Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Aş Taşınca!

13 Ağustos 2021 - 14:50 - Güncelleme: 13 Ağustos 2021 - 14:51

Türk dilinin kudreti, yalnızca kelime sayısıyla orantılı değildir. Atasözleri kadar deyim ve deyiş bolluğu, Türk diline farklı ve ayrıcalıklı bir zenginlik katar. Onların her biri, kadim bir medeniyet anlayışının eseridir. Uzun tecrübeler sonrası, imbikten süzülürcesine lisanımıza girmiştir.
            Sadece ifadeyi zenginleştirmek için kullanılmazlar. Hayata tatbik edilmesi gereken, asli bir tarafı vardır. Söylenip geçilecek değil, üzerinde düşünülüp tatbik edilecek ürünlerdir.
            Türkiye, tarihinin en dehşetli orman yangınlarını yaşadı.
            Ne dedik? ‘Ciğerlerimiz yandı’. Güç yetmeyen, dayanılması imkânsız hale gelen felaketler karşısında kullanırız bu deyimi. Ciğer yangınlığı başka şeye benzemez. Yangınlar sonucu, maddi hasarı telafi edebiliriz. Ya yanan ormanları? Onun telafisi kolay bir iş değildir. Yok olan bitki örtüsü kadar, karıncasından en azametli hayvanına kadar, onları yerine getirmek mümkün olmaz. Bugün ağaç dikseniz, kaç asır sonra o coğrafya yangın öncesine dönebilir?
            Son yıllarda, pek çok bilimsel makale okudum iklim değişikliği ile ilgili. Çarpıcı analizler hep dikkatimi çekti. Değişen mevsim şartları, aslında ciğerimizi yakacak felaketlerin habercisi oldu hep. En çokta orman yangınlarıyla ilgili, olası senaryolar dikkat çekiciydi. Bunun bir anlamı olmalıydı.
            Yıllık orman yangını istatistikleri belliydi. Ülke olarak buna göre hazırlıklar yapılıyor, tedbirler hazır tutuluyordu. Manavgat’la başlayan felaket, Ege ve Akdeniz’i baştanbaşa yakmaya başlayınca, ciğer yangınlığımızı tarif edemez olduk.
            Çünkü bir noktada hata yapmıştık.
            Ne demişti atalarımız? “İşini kış tut, yaz çıkarsa bahtına.”
            Ciğerlerimiz yanarken, işimizi kış tutmadığımız gerçeği ortaya çıktı böylece. Hâlbuki pek çok ülkede, yangınlar birbirini takip ediyordu. Bilimsel araştırmalar, yangınlara dikkat çekiyordu. Dolayısıyla yangın söndürme teşkilatlanması adına, bu yıl işimizi kış tutmamız gerekiyordu.
            Kiralanan üç uçakla, bu felaketin üstesinden gelmek mümkün değildi.
            Ne demişti atalarımız? “Para para koynumdaki para, eldeki para hiç para.”
            Şu kadar alacağın var, şu kadar ödünç vermişsin. Önemli olan cebindeki paradır.
            Ciğerimiz yanarken, işimizi yaz tutarken, bu deyimi uyarlıyorum: “Uçak uçak hangardaki uçak. Eldeki hiç uçak”
            Eskiden Anadolu’da, yemek çömlekte pişirilirdi. Ocakta altına odun atılan çömlek, imik imik kaynayarak yemeğe lezzet katardı. Bu pişirmenin bir kuralı vardı. Çömlek kapağının üzerinde, bir kepçe hazır tutulurdu. Yemeğin taşmasını önlemek için, arada kepçeyle karıştırılırdı.
            Kısacası yemek pişiriyorsan, kepçeyi hazır tutman gerekirdi.
            Orman yangınlarıyla ilgili görüntüler, bize bir şey söyledi. Bu kadar geniş orman örtüsü olan bir ülke, kepçeyi ihmal etmişti. Yani olması gereken miktarda uçağımız yoktu. Yattık, kalktık uçak sayıkladık.
            Ne demişti atalarımız? “Aş taşınca kepçeye paha biçilmez.”
            Netice itibarıyla şöyle bir sıralama yapabiliriz.
            İşimizi kış tutmamız gerekirken yaz tuttuk. Hangarda uçaklarımız yoktu, eldeki uçak hiç uçaktı. Aş taştı kepçeye paha biçilemedi ve nihayetinde ciğerlerimiz yandı.
            Ne demişti atalarımız? “Bir musibet, bin nasihatten üstündür.”
            Ülke olarak bu büyük musibetten bir ders çıkarıp, bundan sonra işimizi kış tutacak tedbirleri alırız…

Bu yazı 648 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum