Necati KÜÇÜK

Necati KÜÇÜK

Az Efe
necatikucuk@hotmail.com

Abdullah Çavuş

13 Mart 2024 - 16:30 - Güncelleme: 13 Mart 2024 - 16:31

     Altmışlı yıllardı. Çocuktum. Kırsaldaki evimiz yerleşim yerlerinden uzakta yemyeşil çam ormanlarının kenarındaydı. Orman işletmesi yaz aylarında kullanılmak üzere bölgemize kazma kürek ile bir orman yolu açtırıyordu. Artık evimizin yakınlarından kamyonlar gelip geçecekti. O yıllarda adını bildiğimiz yegane taşıt aracı kamyondu.
      Kazma kürek ile yol yapan işçiler komşu köydendi. Hepsini tanıyorduk. Ancak işçilere yapacakları işleri gösteren, başlarında durup kontrol eden ve onlarla ilgili tüm bilgileri puantaj defteri adındaki kocaman bir deftere kaydeden çavuş bizim oralardan değildi. Tek direkli koni biçimindeki küçük bir çadırda yaşıyordu. Çadır, evimizden birkaç yüz metre kadar aşağıya, yeni yapılmakta olan orman yolunun kenarına kurulmuştu.
      Çavuş, ihtiyacı olan bazı yiyecek maddelerini almak için bir gün evimize geldi. Babamla ve annemle tanıştı. Adı Abdullah’tı. Aslen Konya’ya bağlı bir kasabadan geliyordu. Orada ailesi ve çocukları vardı. Kendisi orman işletmesinde yol çavuşu olarak çalışıyordu. İyi bir insana benziyordu. Evde beni ders çalışırken görünce, uzak olmasına rağmen okula gidip geliyor olduğum için çok sevinmiş, başımı okşamıştı.
      Daha sonraki günlerde süt, yoğurt, peynir ve sebze gibi ihtiyaçlarını ona ben götürmeye başladım. Dediğim gibi kendisi küçük bir çadırda yaşıyordu. Ortadaki direğin bir tarafında tek kişilik bir yatağı vardı. Çadırın girişinden tarafını da yaşam alanı olarak kullanıyordu. Bir insanın bu kadar az eşya ile küçücük ve dar bir ortamda yaşamaya çalışması bana çok ilginç ve düşündürücü gelmişti. Üstelik kötü niyetli bir insanın çoban çakısıyla bile kesip içeri girebileceği bez bir çadırın içerisinde, korkmadan güven içerisinde uyuyabiliyordu.
       Abdullah Çavuş çok yetenekli birisiydi. Kendi yemeklerini veya çorbasını gaz ocağında kendisi pişiriyordu. Daha önce hiç gaz ocağı görmemiştim. Bazen gaz ocağı arıza yapıyor, çalışmıyordu. Önce sabırla onu temizleyip tamir ediyor, sonra da hava pompalayarak gazı tutuşturuyordu. Gaz ocağı yanınca gün yanığı esmer yüzü gülümsüyordu. Hava yağmurlu olduğu zamanlarda gaz ocağını çadırın çıkış aralığına koyuyor orada yakıyordu. Alüminyum tencerede pişmekte olan çorbanın içerisine yağmur damlaları düşüyordu. Benimse çadırın bezi tutuşverecek diye ödüm kopuyordu. Mevsim kara kıştı. Çadırın içerisinde minik bir teneke soba vardı. İçerisine iki tane odun atıp onunla ısınıyordu.
      Abdullah Çavuş bana “Arkadaşım” diye hitap ediyordu. O benim ilk yetişkin arkadaşımdı. Çok gezip dolaşmış, güngörmüş bir insandı. Köyümüzün, ilçemizin ötesindeki dünyayı hep ondan öğreniyordum. Çok şey biliyordu. Sorduğum her soruya bir öğretmen gibi sabırla, benim anlayabileceğim cümlelerle, tane tane konuşarak cevap veriyordu. O iyi bir insan iyi bir arkadaştı. Ona alışmıştım.
       Bir gün annem arkadaşımı akşam yemeğine çağırabileceğimi söyledi. Beraber bizim eve gittik. Yemeğin sonuna doğru sofraya kocaman bir sini ıspanaklı börek konuldu. Sininin ortası açılarak oraya da kocaman bir kâse erik hoşafı yerleştirildi. Bir ara gözüm Abdullah Çavuş'a ilişti. Efendiliği ve kibarlığı bir tarafa bırakmış, kollarını sıvamış, kıtlıktan çıkmış gibi iki eliyle birlikte tuttuğu ıspanaklı böreği ağzına atıyor, peşinden tahta kaşıkla aldığı erik hoşafıyla onu midesine yuvarlıyordu. Tıka basa yedikten sonra ellerini yıkamış, cebinden çıkardığı bir günlük işçi yevmiyesi kadar bir parayı sininin kenarına bırakarak “Bu böreği kim yaptıysa Allah ondan razı olsun. Bu para ona anamın ak sütü gibi helal olsun” demişti. Herhalde o güne kadar öyle güzel ıspanaklı börek yememişti.
       Birkaç gün sonra okuldan eve döndüğümde beni kötü bir sürpriz bekliyordu. Orman işletmesinden gelen bir araç Abdullah Çavuş’u ve çadırını alıp gitmişti. Abdullah Çavuş veda etmek için bize uğramış, beni göremeden gitmek zorunda kaldığına çok üzülmüştü. Benim gözlerimden öpüyordu ve bir de mesajı vardı; her ne olursa olsun ilkokuldan sonra okumayı kesinlikle bırakmamalıydım. Ama bunu nasıl yapacaktım, işte onu bilmiyordum…

Bu yazı 214 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 1 Yorum