Reklamı Geç
Doç.Dr.İbrahim KOÇ

Doç.Dr.İbrahim KOÇ

49ibkoc@gmail.com

Anılarım-VI

08 Temmuz 2023 - 19:10 - Güncelleme: 08 Temmuz 2023 - 19:11

Gözete Gitmek
1950 li yıllarda bir çiftçi ailesinin vazgeçilmez varlıkları, bir çift öküz, en az bir inek, iki üç koyun, bir eşek gibi hayvanlardır. Henüz makineleşme olmadığı için toprağı karasabanla sürmek gerekmektedir. O nedenle bir çift öküz zorunludur. İnek, sütü ve buzağısı için bulundurulur. Küçükbaş olarak birkaç keçi ve koyun, sütü yapağısı ve kurbanlık için gerekli görülmektedir. Eşek ise binek ve yük hayvanı olarak çok zaruri idi.
Bu hayvanlardan adı geçen faydaları sağlamak için her gün düzenli olarak bakımı yapılmak zorunludur. Karınlarının doyurulması, sulanması, Dışarıya çıkarılıp otlağa götürülüp getirilmesi hayvanların sağlıklı beslenmeleri için gereklidir. Aksi takdirde çift sürülemez, süt elde edilemez. Yük taşınılamaz. Aile bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelir. Böyle kötü durumlara düşmemek için hayvanların düzenli olarak bakımı elzemdir.
Bu hayvanların bahar ve yaz aylarında bakımı otlak yerlerde yapılır. Fakat kışın doğada hiçbir şeyin kalmadığı zamanlarda önlerine daha önceden hazırlanmış ve depolanmış yemlerden verilmelidir.
Ayrıca bu hayvanların yaz kış bakımı aklı başında bir kişinin tam gün zamanını alır. O edenle bir ailenin eli çumak tutar hale gelmiş aklı başında bir evladı varsa işi hazır demektir. Çünkü hayvan bakım işini üstlenebilir ve ailenin önemli bir yükünü hafifletir. Diğer aile bireyleri de öteki işlere bakar ve ailenin ekonomik durumu iyileşir.
Ben de ilkokul 4-5 sınıftan itibaren hayvan bakım işlerinde etkin rol almaya başladım. Okulların tatil olduğu dönemlerde annem babam “ Hadi oğlum, şu hayvanları ziyana sokmadan karınlarını doyur ge” diyerek beni istihdam sahasına sürerlerdi. Verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek için vazifeye koyulurdum. Bazan hayvan güttüğümüz yerlerde akraba çocukları ile buluşur oyun (özellikle saklambaç) oynardık. Ama gözümüz hep hayvanları üzerinde olurdu. Çünkü bir vatandaşın ekili tarlasına zarar vermemeye çok dikkat ederdik.
Özellikle bahar gelip okullar tatile girdiği zaman, ailenin de işlerinin (tütün dikimi, çapalaması, bağ çapası, ekin biçilmesi, burçak yolması, arpa biçilmesi, nohut yolması, sebze dikimi, hayvan bakımı, vs. gibi) yoğun olduğu dönemde okul çocuğu imdada yetişir. İşte böyle bir dönemde yapılan çalışmalardan biri de gözete gitmektir. Zaten tarla damında durulmaktadır. Gözete gidilecek yerler ekili tarlaların seyrek olduğu dağ mevkilerinde olurdu. Bu yerler tarla damında 3-4km uzakta bulunmaktaydı. Gözete, bir akşamüstü gidilir, ertesi gün öğleye doğru dönülürdü. Gözete gidilirken gıda maddesi ve yatak yorgan eşeğe yüklenir ve hayvanlarla birlikte yola çıkılır ve belli bir süre sonra gözet mahalline varılırdı. Uygun bir konaklama yeri  seçilip yükler indirilir hayvanlar otlağa salınırdı.
Bizim gözet yerimiz, Kıranköy’de Devrant Dağı denilen ve üzerinden bir kağnı arabasının geçebileceği genişlikte yol bulunan sırtın yamaçlarıydı. Bu sırt doğrultusunda gidildiğinde Gördes-Akhisar yolunun sağ tarafındaki yangın kulesinin yakın bir civarına gelinebilir. Gözet mahalline yakın sırtın Kabakoz tarafına bakan yamacında atadan kalma ekilip biçilmeyen bir tarlamız vardır. Bu tarlanın içinde anıtsal bir kestane ağacı bulunmaktadır. Buraları aynı zamanda insanların kışlık kestane ihtiyaçlarını karşıladığı yerlerdir.  Sırtın bir tarafı vadi bir tarafı yer yer küçük vadilerle bölünmüş ormanlık bir bölgedir. Sırttan vadiye doğru meyilli arazi boş ve her taraf envaiçeşit diz boyu otlarla kaplıydı.
Hayvanlar keyiflerine göre bu ot denizinde karınlarını doyuruyorlardı. Belli bir müddet sonra hayvanlar kendilerine kuytu bir yer bulup yatıyor ve geviş getirmeye başlardı. Akşam olunca konaklama yerinde bir çoban ateşi yakıp dinlenmeye geçiyorduk. Bu çoban ateşinde yemek yapıp yeniyordu. Bir defasında gözet yerinde buluştuğumuz Hasan Kösem ineğinden süt sağarak kaynatıp içine şeker karıştırdıktan sonra ekmek doğrayıp yemiştik. Hayvanları bağlamıyorduk onlar konak yerinin çevresinde sabahlıyorlardı.
Gece boyunca sessizlik ortalığa egemen olduğunda hayvanların geviş getirme sesleri işitilmeye başlardı. Sabah daha gün doğmadan önce ormanda gece boyunca sessiz duran çeşitli kuşların farklı sesleri işitilmeye başlar, hayvanlar birer ikişer yerlerinden kalkıp otlamaya başlarken biz gözetçiler de kalkıp yerimizi derleyip toparlayıp yorganları güzelce bir yere istif edip yeni bir güne merhaba derdik. Hayvanlar kendi beslenmelerini yaparken bizlerde kışa hazırlık olmak üzere ya odun keserdik ya da hayvanlar için kışlık ot biçmeye girişirdik. Bu arada hayvanları sayıp bir eksiklik olup olmadığını kontrol ederdik. Saat 11 civarına doğru toparlanmaya başlar ve birkaç günlüğüne gözet yerine veda edip eşeklere odun veya ot yükleyerek tarla damlarına doğru yola çıkardık. Bu arada öbek öbek sağda solda kıpkırmızı çiçekleri ile doğayı süsleyen dağ lalelerinden birkaç demet toplayıp kucağımda götürürdüm.
Dönüş yolunda dağ mevkisinden tarla damlarına dönerken karşılarda görülen manzara denizinde adeta kaybolurduk. Buralardan bakıldığında, Kabakoz, Beğel, Börez, Efendili, Malaz,Oğulduruk, Kaşıkçı, Gördes arazileri ile birlikte bir halı gibi sanki ayaklarımızın altında serili olurdu. Seyrine doyum olmaz manzaraları izleyerek yolumuza devam ederdik.
Eğitimde Kız Oğlan Ayrımı
O yıllarda köyümüzde kız ve oğlan çocuklarının ilkokula gönderilmesinde ailenin dünya görüşüne göre farklılıklar ortaya çıkıyordu. Bazı aileler kız ve oğlan çocukları arasında ayrım yapmadan ilkokula gönderiyor. Bazı ailelerde oğlan çocuğunu gönderiyor fakat kız çocuğunu göndermiyordu. Her ikisini de göndermeyen aileler de vardı.
Hele bu kız çocuklarda kendini daha çok gösteriyordu. Hatta bazı aile velileri öğretmene gelip “Filanca kişinin kızı yaşı tuttuğu halde okula kaydı yapılmamış, ben de kızımın kaydını yaptırmak istemiyorum. Bizim işimiz pek çok. Tarla, bağ, bahçe ve ev işlerini kim görecek muallim bey” gibi ifadelerle çocuklarını okula göndermek istemediklerini duyardım. Hatta bazı aile velilerinin “kız kısmı okuyup da nolcek? kum kapıya katip mi olcek? “veya “ yaplısına (nişanlısına)  mektup yazcek değil mi yazmevesin” şeklinde konuşmaları çok duymuşumdur. Yine köydeki komşularımızdan birisi, babasının öğretmene gidip süt, yoğurt peynir vs karşılığında okuldan kaydını sildirdiğini ve okulu bırakıp tarla işlerinde babasına yardım etmeğe başladığını söyledi. Fakat “şimdiki aklım olsa okulu bırakmazdım “diye acı acı hayıflanmıştır. Benim kuşağımdan hiçbir kız çocuğu köyümüzden ortaokula gönderilmemiştir.

Bu yazı 353 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum