevafuklu Kur'an'ı ilk yazan ise 1894 yılında vefat etmiş olan Kur'an'ı 106 kere yazmış olan Kayışzade Hafız Osman Efendi'dir.
Hamid Bey, kendisiyle yapılan bir bir mülakatta Şili Camiinin istif yazıları hakkında şöyle diyor. Camilerdeki yazılarımın en mükemmeli Şişli Camii'nin yazılarıdır. Bu bana Allah'ın bir lütfudur. Şimdi böyle bir yazıyı yazabileceğimi zannetmiyorum. Caminin mimarı Vasfi Bey akademiden arkadaşımdır. Bu yazının yazılmasına merhum Necmeddin Hoca (Okyay) sebep olmuştur. Kendisi Kurân-ı Kerim'den bazı âyetler seçmiş, bana getirdi. Ben de bunlar arasından Tevbe suresinin 18. ayetinin bir kısmı olanı seçtim. Önce kurşun kalemle istif şeklini karaladım. Asıl yazıyı yazarken Lamelif'leri bir türlü yerleştiremiyordum. Yorulmuşum. Işığı söndürdüm. Ellerimi göğsüme kenetledim. Gözlerimi kapadım. Kısa zamanda dalmışım. Rüya ile yakaza arasında yazının bütün istifi gözümün önüne geldi. Lamelif'ler ortada yerleşmiş olarak duruyordu. Heyecanımdan uyandım. Lambayı yaktım ve istifi tamamladım. Camiin mimarı Vasfi Bey Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin kapı yazılarını görmemi tavsiye etmişti. İyi ki gidip görmemiştim. Yoksa onların tesirinde kalırdım. Ve bu yazı yazılmazdı.
Dostum Yurdun Güvenen'den dinlediğim bir anekdotla bitirelim. Yurdun Bey diyor ki İstanbul'dayım. Radyodan haberleri dinliyorum. Bir handa yangın meydana geldiğini söylüyor radyo. Düşündüm, eyvah bahsedilen handa üstad Hamid de kalıyor. Hemen dolmuşa binip üstadın kaldığı hana gittim. Yangın söndürülmüş fakat her taraf fena halde yanmış. Üstadın kaldığı odaya gittim. Üstad odadaydı. Telaşla; efendim geçmiş olsun, inşallah sizde bir şey yoktur ya! dedim. Üstad gayet sakin bir şekilde 'Allah bana yangının dehşetini, telaşını göstermedi.' dedi. Bu olayı anlattıktan sonra Yurdun Bey'in müthiş yorumu: 'Elbette Allah, ism-i celilini yazan böyle bir insana yangının dehşetini göstermez.'

Bu yazı 1000 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum