Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Büyük Taarruz ve Çalıkuşu!

27 Ağustos 2020 - 11:04

Büyük Taarruzun yıl dönümündeyiz. Bir asır öncesi tarihe altın harflerle kazınmış bu zafer, ‘büyük' sıfatının çok üstünde ve kelimelerle ifadesi zor olan bir zaferdir. İmkânsızlıklar içinde, olmaz haykırışlarına rağmen kazanılmıştır.
            Başta inanç olmak üzere; akılla, mantıkla, stratejiyle, diplomasiyle, askeri taktikle ve daha önemlisi dehayla elde edilen bu zaferle, Anadolu'nun Türk yurdu olduğu cümle âleme ilan edilmiştir.
            İlber Ortaylı hocanın deyimiyle; '1071'de Türkler Alpaslanla Anadolu'ya giriş yapmış, 30 Ağustos 1922'de, Anadolu'da ebediyen kalıcı olduğunu tescil ettirmiştir." Dolayısıyla Anadolu Türklüğünün iki yanağı varsa; birisi Alpaslan'dır, diğeri Mustafa Kemal'dir.'
            Büyük Taarruzun kapısı Sakarya'da açıldı.
            Sakarya Zaferi, Yunan'ı bir saldırı gücü olmaktan uzaklaştırdı. Eskişehir-Afyon hattının doğusunda, savunma durumuna geçmek zorunda kaldı. TBMM Sakarya zaferi sonrası, M. Kemal'e gazilik ve mareşallik unvanını verdi.
            Şayet Sakarya kaybedilseydi, Büyük Taarruz diye bir şey olamazdı. Devrin bütün bilgi ve belgeleri kadar, tarihçilerin de görüşleri böyledir. Şevket Süreyya Aydemir yıllar sonra, İsmet Paşaya bu durumu sorar: 'Eğer Sakarya muharebesini kaybetseydik, ordu dağılır ve Milli Mücadele başarısızlıkla sonuçlanır mıydı?'
            Her Türk çocuğunun bilmesi ve okuması gereken bir cevaptır İsmet Paşanın söyledikleri:
            'Kumandan muharebeyi, harp meydanında değil, kafasında kaybederse; bu yenilgi tam yenilgi olur. Savaş kumandanın kafasında kaybolmadıkça, yenilgi tamamlanmış ve savaş sona ermiş değildir. Milli Mücadelede biz savaşı, hiçbir zaman kafamızda kaybetmiş duruma düşmedik.' (bkz, Tek Adam Cilt:2 sf:453, Şevket Süreyya Aydemir)
            Her şey imkânsız, her şey zor olacak ama bütün bu her şeylere rağmen kazanmayı başaracak ve milletin makûs talihini yeneceksiniz. Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali isimli kitabında, bu zorlukları şöyle anlatıyor:
            'Hastalıktan cephe gerisinde ölenler, cephelerde ölenlerden çoktu. Konya'da 12. Kolordu hastanesinde yatanların %80'i zatürree hastasıydı. Ve gereği kadar ilaç yoktu. Genelkurmay Sağlık Dairesi raporlarına göre; hastanelere yatırılan hasta sayısı 1921'de 151.783, 1922'de 247.988 idi. Yaralıların nakli bir meseleydi.
            İnönü muharebelerinde tren, Eskişehir'den Ankara'ya 22 saatte gidebiliyordu.'
            Hele silah ve mühimmat bulmak, başlı başına bir dertti. Silah satan yabancılar Anadolu'yu dolandırıyordu. Elde sadece iki kırık kanatlı uçak vardı. Sonra bu sayı 15'e çıkarıldı. Düşmanın 3200 makineli tüfeğine karşılık, 500 ağır ve 1500 hafif makineli elde edilebilmişti.
            M.Kemal ve arkadaşları, savaşı kafalarında kazanmak adına bütün hamleleri yapıyordu. Neye rağmen? Her şeye rağmen. Meclis'te Büyük Taarruzu hayal olarak görenler vardı. Bu savaşın kazanılamayacağına inananlar vardı. Şöyle diyorlardı:
            'Ordumuzun taarruz kabiliyeti yok. Yapılacak taarruzda %25 bile kazanma şansı olsa can feda! Başka çıkar yol aramalıyız. Bak! Avrupalılar bize sulh teklif ediyorlarmış, niçin faydalanmıyoruz?' (bkz, Atatürk Kütüphanesi;13, Sel Yayınları, sf:22–23)
            Dedim ya her şeye rağmen, savaşı kafasında % 100 kazanan bir lider değil, bir deha vardı: Mustafa Kemal..
            İstihbarat, strateji, taktik, diplomasi ne ararsan var.
            1922 Temmuzunun son günlerinde bir dedikodu yaydı. İngiliz Generali Tawnsend ile görüşmeye gidiyorum dedi. Herkes inandı. Herkes bu görüşmeyi konuşurken, 23 Temmuz 1922 akşamı, Akşehir'de karargâhtaydı. İsmet Paşa, Fevzi Paşa zaten gelmişlerdi.
            Dikkat çekmesin diye bir maç tertip edildi. Diğer komutanlar maç için Akşehir'e davet edildi. Her şey konuşuldu ve görüşüldü. Peki, taarruzun tarihi? İşte onu M. Kemal'den başkası bilmiyordu?
            Ya taarruzun taktiği?
            Adeta kozmik özelliklere sahip askeri planların üzerine, 'sad' işareti koyuyordu. Arapçadaki sad harfidir bu. Kendisinden başka bilen yoktu. Büyük Taarruzda Türk ordusunun diziliş şekline ve krokilere baktığınızda, sad harfi gibi dizildiğini görürsünüz.
            Büyük İskender, Hannibal ve Attila gibi askeri dehaları incelemiş, bu sad taktiğini fark etmişti. Hannibal'in Roma ordusunu bu taktikle nasıl darmadağın ettiğini, en ince detaylarına kadar elden geçirmişti.
            Büyük Taarruz aslında Sad harekâtıydı. Ve askeri bir dehanın uygulayabileceği bir plandı. Kafasında %100 kazandı, meydanda da kazanmasını bildi.
            Bu nasıl bir zekâ, nasıl bir dehadır ki taarruzdan bir kaç gün önce, bütün dikkatleri dağıtmak için, roman okur. Ne kadar ilginç değil mi?
            Akşehir'deki Büyük Taarruz karargâhında görevli olan Binbaşı Mahmut Bey, o günlere ait tuttuğu notların bazılarını yayınlamıştır. Daha sonra Siirt milletvekili seçilen Mahmut Soydan, 21 Ağustos 1922 tarihli notunda şunları yazmış;
            'Bugün Akşehir'deyiz. Akşamki toplantı, taarruz gününün tayini ile neticelendi. Müzakere sırasında müşkülat çıkaranlara kısaca ve sert bir cevap verdi: ‘Harekete inancı olmayanlar istifa etsin..Ben bütün mesuliyeti üzerime alıyorum!!'
            Düşmanda bir hassasiyet var. İki gündür Paşa, Çalıkuşu romanını okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki..'
            Önüne iki kaz versen gütmek için, birini kaybedip de gelecek olan haramzadeler, varsın M. Kemal'e hakaret etsin. Kurduğu Cumhuriyete istihzada bulunsun. Neyi değiştirebilirler ki.. Tarihin hükmünü, bugüne kadar kim bozabilmiş?
            M. Kemali, silah arkadaşlarını, canını feda eden vatan evlatlarını rahmet ve minnetle yadediyorum'

Bu yazı 3641 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum