Reklam
Reklam
Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Bu Kitap Okunmalı!

13 Ağustos 2020 - 11:31

Gördesliler henüz farkında değil. Bu şehrin kadim tarihinden ve geleneğinden süzülüp gelen; bir bilim ve düşünce insanına, bir yazara sahip. Bilimsel çalışmalarının yanı sıra, bir edip, bir düşünce insanı olarak müthiş eserler veriyor.
            Türk Dilinin günümüzdeki en parıltılı otoritesi demek, asla abartılı olmaz. Sadece ülkemizde değil, uluslararası camiada ve Türk dünyasında saygın bir yeri var. Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu'nun başlattığı Türk Dili sevdası, Necmettin Hacıeminoğlu, Faruk Kadri Timurtaş ve Ahmet Bican Ercilasun gibi hocalarla devam etmiş, bugün Ayşe İlker, o sevdanın mirasçısı olarak dikkatleri üzerine topluyor.
            Bilimsel makaleler, Türk Dili üzerine hazırlanmış kitaplar kadar, hikâyeciliği ile de Türk Edebiyatında yeni bir nefes olarak göze çarpıyor.
            Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan yeni kitabı ile yine gözler ona çevrildi. Herkesin okuması lazım diye düşündüğüm bu eseri, bir solukta okudum. Son 15 yılda çeşitli yayın organlarında çıkan yazıların toplandığı bu kitaba, 'Söyleşiden Denemeye Bir Yol Gider' ismini vermiş.
            Ayşe İlker'in bu kitabında; bilim insanı ve hikâyeci kimliğinin dışında, bir yönünü daha fark ettim. Kültürel, siyasal ve toplumsal meselelere bir mütefekkir nazarıyla bakmış. En girift konuları, usta bir ressamın fırça darbelerine benzeyen ifadelerle yerli yerine oturtmuş. Bu üslup sizin ufkunuzu açıyor, zihin inkişafınıza katkıda bulunuyor.
            Üstat Cemil Meriç; 'Kelam haysiyettir' demişti. Binlerce yıllık Türk tarihi içerisinde Türk Dili ve kelimeleri, haysiyet ekseninde bugüne geldi. Ayşe İlker bilimsel çalışmalarıyla, hikâyeleriyle, fikir ve düşünce yazılarıyla ve dahi mütefekkir nazarıyla kelimelerin haysiyetini mahremi gibi korumasını bildi.
            Zira o kelimeler, bugüne kolay taşınmadı. Üstat Meriç'in şu tespiti ne kadar anlamlıdır: 'Ehrama taş taşıyan köleler gibi, bu millet mabedine kelimeleri taşıdı.'
            Ayşe İlker, onlardan sadece biri mi acaba? Elbette!
            Onun farklılığı akademinin içinde sıkışmayıp, hayatın içine dalmasıdır. Yaşadığı her olayda, konuşmada, sohbette, ilişkide kültürü ve kelimeleri araması ona emsalsiz bir itibar kazandırmış.
            Eğer bu kitabı okursanız, Gördes'in ne kadar kadim bir tarihi ve kültürü olduğunu ilk defa öğreneceksiniz. O zaman, Ayşe İlker gibi bir ismin Gördes'ten çıkmasına hiç şaşırmayacaksınız.
            Gördes ağzında söylenen şu 'Dabirine' tabirini nasıl didik didik etmiş. Hani bir şeye ya da birisine kızıp öfkelendiğimizde söyleriz bunu: 'Seni de dabirini de..' Mesela bu tabir sadece Gördes ağzında var. Okuyunca keyif alacaksınız.
            Ya Gördes'in Gelin Kız helvası? Helvanın tarihini, sosyal hayatımızdaki etkisini, kültürel zenginliğini anlatan bir makale okudunuz mu hiç? Ayşe İlker müthiş yazmış. Çocuklarımız bunları öğrenmeli diye düşünüyorum.
            Ehrama taş taşıyan köleler gibi, bu milletin çocukları binlerce yıl bu işi boşuna yapmamış. İncelik, nezaket, yerine göre ayırımı hiç ihmal etmemiş. Rakı, şarap, bira içilir. Çay ise hayatımızda geleneksel bir içecektir. Peki, çay ne yapılır? İşte o içilmez. Gördes'te denir ki 'çay kıralım'.
            İlker'in 'Çay Kırmak' başlıklı yazısını okuduğunuzda vay be diyeceksiniz.
            Bugün hala Latin alfabesini tartışıyor olmamız ve Osmanlıca sevdasının bir figür olarak sıkça kullanılmasının, tamamen siyasi ve ideolojik olduğunu biliyoruz. Türk dilinin ustaları konuşmuyor ve dikkate alınmıyor. Siyasetçiler kesip biçiyor.
            Ayşe İlker kitabında, bu konuyu öyle mükemmel anlatmış. Dilin tarihi gelişimini evrelerini ve Osmanlıcanın varlığını her yönüyle ortaya koymuş. Yazısının sonunda yaptığı şu tespitler, ne kadar gerçekçi ve bir o kadar acıtıcıdır:
            'Günümüz için yanlış olan, bazı çevrelerce Türkiye Cumhuriyetini kuranların, alfabe değiştirmekle büyük bir ihanet yapmış olduklarını sezdirmektir.
            Bu mantığa göre, iki bin yıl içinde alfabe değiştiren Göktürk, Uygur, Karahanlı atalarımız ve dedelerimiz de Türk milletine ihanet mi etmişlerdi?
            Yoksa biz sadece Osmanlı Türklerini mi atalarımız sayıyoruz? Selçuklu'dan geriye giderek Karahanlılar, Uygurlar, Göktürkler de dedemiz atamız değil mi?
            Evet, Osmanlıca bağlamında meseleye bakınca, sorulacak o kadar çok soru çıkar ki ortaya, dam aksa da akmasa da çekiştire çekiştire halılar eskitilir!
            Galiba yapılan iş de hendeği atlamak değil, atlar mı atlamaz mı söz düellolarıyla çağlar kaybetmek'' (sf.32)
            Neredeyse 40 yıla yakın, bu topraklarda bir ihanetin ve kalleşliğin muhatabıyız. PKK terörü, hangi vasatla ve hangi zeminde kendine meşruluk kazandırma yoluna gitti. Kürtçe bir ana dildi. Ancak asla yazı dili değildi. 1970'lerden itibaren Avrupalılar,  suni zeminle terör örgütüne meşruluk hazırlamaya başladılar.
            Ülkenin siyasetçileri ve aydınları, ne yazık ki bu hazırlığı hakkıyla fark edemediler. Meseleye salt terör vakası olarak baktılar ve bugünlere geldik. Meselenin içinde ve farkında bir ilim insanı, bir dilbilimci olarak Ayşe İlker, kitabında konuyu o kadar net anlatmış.
            Ayşe İlker şunları söylüyor:
            'Kürtçe bugün yeryüzünde konuşulan altı bin sekiz yüz ana dilden biridir. Ancak, ‘yazı dili' olarak kullanılan üç yüz dilden biri hiç olmamıştır. Tam bu noktada, genel olarak dil bilimcilerin çerçevesini çizdiği ve hocam Necmettin Hacıeminoğlu'nun ayrıntılı olarak ifade ettiği ‘yazı dili'  tanımını vermek istiyorum: Yazı dili, sınırları belli bir coğrafyada, bir devlet teşekkülü altında, yüzlerce âlimleri, edebiyatçıları, sanatçıları tarafından işlenmiş, edebi ölçüleri oluşmuş ve ölçünlüleşmiş (standartlaşmış) bir yapıdır.
            Peki, yazı dili olmayan bir yapı, seçmeli ders olarak nasıl okutulacak?' (Sf:35)
            Bir dil bilimci olarak Ayşe İlker, Türk milletine yapılan ihaneti, bilimsel çalışmalarıyla aydınlatıyor:
            'Yaklaşık elli yıllık bir zamandan beri, Fransa'daki Kürdoloji Enstitüsünün ve başka ülkelerde bunlara benzer enstitülerin desteğiyle, Kürtçe bir yazı dili olarak inşa edilmeye çalışılıyor.
            1996 yılında, yazma bir Türkçe-Farsça sözlük üzerinde çalışırken, Fransa'daki Kürdoloji Enstitüsünün hazırladığı Kürtçe sözlükleri incelemiştim. Bu sözlüklerdeki Kürtçe söz oranı üçte birden daha azdı. Farsça kelimeler ve benim klasik Farsça sözlüklerde tespit ettiğim yüzlerce Farsça kelime, birkaç fonetik değişiklikle Kürtçe kelime olarak yer almıştı bu sözlüklerde. Sözlüklerdeki Arapça kelime oranı da Farsçalara yakındı.' (sf.35)
            Ayşe İlker iyi ki bu yazılarını, böyle bir kitapta toplamış. Ağız tadında, bilgi hazzında bir eser olmuş. Merak edenler ve düşünmek isteyenler kadar, bilgi sahibi olmak isteyenler de bu kitabı okumalıdır.
            Ayşe İlker'i tebrik ediyorum. Yüreğine, bileğine, bilgine ve irfanına sağlık'. 

Bu yazı 1871 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum