Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Hammurabi Kanunları

01 Ekim 2018 - 14:33

Suç ve ceza hep var olmuştur ve insan var olduğu müddetçe de var olacaktır. Toplumlar adaleti sağlamak için çeşitli kurallar vazetmişler. Zamanla toplum değişmiş, anlayışlar değişmiş ve vazedilen kanunlar da zamanın ruhuna uygun olarak değiştirilmiş. Herhalde bunu ifade eden en güzel klişe Mecelle'de geçen 'ezmanın teğayyürüyle ahkamın teğayyürü kaçınılmazdır' ilkesidir.
Hiçbir toplum hukuksuz değildir. Hammurabi'den önce de kanunlar ve kanun koyucular vardı şüphesiz. Fakat bize yazılı olarak gelen en eski hukukî metinlerin başında Hammurabi kanunları gelmektedir.
Hammurabi kanunlarının ne kadarının beşerî olduğu ne kadarının İlahî metinlerden alındığı araştırılması gereken önemli bir husustur. Şu kadarını söyleyebiliriz ki Hammurabi'nin yaşadığı muhitte daha önceleri Hz. İbrahim de yaşamıştır. Şimdi Hammurabi'den ve kanunlarından bir nebze olsun bahsetmeye çalışalım.
Günümüzde Irak sınırları içinde kalan bölgede, Fırat Nehri kıyısında kurulu Babil Kent Devleti'nin 6. kralı olan Hammurabi, M.Ö. 1792-1750 yılları arasında ülkeyi yönetmiş. Yaklaşık M.Ö. 1770'te Babil uygarlığının sınırları, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kuzeyde Ninova'ya kadar yayılmış.
Bugün Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen iki metrelik dikilitaşta Hammurabi'nin meşhur kanunları yazıyor. Yirminci yüzyılın başında Fransa'ya taşınan bu stelde çivi yazısıyla yazılmış 282 madde yer almaktadır. Bu maddelerden 66-99 arasındaki maddeler okunamayacak durumdadır. 13. madde ise yazılmamıştır. Hammurabi, kendisine bu kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla kanunlar da Tanrı sözü sayılıyor.
Hammurabi'den önce de yazılı kanunlar vardı. Hammurabi bunlardan da yararlanarak ve yeni kanunlar koyarak bu kanunların yazılı olduğu sütunları ülkesinin muhtelif şehirlerine, halkın göreceği yerlere dikmiş. Giriş bölümünde şu sözler yazıyor:
'Hakkı yenmiş ve şikâyeti olan adam, adaletin kralı olan benim heykelimin önüne gelsin. Yazılı dikilitaşımı okusun. Kıymetli sözlerime kulak versin. Dikilitaşım, davasını ona aydınlatsın. Davasını görsün. Gönlü ferahlasın. ‘Hammurabi, halkı için ebediyete kadar refah sağladı. Memleketi adil bir şekilde idare etti' desin.'
Hammurabi'nin vazettiği cezalar genellikle çok ağırdır. Çeşitli suçlar için birçok kez ölüm cezası öngörülür. Mesela;
Eğer bir mimar, bir adama ev yapıp, yapıtını sağlam yapmazsa ve yaptığı ev çöküp, evin sahibinin ölümüne sebep olursa, o mimar öldürülecektir. Eğer evin sahibinin oğlunun ölümüne sebep olursa, o mimarın oğlu öldürülecektir.
Ev sahibinin kölesi ölürse, evi yapan kişi ev sahibine köle vermekle yükümlüdür.
Ev sahibinin herhangi bir eşyası hasara uğrarsa, evi yapan kişi bunu ödeyecek, ayrıca işine özen göstermediğinden ve evi yeterince sağlam inşa etmediğinden ötürü evin yıkılmasına yol açtığı için kendi imkânlarıyla yeni bir ev inşa edecektir.
Yukarıda diyor ki adamın oğlu ölürse mimarın da oğlu öldürülür. Peki, mimarın oğlunun suçu ne. Neden babasının cezasını oğlu çeksin. Bugün kendi perspektifimizden baktığımız zaman bize çok adaletsiz ve mantıksız bir kural gibi görünmektedir. Çünkü cezanın şahsiliği prensibine ters düşüyor. Fakat bu kanunun izahını kendi içerisinde belki şöyle yapabiliriz. Kabile tipi toplumlarda kabile topyekûn bir şahıs gibi düşünülmüştür. Sen, ben yoktur; biz vardır. Nimeti de külfeti de fertler tek tek değil hep birlikte yaşarlar. Dolayısıyla kabile mantığı içerisinde bir başkasının cezasını yüklenmekte herhangi bir problem yoktur.
Kanunların çoğu 'eğer şöyle olursa hüküm şöyle olur' şeklinde meseleci bir tarzda olaylara yaklaşır. Mesela;
Eğer bir adam, tarlasının kenar (su) bendinin kuvvetlendirilmesinde ihmal gösterip, bendi sağlamlaştırmazsa ve bentte delik açılırsa ve (ekim yapılacak) tarlayı su götürürse, bendinde delik açılan adam, zarar gören arpayı ödeyecektir.
Faiz ile ilgili olarak şu maddeler yer almaktadır. Avram Galanti'nin kitabından aktarıyorum:
Şayet bir kimse, bir maliye adamından (sarraf) para almış ve buğday yahut susam için ihzar edilmiş bir tarlayı sarrafa vermiş ise ve ona 'Tarlayı işlet ve buğday yahut susam ne olur ise ek ve al' demiş ise, şayet çiftçi tarlada buğday yahut susam yetiştirmiş ise, (şayet) hasat zamanında tarlada bulunan buğday ve susamı tarlanın sahibi alır ise, tacirden almış olduğu parayı ve faizi için buğday ile çiftçinin gelirini tacire vermeli.
Şayet o buğday ile zer' edilmiş veyahut susam ile zer' edilmiş bir tarla vermiş ise, fakat tarlada bulunan buğday ve susamı tarla sahibi alsa, parayı ve faizi tacire (sarraf) verecektir.
Şayet iade edecek parası yok ise, sarraftan almış olduğu para ve faiz yerine, kralın tarifesi mucibince, sarrafa susam verir.
Tevrat'ta da geçen ve Kur'an'da Maide suresi 45. ayette bahsedilen 'Göze göz, dişe diş'  kuralı yani kısasa kısas Hammurabi yasalarında da geçmektedir.
Eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır. [Göze göz]
Eğer bir kişi başkasının kemiğini kırarsa onun kemiği de kırılır.
Eğer bir kişi azat edilmiş bir adamın gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa bir mina (yarım kilo) altın öder.
Eğer bir adamın kölesinin gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa onun değerinin yarısını öder.
Bir adam kendisi ile eşit olan birinin dişini kırarsa onun da dişi kırılır. [Dişe diş]
Bir kişi azat edilmiş bir adamın dişini kırarsa bir mina altının 1/3'ünü verir.
Burada olduğu gibi suçlunun ve mağdurun sosyal konumları da dikkate alınarak cezalar tayin edilmiştir.
Yapılan işlerin kusursuz yapılmasını temin etmek maksadıyla çeşitli meslek erbabı hakkında da hükümler vardır.
Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder; daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.
Bir doktor, operatör bıçağı ile derin bir yarık açarsa ve hastayı öldürürse ya da bıçak ile bir tümörü açıp gözü keser ise doktorun elleri kesilir.
Hırsızlıkla ilgili şu hükümler yer almaktadır:
Bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır.
Babaya saygı ile ilgili şu madde de enteresandır: Eğer bir oğul babasına vurursa onun elleri balta ile kesilir.
Bu kuralların bazısı, bazı yönlerden basit veya ibtidai görülebilir. Fakat unutulmamalıdır ki bunlar işin emekleme safhasında vazedilmişlerdir. Fakat eski çağların hukukî düzenlerini, yaşantılarını, düşüncelerini, sosyal ve ekonomik yapılarını anlamak açısından bu gibi metinler çok büyük önemi haizdirdirler.
İddiamızın havada kalmaması için bir örnek vererek bitirelim. Hammurabi kanunlarında hapis cezası yoktur. Bunun, yaşantıyla ilgisi vardır elbet. O gün yapılan binalar çoğunlukla kerpiçten idi ve üstünü kapatma gereği duymadıkları gibi imkânlar da belki buna çok elverişli değildi. Böyle bir mimari yapının olduğu bir muhitte hapsetmekten bahsedilemez herhalde. Bu son cümleyi yazdıktan sonra Hz. Yusuf'un zindana atıldığı aklıma geldi. O zamanki Mısır'ın hukuku ve mimari anlayışı zindana imkân vermiş demek ki. Bilemiyorum. Hz. Yusuf milattan önce 1700-1600 yılları arasında yaşamış. Hatta yukardaki hükmümü çürütmek için 'yahu adamlar koca Babil kulesini inşa etmiş, hapishane mi inşa edemeyecekler' derseniz; saygı duyarım.

Bu yazı 2400 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum