Emine ATAMAN KOÇ

Emine ATAMAN KOÇ

52emineataman@gmail.com

Gördes'in İşgali-5

06 Şubat 2017 - 17:10

1969 yılının ilkbaharında Ege Bölgesinde yaşanan yer sarsıntısında evimizin duvarlarında çatlaklar meydana geldi. Bizim durumumuzda olan beş aile ile birlikte deprem yardımı alarak köyün bitişiğindeki tarlamızın kenarına ev yaptık. 1970 yılında yeni evimize taşındık ve eski evin arsasını bahçe yeri olarak kullandık. Şubat ve mart aylarında tütün fidanı eker, tütün dikimleri bitince de sebze bahçesi yapardık. Çocukluğumun geçtiği geniş çardaklı evimizden ayrılmak bana çok  zor gelmişti.
     Ailemizi etkileyen borçlu günler yaklaşık on yıl devam etti. Tam da biz çocukların eğitim çağımıza denk gelmesi ailenin bütün fertlerini derinden etkiledi. Yapacak fazla bir şey yoktu; olan olmuştu. Borçları ödemekten başka çare görülmüyordu.
      Borçları öderken, birçok şeyden yararlanıldı. Annemin tarlalarının bir kısmı satıldı. Elimizde kalan halı malzemelerinden dokuduğumuz halılar satıldı. Ayrıca, babamın her yıl iki ay çalka makinesi ile Gördes'in doğusunda bulunan köylere çalışmaya gitmesi aile bütçemize büyük katkı sağladı. Ağabeyim çalışmaya başladı ve kardeşimin okul masrafını karşıladı. Ayrıca her yıl tütün tarımı yapmaya devam ettik. Böylece zaman içinde borçlarımızın tamamını ödeyip bitirdik. Yıllar süren bu sıkıntılı dönem sonunda ben de yirmili yaşlara gelmiştim.
     Babam bir gün Gördes pazarı dönüşü eve girer girmez 'Artık borçların tamamı bitti. İnşallah bundan sonra bir daha böyle durumlara düşmeyiz' dedi. Birbirimize sarılıp öpüşerek sevincimizi paylaştık. O günlerde satılan tütünlerin parasını almıştık. Babam bu parayla da son borçları ödemiş, sonra da bu güzel günü balık ziyafetiyle kutlamayı düşünerek Gördes çarşısından Demir Köprü Barajı balıklarından iki tane sazan ve annem için de köftelik kıyma almış. Annemle ikimiz hemen yemek hazırlıklarına giriştik. Ama aradan geçen on yıl zarfında aile nüfusumuz azalmıştı. Ablam evleneli dokuz yıl geçmiş ve o üç çocuk annesi olmuştu. Ağabeyim İstanbul'da Fatih Vergi Dairesinde çalışıyor aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fransız filolojisi bölümüne devam ediyordu.
     Çocukluğumuzdan beri Pazartesi günleri balık ziyafeti yapılması, evimizde gelenek haline gelmişti. Kış mevsimi gelince her pazartesi bizim evde balık ziyafeti olurdu. Babam balığı severdi. Biz bütün kardeşler babamın sevdiği her şeyi sevdiğimiz gibi, balık yemeyi de severdik. Pazartesi günlerini iple çekerdik. Hamsi, istavrit gibi balık çeşitleri bizim oralara kadar gelmezdi. Ulaşım sorunu vardı. Hep büyük balık, yani sazan alınırdı Gördes'ten. Ama yazları köy deresinde suların azaldığı günlerde ceviz tetresi kullanarak balık tutar, kızartır yerdik. Her yaz köy deresinde yakaladığımız balıklar bizim için bulunmaz fosfor deposuydu. 
Derenin suyu azalınca kayaların diplerinde oluşan havuzcukların sularını boşaltır, buraya gelen suyun yönünü değiştirir, dinamit etkisi yapan olmamış ceviz kabuklarını ezer, avuç avuç havuza serperdik. Ceviz tetresinden bayılan balıklar su yüzüne çıkardı. Bize de baygın balıkları toplamak düşerdi. Artık bağrış çağrış suyun içinde düşe kalka, yatır kızı, gümüş balığı, ne bulursak yakalar, çınar çubuklarına takardık. En büyükleri bir karış olan küçük balıkları yakalama işinin ustası ağabeyimdi. Tuttuğumuz balıkların bir kısmını hemen derenin kenarında ateş yakar pişirir, daha eve gelmeden, yer bitirirdik. Ceviz ağacının koyugölgesinde içlerini bile temizlemeden pişirdiğimiz parmak kadar balıkların tadı da bir başka olurdu. Demir Köprü Barajı balıklarının alındığı ziyafet günlerinde annemin özel menüsü vardı.  Izgara köfte yapılırdı ona. Kış günlerinde babam Gördes'ten bir torba dolusu balıkla gelir, daha beygirden inmeden bize seslenirdi. Balıkları kim yıkamaya gidecek diye. Çocuklardan iki üç kişi balık torbasını alır, doğruca dereye balık yıkamaya giderdik.
Pişirmeyi genellikle annem yapardı. Hem sevmez, hem odun ateşinde balık kızartmanın keyfini kimseye kaptırmazdı. Balık kokusundan korunmak için kendine göre bir çözüm bulmuş, sarı buladan yaşmağını bu kez ağzını burnunu kapatarak bağlar, ateşin üzerinde cazırdayan iki kulplu bakır tavaya balıkları sıralamaya başlardı. Annemin pişirdiklerini biz de yer sofrasında, ocağın karşısında sıcak sıcak yerdik. Bazen kızarttıklarını sofraya koyarken havada kapar gülüşürdük.  Izgara köftelerin ve balık tavaların yapıldığı ziyafet günlerinde çok mutlu saatler geçirirdik.   
        'Borçların Bitiş' gününü babam, annem, kardeşim Hüseyin ve ben dördümüz kutladık. Aramızda olmayanların yokluğunu birbirimize hissettirmemeye çalıştık. Önceki yıllarda yaptığımızın aynısını yaparak mutlu bir şekilde noktaladık geceyi. Sıkıntılar içinde geçen on yılı sildik attık dünyamızdan. Babamın güleç yüzü annemin tatlı dili, her türlü yorgunluğu ve sıkıntıları unutmaya yeterdi. Dördümüz birlikte ocak başında çam odunlarının çıtırtılı yanma sesleri arasında babamın demlediği tavşankanı çayları içerek sohbete devam ettiğimizi, bu gün gibi anımsıyorum.
     Yirmi bir yaşındayım. Aylardan Ramazan, babamla birlikte geceleri sahurdan sonra Kuran okuyoruz. Her gece bir cüz bitirmeye gayret ediyoruz. İki üç yıldır âdet haline getirdik. Baba kız arife gecesi hatim duası yaparak bitiriyoruz ramazan ayını. Bu benim için de mutluluk verici bir olay. Kuran'ın neredeyse bazı bölümlerini ezbere okuyorum. Babam da bıkmadan usanmadan benim yanlışlarımı düzeltiyor. En sıkıntılı olduğum günler,  annemin deyimiyle 'aybaşı olma, kendini görme' günleriydi.  Kadınlar bu özel günlerinde oruç tutmaz, namaz kılmaz, Kuran okumaz deniyor. Ama ben babama 'aybaşı oldum, oruç tutmuyorum, Kuran da okuyamam' diyemiyordum. 'Hastayım' ya da 'uykum var baba' derdim. O belki anlıyordu. Keşke bunları rahat rahat konuşabilseydim.
Bir gün babam, 'Emine Kuran okuma konusunda bir sıkıntın yok. Güzel okuyorsun. Bundan sonra Arap harfleriyle yazmayı öğren' dedi. Yazıya böyle başladım, biraz ilerledim, ama pek zevk alamadım. Ne işime yarayacak boşu boşuna emek, diye düşünüyordum. Derslerime hep geceleri çalışıyordum. Kış aylarında halı dokuyor, yaz gelince tütün işleri oluyor, gündüzleri ders çalışmaya zaman ayıramıyordum.
     O yaz düğünüm yapıldı evlendim. İstanbul'a yerleştim. Köyle irtibatım artık mektuplarla sağlanıyordu. Babamın, evliliğimin yedinci ayında gönderdiği bana duyduğu özlemini açığa vurduğu mektubunu onun anısına buraya alıyorum:
                                                                                                                                         25.2.1975 
Candan ve ciğerden kıymetli kızım Emine selam eder hasretle gözlerinden öperim. Göndermiş olduğun mektubu aldım. Alınca inan ki dünyalar benim oldu. Çok memnun oldum. İnşallah siz de memnun olursunuz. Bizden havadis sorarsan biz halen tütünleri teslim etmedik. Onun için biraz sıkıntıdayız o da önemli değil, yalnız sağlık olsun. Fidan yerlerini ile uğraşıyoruz ekmedik daha. Annen selam eder, gözlerinden öper. Ağabeyim Hüseyin'e para gönderdi diyorsun çok memnun oldum. İbrahim'in askerliğinin ertelendiğine memnun oldum.  İbrahim ve Apbasa selam eder gözlerinden öperim.
     Şimdi ise heç yaramaz bir havadis yok. Yalnız sizin hasretliğiniz bunun da başı sağlıktır. Hüseyin'in yalnız karnesinde bir tane 4 dü vardı. Aşa yukarı eyi sayılır.
Bugün Gördes'in pazarı işimiz çok. Badatis, zeytin, mandalin falan felan alacağız.  Baki selam
A.Ataman

Bu yazı 1306 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Eşref Karadağ
    2 yıl önce
    Gördes'le ilgili bazı bilgilere gereksinimim vardı. Özellikle işgal yıllarını merak ediyordum. Dizi halindeki beş yazıyı da severek okudum. Ayrı kentlerde olsak da çocukluklarımız nasıl da birbirine benziyor, diye geçirdim içimden. Emeğine, kalemine sağlık sevgili insan. Her biri yürekten yazılmış yazılardı.