Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Avluya Güzelleme

12 Mart 2018 - 10:43

Kelli felli bir sözlükte avlunun tanımı şöyle yapılıyordu: 'Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan, duvarla çevrili alan.' Hangi sözlüğe baksanız aşağı yukarı avlunun tanımını böyle verir. Hem sözlüğe bakmaya da gerek yok zira hemen hemen herkes avlunun ne olduğunu bilir.  O sözlükte bir şey daha yazıyordu. Dış avluya harim, iç avluya harem denir. İşte bu bilgi işimize yarayabilir.
Bizde en başta ibadet mekânlarının haremi vardır. Mesela Hz. Peygamber'in mescidi en başta aynı zamanda bir avluydu yani haremdi. Tıpkı Kâbe'nin kendisinin bizzat harem olması gibi. El-Hamra Sarayı, Topkapı Sarayı hep avlulu yerlerdir. Avlu demek nefes alınan yer demektir. Hele bir de içinde çiçekler yetiştiriliyorsa orası cennetin bir köşesini andırıyordur muhakkak. Hiçbir şey olmasa bile muhakkak o avluyla özdeşleşmiş bir kedi ve bir ihtiyar vardır. Avlular eski zamanların en büyük sosyalleşme mekânlarından biridir. İkindi çayları, yaz akşamlarında avluda yapılan sohbetler. İçerinin dışarısı, dışarının içerisi. Ne içeri, ne dışarı. Hem içeri hem dışarı. Avlularımızı yitirdik. Artık bazı camilerimizin bile avlusu yok. Cami demek biraz da avlu demek değil midir. Namaz öncesi ve sonrasında avluyla özdeşleşmiş ihtiyarların bir bankta oturup gizli gizli zikir çekmesi veya tatlı tatlı muhabbet etmeleri sizin de hafızanızdaki cami fotoğrafını tamamlamıyor mu?
Bir hocamızın şöyle bir tespitini okumuştum. Eskiden evlerimizin avluları vardı. Bizim evin avlusu, komşu evin avlusu, sıradan bütün evlerin avlusu vardı. Avlu aynı zamanda evin haremiydi. Derken günün birinde komşumuzun evi satıldı. Ev yıkıldı ve yerine büyük bir apartman yapıldı. İhtiyaçtır yapılsın. Fakat bir sorun vardı. Çünkü komşu apartmanın balkonundan veya penceresinden bizim evin avlusu görünüyordu. Artık biz avlumuzda rahat oturamıyorduk. Otursak bile rahat hareket edemiyorduk. Çünkü biri bizi gözetliyordu.
 Hocam haklıydı. Daima gözetlenmek, gözetlenmese bile gözetlendiği hissine kapılmak rahatsız edicidir. Böyle bir rahatsızlık hızla yayılıyordu. Böyle bir rahatsızlığın önüne geçmek gerekiyordu. Ne yapıldı? Güzelim avlulu evler satıldı ve yerine sıra sıra apartmanlar yapıldı. Artık Anadolu'muzun bütün şehirleri birbirine benzedi. Hatta bütün dünyanın şehirleri bile neredeyse birbirine benziyor. Oysa betonlaşmanın bu kadar yaygınlaşmadığı yerlerde ve zamanlarda yapılan hiçbir ev, hiçbir mahalle, hiçbir şehir birbirine benzemez.
Biraz abarttığımın farkındayım. Eskiden nüfusun çoğu kırsalda yaşıyordu ve toplum tarım toplumuydu. Dolayısıyla bu kadar yoğun bir nüfusun yaşadığı şehirlerimize avlulu, tek katlı veya iki katlı evlerin yetmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Veya cümlemizi şöyle kuralım. Şehirlerimizi köyleştiremeyiz. Medeniyet bizi bir noktaya getirmiş. Artık buradan geriye dönüş olmaz.  Fakat insanların nefes alabileceği, piknik yapabileceği doğal parklar ve mesire alanları bir nevi avlu görevi görmez mi?
Yukarıda kestirip attım ama bilinçli bir köyleştirilmiş şehir düşüncesi üzerinde de düşünülebilir. Hemen karşı çıkmayın lütfen! Modern tarzda koca binanın terasında salkım domates yetiştiren birçok insan var. Mesela en fazla iki katlı binaların olduğu bir prototip şehrimiz olsa ve bütün binalarında önünde velev ki iki halı büyüklüğünde toprak olsa sizce de o şehir yeterince organik ve yavaş bir şehir olmaz mı?
Sözün dönüp dönüp toprağa geldiğini fark ettim. Topraktan geldiğimiz için midir nedir bilemedim ki? Belki de mazidir. Ne demişti Tanpınar:Mazi daima mevcuttur.
Diyebilirsiniz ki bu söylediğin şeyler düz mantıkla ve köylü kafasıyla düşünülmüş şeyler. Artık uzmanlaşma var, iş bölümü var. Bırakalım uçak mühendisi uçağını tasarlasın, onu toprakla ne meşgul ediyorsun. Ben de derim ki; niyetim uçak mühendisine bostan yaptırmak değil. Fakat istiyorum ki herkesin ayağı ara-sıra toprağa bassın. Şehirlerimizde ömrü boyunca çıplak ayağıyla toprağa basmamış insanlarımız var.
Yazı yazmak da mimarlık gibi bir şeydir. Bir cümlesi eksik olsa bir tuğlası eksik bir bina gibi olur. O halde şu tuğlayı da duvarın şu köşesine yerleştirelim: 'Mimarı dağlara gönderin de kemer neymiş, kubbe neymiş ögrensin!' John Ruskin.
İbn Haldun demişti ki coğrafyanın insan mizacı üzerinde etkisi vardır. Buna evleri de ekleyebiliriz. Mesela eski insanlar genelde mütevazi, sade ve sakin idiler. Evler de öyleydi. Şimdiki binalar kibirli, karmaşık ve huzursuz. İnsanlar da'
Bir cümle de işin ilahiyatından. Meşhur Cibril hadisinin sonunda bir ifade geçiyor: 'Kim idükleri belirsiz deve çobanlarının yüksek bina kurmakta birbiriyle yarışa girdiklerini gördüğünüzde kıyametin yaklaştığını anlayın.'
Ve elbette Felsefe. Filozofların peygamberi Sokrates bir ev yaptırmış. Fakat gelip evi görenler evin küçük olduğunu söylemişler.
— Ey Sokrates bu eve kim sığar ki?
Hz. Sokrates de onlara demiş ki;
— Gerçek dostlarım.
 Gördüğünüz gibi hayatın bütün üniteleri birbiriyle bağlantılı. Avludan girdik mimariden çıktık. Hatta avluyu konuşmak için şehirleşmeyi, göçü, ekonomiyi, modern insanı konuşmak gerekir. Mamafih avluyu küçük tutmak niyetindeyim. Daha doğrusu avluyu o kadar genişletecek ustalıkta değilim. Bu avlu çıraklık eserim olsun.
Hadi bu da son tuğla olsun. Mimarlıktan beklediğim yeşil mimari, yatay mimari ve insan merkezli mimari olmasıdır. 

Bu yazı 1129 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum