Reklam
Reklam
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Ne İstismarı?

17 Eylül 2020 - 16:10

Bir tarikat şeyhinin, 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismar suçlamasıyla gündeme geldi bu kelime. Benzeri ve sair çeşitleri sıkça rastlanılan bu olayların yaşanmasında, hep bu kelimeye sığınıldı. Son olayın kamuoyunda büyük tepki oluşturmasıyla birlikte, Diyanet Cuma hutbesini aynı kelime başlığı altında tertip etti.
            Toplumda farklı düşünenlerin, farklı tercihi olanların birlikte sığındığı bu kelime, aslında meseleyi tarif etmekten uzaktır. Keza Diyanetin Cuma hutbesinde din istismarından bahsetmesi ne kadar düşündürücü ise, laik kesimin de din istismarından söz etmesi o kadar gariptir.
            Asırlardır süregelen günahkârlığın, hataların faturasını bir kelimenin içine bohçalayıp görmezden gelmek, aklın ve vicdanın nasıl iptal edildiğini göstermektedir. Son olayda da aynısı yapıldı.
            O sihirli kelime, İstismar'dır.
            Kelimenin Osmanlıca lügatte anlamı iki başlık altında verilmiş. Birincisi; işletme, faydalanma. İkincisi; sömürme
            Biraz daha derinliğine inerek, kelimenin kökenine baktım. İstismar kelimesi, ‘semere' kelimesinden türetilmiş. Semere; ürün, yemiş, bir fayda, bir yarar anlamlarını içeriyor. Dolayısıyla bir istismarda bulunmak demek, fayda, yarar elde etmek demektir.
            Kız çocuğuna cinsel istismar suçlamasıyla tutuklanan şeyh, ne yapmış? Dini istismarda bulunmuş. Peki, şeyh sadece cinsel istismarla mı kendine fayda sağlamış? Tarikat, cemaat ve benzeri yapıların asırlardır nasıl maddi ve manevi imkânlara sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Yani şeyh, suçlandığından başka, maddi çok daha fazlasını elde etmiştir.
            Rahat bir nefes alalım ve şu can alıcı soruları soralım.
            Bir kişi din söylemi üzerinden, müthiş bir itibar ve imkân kazanıyor. Yani istismar ediyor. Ona bu itibarı ve imkânı sağlayan kaç kişi? Belki binlerce, belki on binlerce insan. İstismar eden yani kazananı mı suçlayalım yoksa sadece bir kişiyi bahtiyar eden, olabildiğince verimli on binlerce insanı mı sorgulayalım?
            Bugün laik kesim, meselenin tespiti yönüyle benzer bir hatanın içindedir. Onlar da din istismarından bahsediyor. Çözüm olarak, laikliği gösteriyor. Ama şunu anlayamıyorlar, ortada asırlardır işlenen ve sulanan bereketli bir tarla var. Siyaset erbabı, din erbabı, şu ve bu erbabı bu tarladan fayda sağlıyor. Kim kimden şikâyetçi? Kim halinden memnun değil. Gördünüz mü bugüne kadar?
            Yasalarımıza göre, cinsel istismar suç olmasaydı, bu olay konuşulmayacaktı bile.
            40 yıl boyunca, gözyaşı ve sümükle bu toplumu ne hale getiren Fetullah Gülen, aynı istismarı yapmamış mıdır? Koca devleti sallayan, toplumu ters yüz eden bu istismardan bugün ders çıkarabiliyor muyuz?
            Bana göre, hayır! çıkaramıyoruz. Nedenini soracaksınız. Bu tarla çok verimli, çok bereketli. Biri gider, biri gelir. Değişmeyen acılardır, hüzünlerdir. İşin dünyalık tarafı dünyada çekilir. Ya ahiret tarafı? İşte orada olacakları düşününce titriyorum.
            O zaman nasıl oldu da Müslümanlar istismar edilebilecek, verimli ve bereketli bir tarla haline getirildi. Bu sorunun cevabını bulamazsak, yaşananlara akıl erdiremeyiz.
            Kur'an son kitaptı. Muhammed Aleyhisselam son nebi idi. Bu kitap yeni bir şey getirmiyordu. Kendinden öncekileri tasdik eden bir kitaptı. Şüphesiz bu yüzden önemli bir bölümünde, önceki ümmetlerin ve nebilerin mücadelesi anlatılıyordu. Onların nasıl sapıttığı, nasıl yoldan çıktığı açık ve net olarak dile getiriliyordu.
            Kur'an araştırmalarında bunu hep gördüm. Uzun zamandır da yazıyorum. İnsanlık yoldan çıkınca, Allah bir uyarıcı gönderiyor, kitap veriyor. Fakat tebliği sonrası, insanlık yeniden yoldan çıkıyor. Kur'an bilgisine sarılanlar, bu tarihi gerçeği görecektir.
            Konuya bu yönüyle bakıldığında, insanlık için çarpıcı bir durum ortaya çıkıyor. Kur'an'a sarılmaktan ve Muhammed Aleyhisselamı anlamaktan başka yol kalmamıştır.
            Bu durum elbette, Müslümanlar için daha fazla önem arz etmektedir. Peki niye?
            Çünkü Kur'an'ı anlamak ve hakkıyla anlatmak birinci derecede onların görevidir. Muhammed Aleyhisselamın tebliğini ve metodunu anlamak da aynı şekilde görevidir. Ancak hüzünle ve kahırla söylemeliyim ki Müslümanlar bunu yapamamıştır.
            Muhammed Aleyhisselamın vefat haberi duyulduğunda, fitne ortaya çıkmış ve kim halife olacak kaygısı, toz bulutu misali ortalığı kaplamıştır. Muhammed Aleyhisselamın cenazesi 2,5 gün evde bekletilerek, bir yatsı vakti ancak gömülebilmiştir.
            Ardından siyasi suikastlar birbirini takip etmiş; Ömer, Osman ve Ali hançerlenmiştir. Cemel ve Sıffin olaylarında 70 bin Müslüman hayatını kaybetmiştir. Ardından Hariciler olayı patlak vermiş, Müslümanlar birbirini katletmiştir.
            Emevi ve Abbasilerle başlayan süreç; bugüne kadar devam edip gelmiş, din siyasetin önemli bir istismar alanı haline sokulmuştur.
            Kur'an'ın bütün ikazlarına ve Muhammed Aleyhisselamın bütün gayretlerine rağmen, Müslümanlar nasıl bu hale gelmiştir. Cevabı gayet basittir: Kur'an'ı kendilerinden uzaklaştırarak.
            En az bin yıllık bir süreç vardır ve Kur'an ilim ve hikmet yönüyle Müslümanların hayatında değildir.
            Önce şu yapılmış; Kur'an kozmik bir metin olarak kabul ettirilmiştir. Arapça yazıldığı için harfleri kutsanmıştır. Arapça metnini okumak, Kur'an öğrenmek olarak beyinlere zerk edilmiştir.
            Abdestsiz dokunulmaz, ele alınmaz gibi çekincelerle sarılıp sarmalanmış, evlerin en yüksek noktalarına asılmıştır. Baştan sona bir kere Arapça metnini okumak hatim kabul edilmiş, şu kadar sevap dağıtılmıştır.
            Bu bin yıllık serüvende, Kur'an şu şekilde tanımlanmıştır: Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı.
            Günümüzde Kur'an'ın bir musiki ve beste formuna dönüştürülmesi, güzel okuma yarışmaları yapılması boşuna değildir. Arapça harflerden din ve düşünce yorumu üretilerek, hat sanatının itibar görmesi de bu yüzdendir.
            Kur'an ilmine ve hikmetine sırt çeviren Müslümanlar, zamanla Allah'ın indirdiği dini, halkın dini haline getirmişlerdir. Hemen her kesimin büyük istismarlar kazanmasında, bu süreç etkili olmuştur.
            Kur'an'ı kimse çalışmıyor, anlamıyor, hükümlerine göre hayatını şekillendirmiyor. Yerine binlerce sayfa fıkıh kitapları, kelam kitapları var. Mesnevi var, Risaleler var ve daha neler var.. Hadisler var, evliyalar var, mübarekler var, şeyhler var, cemaatler var.
            Daha felaket işler de var. Bu tarla verimli olsun diye ayetlerin anlamını tahrif edip, kullanışlı hale getirenler var.
            Neymiş efendim! Tarikat şeyhi kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmuş. Geçin bunları.
            Bu Müslümanlar; Kur'an bilgisine ve öğretisine sahip olsalardı, Muhammed Alayhisselamın tebliğini ve metodunu Kur'an'dan öğrenebilselerdi;
            Ortada ne tarikat ve ne şeyhleri olurdu.
            İnsanların maddi ve manevi emeğini sömüren cemaatler olurdu
            Yanlış ve kusurlarını örten idarecileri olurdu
            Ne de dini meselelere laiklik kavramıyla yaklaşan kesimler olurdu.
            Ve ne de insanları cennete sokan, sahtekârlar olurdu.
            İstismar mı? Hadi canım sen de. Müslümanların kafası, aklı, vicdanı istismar tarlası haline gelmiş. Üstelik en az, bin yıldır bakımı yapılıyor. Bereketinden ve veriminden hiçbir şey kaybetmiyor. Ve hiç kimse halinden şikâyetçi değil.

Bu yazı 2809 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum