Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

"Kader Der Geçersin"

18 Ekim 2022 - 12:48 - Güncelleme: 18 Ekim 2022 - 12:49

Kara kömürün karanlığında, 41 can daha gitti. Acılar, feryatlar kahroluşlar aynı. Aslına bakarsanız, 150 yıldır değişmeyen bir yazgı bu. Bununla birlikte, değişmeyen bir yazgı daha var. Kara kömürün bağrında can verenlere, yapılan teselli de aynı.
            “Kaderdir, takdiri ilahidir.”
            Amasra felaketine gelmeden önce, biraz geriye dönmek istiyorum.
            Yıl 1878. Bartın Çınarlı’da Mustafa Bey ocağında patlama meydana geldi. 5 işçi cayır cayır yanarak öldü. Durum payitahta telgrafla bildirildi. Sultan 2. Abdülhamit tahttaydı. Bartın kaymakamlığına cevap gönderildi:
            “….Her nerede olursa olsun, eceli kaza, mukadderatı ilahiden olduğundan, hiçbir ocağın tatiline mahal olmadığı…. 27 Temmuz 1878”
            Payitaht şunu söylüyordu. Bu bir kazadır ve Allahın takdiridir. Yani kaderdir. Yapacak bir şey yok, çalışmaya devam..
            Müslümanların hayatında payitahtlar yaklaşık bin senedir, böylesine çarpık bir inanışla insanlara hükmettiler. Bu yüzden Müslümanlar soru soramaz, neden ve niçin diyemez, sorgulayamaz hale geldi.
            O çarpıklığın adı, Kader inanışıdır. Üstelik imanın şartlarından birisi olarak kabul ettirilen bir çarpıklıktır. 41 can toprağa verilirken, onlardan daha fazla neyi konuştuk? Elbette kader tesellisini.
            Aklı, bilgisi ve dahi vicdanı iptal edilen Müslümanlar, günümüz dünyasında öğrenilmiş bir çaresizliğe mahkûm edilmişlerdir.
            Kur’an’da kadere iman diye tek bir kelime ve ayet bulamazsınız. Muhammed Aleyhisselamda bulamazsınız. Sahabeden duyamazsınız. Nebimizden çok sonraları, tamamen siyasi kaygı ve hesaplarla dinin içine sokulmuştur.
            Vicdan sahibi bir Müslüman olarak, geçmiş yıllarda Kur’an bilgisine ve belgelere dayalı olarak, bu meseleyi üç makalede kaleme aldım. Dini çevrelerden tık çıkmadı. Susmayı tercih ettiler.
            Amasra faciası için, çok şey yazmak isterdim. Fakat gerek yok. Zira asıl derdi, 21 Şubat 2020 tarihinde “KADER DER GEÇERSİN” başlıklı makalede kaleme almışım. Bugün Amasra, yarın neresi bilinmiyor.
            Bu yüzden “Kader Der Geçersin” başlıklı yazıyı, yeniden dikkatinize sunuyorum:
***
            Elazığ depreminde yaşanan can kayıpları kadar, meydana gelen maddi hasarın boyutu da düşündürücü. Yıkılması gereken binalar var. Ardından Manisa’da devam eden depremler, maddi olarak önümüze büyük bir fatura çıkarıyor.
            İnanç sistemimize göre, bunlar bizim için kaderdir. Aynı günlerde Küba’da benzer şiddette yaşanan depremde, tek can kaybı ve maddi hasar meydana gelmedi. İnsanlar evlerinden bile çıkmadı. Şartlar aynıydı fakat sonucu itibarıyla, onların kaderi farklıydı.
            Soma’da 301 madencimizi kaybettik. İhmal ve kusurlar diz boyu idi. Hiçbirisine kafa yormadan sonuca baktık. Bu ölümler ve felaket, bizim için kaderdi. Yapacak bir şey yoktu. Fakat benzer bir patlama Şili’de meydana gelmiş, 200’den fazla madenci kurtarılmıştı. Şartlar aynıydı fakat sonuç itibarıyla, onların kaderi farklıydı.
            Bir zamanlar, bir şehrimizde çöplük patlamıştı. Bilmeyenler garip karşılayabilir. Evet, bildiğin çöplük patlamıştı. Metan gazı sıkışmasından. 4 kişi öldü. Bu belki dünyada görülmemiş bir olaydı. Cenazeleri kaldırdılar. Gömerken, kader diye teselli verdiler. Hâlbuki dünyanın hiçbir yerinde, çöplük patlamasıyla hayatını kaybeden kimse olmadı. Yani bizde yaşanan kaderi, kader olarak kimse yaşamadı.
            Bir zamanlar yine İstanbul’da dere taştı. Çarşıyı bastı. Otomobil içinde, iş yerlerinde 20 kişi hayatını kaybetti. Bu onların kaderiydi. Fakat dere kenarına yapılaşma olmaz diyerek, gereğini yapan ülkelerde böyle bir olay yaşanmadı. Onların dereleri ırmaklara ve denizlere aktı, hem de can almadan. Bizimkisi kaderdi, onlarınki yaşamaktı.
            Böyle yüzlerce, binlerce örnek verebilirim.
            Aynı şekil ve şartlarda, farklı yerlerde meydana gelen olaylarda; insanların bir kısmı ölüyor, bir kısmına hiçbir şey olmuyor. Asırlardır devam eden kader inancına göre, burada bir çarpıklık var demektir. Zira o inanca göre, Allah her şeyi ezelde takdir ediyor. Soma’daki madenciler ölsün, Şili’dekiler yaşasın diyor öyle mi?
            Allah adildir, merhametlidir. Asla kullarına farklı davranmaz. Aynı şiddette depremin meydana geldiği Elazığ’da insanlar ölsün, Küba’dakiler ölmesin demez.
            Dikkat edilirse dünyada büyük felaketleri yaşayan, büyük badireler içinde olan, siyasi çalkantılardan başı dönen, en çok zulme uğrayan topluluk Müslümanlardır. Bu şartların devam ediyor olması, Müslümanlar için ayrı bir felakettir.
            Peki neden?
            Müslümanların inanç sisteminin içine, bir kader anlayışı sokulmuştur. Sokulmuştur diyorum, zira Muhammed aleyhisselamdan çok sonra; bu kader inancı, tamamen siyasi hesaplarla Müslümanların beynine zerk edilmiştir.
            Bugünkü manada kader inancını, Muhammed aleyhisselam hiç konuşmadı. Sahabe de konuşmadı. Bunu bir başka yazımda, delilleriyle ve belgeleriyle anlatacağım. Kur’an asla, bu manada bir kader inancından bahsetmedi.
            Asırlardır devam eden, ehlisünnet itikadı yaftası altında, kader konusu imanın 6 şartından birisi olarak kabul ettirildi. Bilerek ve tasarlayarak yapıldı. Amaç siyasi idi. Müslüman kitleleri avucunun içine alıp, iktidar ve yönetimlerine biat ettirdiler. Yanlışlıklarını, adaletsizliklerini, siyasi hırslarını, ölümleri örtecek bir şal olarak kader inancını kullandılar.
            Bugün Müslümanlar konuşamaz, tenkit edemez, aklını kullanamaz, neden ve niçin diyemez, itiraz edemez, vicdani eğilim gösteremez. Niye? Çünkü yaşadıkları ve yaşayacakları onun kaderidir. Aksini yaparsa, kadere iman elden gider. İmansız ölmek ne büyük bir felakettir.
            Günümüzdeki kader anlayışının, dinî hiçbir tarafı yoktur. Dolayısıyla kadere iman bahsinin, ahiret yönüyle de hiçbir karşılığı yoktur. Ama beşerî olarak yani dünyevi bakımdan, devasa bir karşılığı vardır. Bu anlayış sistemi sayesinde, Müslümanlara hükmedebilirsiniz, onları rahatlıkla kullanabilirsiniz.
            Zira onlar, bu kader anlayışı yüzünden, öğrenilmiş bir çaresizliğe mahkûm edilmişlerdir.
            Asırlarca yazılan fıkıh eserlerini, kelam tartışmalarını ana hatlarıyla elden geçirdim. Toplayın hepsini, bir yığın gibidir. Kader konusunu cacık yapmışlardır. Kur’an bilginiz yoksa, onları incelerken kafayı yersiniz.
            Mesela, şimdi yapacağım alıntıya siz de şaşıracaksınız. Diyanet İlmihalinde, kader bahsi şu şekilde anlatılmış:
            “Kader, iç yüzünü ancak Allah’ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir biçimde çözümlenmesi mümkün olmayan ilahi sırdır.
            Kader konusunu kesin biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkânsıza talip olmasıdır.” (Diyanet İlmihali, cilt:1 s. 133, 135).
            Kur’an bahsetmiyor. Nebimiz konuşmuyor. Sahabeden bir teki bile söz etmiyor. Ama hayatımızda kadere iman diye bir madde var. Ve o madde Diyanet’in yorumunda var kabul edilip, içinden çıkılmaz bir konu olarak görülüyor. Sır kabul ediliyor, onu çözmek imkânsız deniyor.
            Madem öyleyse, sırası geldiğinde Diyanet, niye ısrarla insanları kader bahsiyle teselli etmeye çalışıyor?
            Bütün mesele, asırlarca şu noksanlıktan kaynaklandı. Kur’an üzerine çalışılmadı. Kimisi anlamadığına anlam vermeye çalıştı. Müstakil eserler yazıldı. Kişisel görüşler beyan edildi. Böylece Kur’an’ın dışında, devasa bir yığın meydana geldi. O eserler, dinî kitap hüviyetine büründürüldü ve Kur’an’ın yerine geçti.
            Hâlbuki Allah, kitabıyla ilgili şu açık ve seçik hükmü bize bildirmişti:
            “Elif, Lam, Ra. (Bu) Ayetleri sağlamlaştırılmış bir kitaptır. Sonra (Allah) tarafından iyice (detaylı) olarak açıklanmıştır. Hüküm ve hikmet (bilgi) sahibi, her şeyden haberdar olanın katından indirilmiştir.” (Hud/ 1).
            Bir konu olmasın ki Allah onu, açık ve seçik biçimde kitabında açıklamasın. Onu anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz hâle getiren kullardır.
            Bu bilgi ışığında, kadere iman konusunu Kur’an’da arayalım. İmanın şartlarının ne olduğu ve kaç adet olduğu, üç ayette tafsilatıyla anlatılmıştır. Bunlara bakalım:
            “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik; ALLAH’A, AHİRET GÜNÜNE, MELEKLERE, KİTAP ve PEYGAMBERLERE iman edenlerin;…” (Bakara/177).
            “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler.) her biri; ALLAH’A, MELEKLERİNE, KİTAPLARINA ve PEYGAMBERLERİNE iman ettiler…” (Bakara/ 285).
            İmanın şartlarının ve imansızlığın sonucunun ne olduğunu anlatan, şu çarpıcı ayete daha bir dikkat kesilmeli diye düşünüyorum:
            “Ey iman edenler! ALLAH’A, PEYGAMBERİNE, PEYGAMBERİNE İNDİRDİĞİ KİTAB’A (KUR’AN’A) ve daha önce indirdiği kitaba (Zebur, Tevrat ve İncil) iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisâ/ 136).
            Kadere iman etmenin bir tek delili olarak, Cibril hadisi gösterilmiştir. Muhammed aleyhisselam, kendisine vahyedilmeyeni, vahyedilmiş gibi söyler mi? Elbette böyle bir şey olamaz. Ama oldurmuşlardır. Ebu Müslim’de geçen Cibril hadisinde, güya Cibril kendisine iman nedir diye sormuş. O da şöyle cevap vermiştir: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe ve kadere, onun hayrına ve şerrine de inanmandır.” (Müslim, İman,1).
            Asırlarca benzer metot uygulandı. Kendilerine pay çıkarmak isteyenler, sahte hadis ürettiler. Müslim’deki hadis de böyledir.
            Nasıl oldu da kader bahsini, imanın şartlarından birisi hâline getirdiler? Gadr kelimesi, Arapçada ölçü kelimesinin karşılığıdır. Bu kelimeyi; “fatalite” yani alın yazısı, kader kelimesine eş tuttular.
            Allah yarattığı her şeyi, ezelde takdir etti. Dünyada yaşanacak her şey, bu takdire göre cereyan ediyor dediler. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, mesela şunları söylüyor:
            “Herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Allah’ın ezelde dilemiş olmasına kader, o şeyi zamanı gelince meydana getirmesine kaza denir. Allah’ın ezelde dilediği bir şeyin olmaması mümkün değildir. Allah’ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah’ın ezeli manada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçiminin üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.” (Büyük İslam İlmihali, s. 30–31).
            Allah’ın kitabında anlattığına kulak veremeyen ve anlayamayanlar; Allah’ın bilgisini anlamlandırmaya çalışınca, işte böylesine çarpık durumlar ortaya çıkmıştır. Yaratılış, ölüm, hayat ve ahiret bir tiyatro mudur? Her şey önceden yazılıp çizilmiştir öyle mi?
            İnsanları buna bir de iman ettireceksiniz ve asırlarca, o insanların sırtından kurban keseceksiniz. Hayır ve şer Allah’tandır diyerek, hâşâ Allah’ı şerrin sahibi yapacaksınız. İstediğini doğru yolu eriştirecek, istediğini de saptıracak diyerek, hâşâ Allah’a rol dağıttıracaksınız.
            Bunu savunmak, Kur’an’ın ayetlerini iptal etmek demektir. Şu ayete pür dikkat bakmak lazımdır:
            “Allah bir kimseyi, ancak gücünün yettiği şeylerden sorumlu tutar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülükte kendi zararınadır.” (Bakara/ 286).
            Her türlü iyilik Allah’tandır. Kötülük insanın kendindendir. Yine insanın, kendi eliyle yaptığından başkası yoktur. Pek çok ayette, bu mealde anlatımlar vardır. Dolayısıyla kader ölçüdür. “Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır.” Bunu pekiştiren diğer ayet şöyledir: “Allah’ın yarattığı her şeyde bir ölçü vardır.”
            Bu Allah’ın kurduğu bir sistemdir. İnsanı bu sistem içerisinde yıpratıcı bir imtihana tâbi tutmaktadır. Bu hakikati Kur’an şöyle açıklıyor:
            “Bütün yetkileri elinde tutan Allah, her türlü iyiliğin kaynağıdır. Her şeye bir kader/ölçü koyan, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Bunlar, hanginizin daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmesi içindir. Daima üstün olan ve kusurları örten O’dur” (Mülk/1-2).
            Benzer ifadeleri şu ayette de görüyoruz:
            “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri bilmeden, sabredenleri de bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap etmiştiniz?” (Al-i İmran/ 142).
            Bu imtihan şöyle bir şey değildir: Öğretmen yazılı kâğıtlarını dağıtıp, öğrencilerin cevap yazmasını bekler. Evet, böyle değildir. İmtihan; insanın cihat etmesi, düşmanın, şeytanın ve arzuların baskısına karşı direnmesi, kararlı duruş sergileyerek sabır göstermesidir. Kur’an bunu şöyle bildiriyor:
            “Şurası kesin ki içinizden cihad edenler ve sabırlı/kararlı davrananları bilinceye ve gerçek yüzünüzü ortaya çıkarıncaya kadar sizi zorlu bir imtihandan geçireceğiz.” (Muhammed/ 31).
            Bedir savaşıyla ilgili ayetler, Yunus kıssasını anlatan ayetler, Musa’nın Firavun’la görüşmesini nakleden ayetler dikkatle incelendiğinde, asırlardır Müslümanlara yutturulan kader anlayışının asla olmadığını görürsünüz.
            Eğer fatalite benzeri bir kaderden bahsedilecekse; o kader insana değil, Allah’a aittir. İyiliğe verdiği mükâfatın, kötülüğe verdiği cezanın ölçüsünü belirleyen Allah’tır. Rızkı veren Allah’tır. Ne kadar olduğuna, karar veren O’dur. Yağmurları yağdıran O’dur. Miktarına karar veren Allah’tır.
            Yarattığı her şeye bir ecel biçmiştir. Yani ölçü koymuştur. Bütün varlıklar için tek bir ecel koyarken, yalnızca insan için 2 ecel takdir etmiştir. Birisi eceldir. Diğeri ecel-i müsemmadır. Bunlar Allah’ın koyduğu ölçülerdir ve Allah’a aittir. Netice itibarıyla asırlardır süren bu kader anlayışı, Müslümanları donuklaştırmıştır. Yıllardır söylenir: Müslümanlar nasıl ayağa kalkar?
            Cevabı o kadar zor değil. “Kader der geçersin” çarpıklığına son verdiği gün...

Bu yazı 852 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • İsmail erden
    1 yıl önce
    Ölenlere Allah tan rahmet
  • Mehmet ÇAKIR . emekli ihl meslek dersleri öğretmeni
    1 yıl önce
    Merhabalar Ahmet bey yazılarınızı herzaman okurum hep takdir ederim ama bu yazinizda kaderi inkar gibi kokan kelimeleriniz var. Siz ilahiyatçı degilsiniz ama maşallah bilgi birikimi iyi. Birde bu yazınızda hadisleri hafife alan ifadeler gördüm lütfen buna dikkat edin. Kadere gelince bizler hep tedbirle kaderi karıştırıyoruz. Tedbir alinsa da alinmasada kader kaderdir . Kaderi yazan Allah tır tedbiri kullar alır. Kullar tedbir almadi diye Haşa Allahi suclamanin anlamı yok. Kelamdaki ifade şudur. KULLAR KENDİ KADERINI KENDISI ÇİZER ALLAH EZELI ILMİ ILE BILIR YAZAR VE TAKDIR EDER. Şilideki madenci ölmüyorsa bu onun kaderidir . Bizdeki madenci ölüyorsa bu da onun kaderidir. Burada suçlu olan onun tedbirini almayan insanlardır. Allah ı burada suçlamak doğru değildir . Günümüzde bu kadar teknoloji varken bubu ocaklardaki kazaları sıfıra indirmek elbette insanların işleridir. Siz bilerek bir arabanın önüne atlasanız ve ölseniz bu sizin kaderinizdir fakat arabanin önüne atlayınca öleceginizi bildiğiniz halde atlayan siz oldugunuz için suclu olan sizsiniz . Allah böyle yazdı diye o suçlanamaz. vesselam