Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Var

29 Nisan 2016 - 14:44

Bizim toplumumuz sohbet kültürüne dayanan, konuşa konuşa anlaşan, fırsatını bulduğunda lafın belini kıran, mangalda kül bırakmayan, ağzı olanın konuştuğu, her kültür gibi nev'i şahsına münhasır, gücünü de za'fını da bu özelliklerinden alan bir kültüre sahiptir. Konuşmayı seviyoruz. Konuştukça rahatlıyoruz, şarj oluyoruz, deşarj oluyoruz, tedavi oluyoruz. Sözün gücüne, büyüsüne inanıyoruz. Haksız da sayılmayız hani, sözün büyüsü vardır gerçekten de. İlginç bir paradoksu da sizinle paylaşmak istiyorum. Mutasavvıflar arasında kıllet-i menam (az uyu) kıllet-i taam (az ye) kıllet-i kelam (az konuş) birer düstur olmasına rağmen tasavvuf ehli de en az herkes kadar konuşmuştur. Belki de bunu Yunus'un
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz
mısralarında ifade ettiği gibi sözün esaslısını kendileri söyledikleri kanısıyla mı çok söylemişlerdir, bilemiyorum?
Konuşmayı sevince, konuşma mekânlarının bir an önce oluşturulması elzemdi. Bu mekânlar yurdumuzun en batısından en doğusuna olmazsa olmazımız haline gelmiş olan kahvehanelerdir. Kahvehaneye kısaca 'kahve' dendiği gibi bir kısmının oyun oynanan yerler olması sebebiyle Anadolu'nun bazı yerlerinde oyun oynanmayan yerler için 'çay ocağı' ismi kullanılır. İster kahve deyin ister çay ocağı deyin sonuç itibariyle yerine getirdiği işlev aynıdır: Psikoterapi. Bu mekânlarda bir arkadaşıyla bir bardak çay içip de sohbet eden adam dünyanın en mutlu adamı değildir belki ama en azından masadan mutlu kalkıyordur. Zira ya bir iş konuşulmuştur ya ülke kurtarılmıştır ya biraz gıybet yapılmıştır ya futbol konuşulmuştur ya da din konuşulmuştur hiç olmazsa havadan sudan konuşulmuştur. Bunları, yadırgadığım için söylemiyorum. Buralar kıraathane olsun herkes kitap okusun demiyorum. Okuyacaksa zaten kütüphaneye gider veya evinde okur. Denilebilir ki bu mekânların eski ismi kıraathane yani okuma eviydi. Doğrudur. Kanuni Sultan Süleyman devrinde kahvehanelerin, kıraathane (okuma evi) olarak faaliyet göstermesi sağlanmıştır. Sebebi ise bu mekânlarda devlet karşıtı sohbetlerin yapılmasını önlenmek. Zira gazetenin, radyonun olmadığı bir zamanda kahvehaneler aynı zamanda kitle iletişiminin olduğu bir numaralı mekânlardır. Kahvehaneler aynı zamanda Osmanlı'da Tekkelerin en güçlü rakibidir.  IV. Murad'ın da kahvehanelere karşı yürütmüş olduğu sert uygulamalar da dinî olmaktan ziyade siyasidir.
Kahve Tarihi
Kahve bitkisinin meyvesi veya çekirdeğine Arapça'da bün denir. Kahve Habeşistan'da önce yiyecek olarak ortaya çıktı. XV. yüzyılın başlarında Yemen'de tanınarak yüzyılın sonlarından itibaren içecek halinde yaygınlık kazandı.
XVI. yüzyılın başlarında Mekke ve ardından Kahire'ye, yüzyılın ortalarına doğru İstanbul'a ve nihayet XVII. yüzyılın ortalarında önemli Avrupa merkezlerine ulaştı. Kahvenin Yemene ilk defa kimin tarafından getirildiği hususunda farklı rivayetler bulunmakla birlikte önce tasavvuf çevrelerinde rağbet gördüğü bilinmektedir. Söz konusu çevrelerin bilhassa ibadet ve zikir için vücudu zinde ve uyanık tutma özelliğine vurgu yapmaları sebebiyle toplumun çeşitli kesimlerinde yaygınlık kazanması üzerine dinî hükmü de ulemâ arasında tartışılmaya başlanmıştır.
Kahve İlahiyatı
Türk edebiyatı ve folklorunda önemli yer tutan kahve ve kahvehanelerle ilgili olarak çeşitli menkıbe ve hikâyeler ortaya çıkmış, şiirler yazılmıştır. XVI. yüzyıl şairleri kahveyi "bâis-i cem'-i ârifân" ve "mürde cisme can katan" bir içecek şeklinde tanıttıkları gibi Osmanlı tarihçileri de kahvehaneleri "mekteb-i irfân" ve "mecma-ı irfân" diye tavsif etmişlerdir. Âlî Mustafa Efendi'ye göre kahvehanelerin gerçekte Türk zarifleriyle Arap ve Acem bilginlerinin toplandığı bir yer olması gerekirdi.
Buna karşılık devlet nazarında kahvehaneler "fâsıklar mecmaı" şeklinde görülmüştür.
16. yüzyılın son çeyreğinde çok yaygın hale gelen kahvehaneler, yönetimdekilerin dikkatini çekmiş ve birtakım tedbirler almalarını gerektirmiştir. Bu tarihlerden sonra, kahvenin ve kahvehanelerin yasaklanması gündeme gelmiştir. Bununla ilgili olarak Diyanet İslam Ansiklopedisinde dönemin din adamlarının kahve aleyhindeki fetvaları dikkat çekicidir.
'Halk, kahvenin haram mı, helal mi olduğunu öğrenmek için, din adamlarına başvurdukça, camilerdeki bazı vaizler hiddetle:
— Kahve içmek kesin olarak haramdır! Kahvehanelerde satranç ve tavla oynamak günahtır. Yine kahvehanelerde toplanıp saz, ney ve satranç bulunan yerlere melekler girmez. Şeytan dolar! Meleklerin girmediği yerde bereket olmaz! derlerdi.
Hatta daha ileri giden bazı vaizler:
—Kahve içmek öylesine haramdır ki, her kim buna helaldir derse, kendisi kâfir, avradı boş olur! tarzında açıklamalarda bulundular.'
Bu tepkilerin temelinde biraz siyasetin kahvehaneleri fasıkların toplanma yeri olarak görmesi biraz da kahvehanelerin, toplumda olumsuz bazı davranışların kurumsallaşmasına neden olması vardır. Bunlardan en önemlisi, bu mekânların bazı insanlar için zaman öldürme yeri olmalarıdır. Ayrıca, kahvehanelerde kumarı anımsatan birtakım oyunların oynanması, bu olumsuzluklar içinde ele alınabilir.
Ebu Suud Efendi, kahve ve kahvehaneler aleyhine fetva vermiş ve "fâsıkların içeceği" olduğu için kahvenin haram sayıldığını ileri sürmüştür. Ona göre "ehl-i hevâ" kahvehanelerde toplanarak tavla ve satranç oynamakta, sarhoşluk veren şurup ve ardından kahve içmektedir. Sarhoş olan bu insanlar namazlarını da ihmal ettiklerinden böyle yerlerin kapatılması gerekmektedir.
Kahve Edebiyatı
Türkiye‘de kahve yetiştirilmemesine rağmen, pişiriliş biçimi ile Türk kahvesi dünya çapında bilinmektedir. Bu durumun, kahvenin Türk dünyasına çok erken girmesi, kısa bir sürede kabul görmesi ve bu içecek etrafında bir kültür ortamının oluşumuyla ilgili olduğu söylenebilir. Kahve ile ilgili birçok deyimin varlığı bunun en güzel delilidir.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül muhabbet ister çay, kahve bahane
sözü toplumumuzdaki sohbet geleneğinin önemini ortaya koymaktadır.
Yorgunluk kahvesi, daha çok dinlenmeyi içeren bir anlamda kullanılmaktadır. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır deyimi, insanlar arasındaki ilişkilerin pekiştirilmesini ifade eder. Kahvehane ağzı deyimi avam gibi konuşması beklenmeyen kişilerin bayağı konuşmasını eleştiri amacıyla kullanılır.
Türk edebiyatında, kahvehaneler ile ilgili olumsuz eleştiriler de mevcuttur. Mehmet Akif Ersoy kahvehaneleri şarkın harim-i katili (Doğuyu öldüren unsur) olarak görür. İnsanların zamanlarının boş yere harcamasına neden olmalarını Akif, kahvehanelerin en olumsuz yönü olarak ele alır ve bu görüşünü 'zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe' dizesiyle anlatır.
Necip Fazıl kahvehaneleri tembel yatakları olarak görür ve hepsinin kapatılması gerektiğine inanır.
Zamanla, farklı toplum kesimlerini temsil eden birçok kahve ismi ortaya çıkmıştır; açık hava kahvehanesi, kır kahvehanesi, balıkçı kahvehanesi, esnaf kahvehanesi, esrarkeş kahvehanesi, sabahçı kahvehanesi, tiryaki kahvehanesi, horozcu kahvehanesi, defineci kahvehanesi, ırgat kahvehanesi, lonca kahvehanesi, garipler kahvehanesi, kuşçu kahvehanesi, mahalle kahvehanesi, semt kahvehanesi, iskele kahvehanesi, han kahvehanesi, köy kahvehanesi biçiminde sıralanabilir.
Günümüzde ise kahvehanelerin yanı sıra 'Cafe' diye yazılıp 'Kafe' diye okunan postmodern kahve diyebileceğimiz mekânlar kahvehaneye bir rakip olarak ortaya çıktı. Daha çok gençlerin gittiği bu postmodern kahvelerin en büyük özelliği, bayanların da gidebiliyor olması. Öyle ya, kahvehanelere kadınlar gidemiyordu. Günümüzde bir şey daha oldu. Kahve evrimleşti. İkisi bir arada, üçü bir arada, latte, sütlü kahve, nescafe, espresso, cappucino, filtre kahve, çikolatalı kahve veee frappucino yani buzlu kahve' Allah'ım daha nelere şahit olacağız.
Sadede gelelim: Evet doğrudur; kahvenin adı var, ağırlığı var, tarihi var, edebiyatı var, hatta ilahiyatı var, var oğlu var. Amma velâkin ne olursa olsun milli içeceğimiz çaydan vazgeçemeyiz. O mübareğin yeri başkadır. Sabahtan akşama kadar o ince belli bardaktan dudağımızı okşar durur. Kahvaltı çayı, keyif çayı, ikindi çayı. Sevinir içeriz, üzülür içeriz, canımız sıkılır içeriz, her fırsatta içeriz.  Var mı bir bardak çay gibisi, dâfiu'l-ğumum râfiu'l-humum.

Bu yazı 1599 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum