Ahmet İNCE

Ahmet İNCE

gordesgazetesi@gmail.com

Dava ve Kitap

13 Temmuz 2023 - 19:47 - Güncelleme: 13 Temmuz 2023 - 19:48

Çok partili hayata geçtiğimiz günden bugüne, devamlı çalkantı ve sarsıntı içindeyiz. Dünyanın en güzel, en bereketli, en mümbit coğrafyasında yaşıyoruz. Devasa bir tarihi mirasa sahibiz. Ama mutlu değiliz, olamıyoruz.
            Peki neden?
            Siyaset kadar, siyaset etme şeklimiz arızalarla dolu. Kurumlaşmamış partiler, sık sık yaşanan darbeler, popülist iktidarlar yol almamıza engel oldu. Bugün maliyesi ve hazinesi hala sıkıntılı, eğitim düzeni arızalı, sosyal güvenlik teşkilatı delik deşik olan bir Türkiye gerçeği var.
            Nüfusu hızla büyüyen Türkiye’nin, dertleri nüfusundan daha büyük hale geldi. Türkiye bugün, bu noktada olmamalıydı. Bu fırsat yıllar önce ayağına gelmişti. Ama olmadı, olamadı, oldurulmadı.
            Bunu anlatmak istiyorum.
            70’li yılların dünyasında, şiddet ve terör vardı. Sovyet yayılmacılığının sonucu olan cinnet rüzgârları; Asya steplerinden, Latin Amerika’ya kadar uzanmıştı. O yıllarda Türkiye, bu kaostan nasibini fazlasıyla aldı.
            Ülkücü hareket, bu taarruza karşı büyük bir direnç gösterdi. Ülkücü hareket geliştirdiği fikir ve düşünce yapısıyla, reaksiyoner değil, aksiyoner olduğunu adeta haykırıyordu. MHP bu hareketin, siyasi tarafını oluşturuyordu.
            Önce yüzler, sonra binler ve yüz binler ve nihayetinde milyonlar ülkücü hareketin çatısı altında toplanmaya başladı. Bu büyük bir davaydı. Rahmetli Türkeş’in deyimiyle, “Türk milletini çağlar üzerinden atlatarak, medeni toplumlar seviyesine getirmekti.”
            Tarihi mirasımızı didik didik ederek, coğrafyamızın imkânlarını dikkate alarak, genç nüfus yapımıza güvenerek, yeni iktisat modelleri geliştirerek başarılacak bir davaydı bu. Ne Amerika, ne Rusya diyen, bağımsızlıkçı bir siyaseti rehber edinen bir davaydı bu.
            Ben ortaokul son sınıfında, bu davaya katıldım.
            O günlerde küçük bir çocukken, Türkeş’in “Türkiye’nin Meseleleri” kitabını okudum. Heyecan verici değil, heyecan tetikleyici bir eserdi. “Fabrika yapan fabrikalar kurmak zorundayız” diyordu Türkeş. Kitabın arka kapağında, dava mensuplarına şöyle sesleniyordu: “Ben sizi sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasilere değil; hak nizamına, hukuk nizamına davet ediyorum.”
            Dava varsa, kitabı mutlaka olmalı. Olmalıdır esasında.
            Ülkücü hareket, büyük bir akademiyaya dönüşmüştü. Bir yandan siyasi mücadele verilirken, bir yandan da dev eserler veriliyordu. Her bir ülkücü, bu eserleri okuyor ve tartışıyordu. Ülkü Ocaklarında seminerlerin ve konferansların ardı arkası kesilmiyordu. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturuna denk düşecek bir iktidara, ülkeyi hazırlamak için geceli gündüzlü çalışılıyordu.
            Bu satırları tarihe not düşmek için yazıyorum.
            Marksist-Leninist düşünce, ortalığı kasıp kavuruyordu. O günlerde ülkücüler, karşı görüş beyan edebilmek için Das Kapitali okuyordu. Ben henüz 20 yaşındaydım ve kısa süre içerisinde okudum. O günlerde, Prof. Dr. Mehmet Eröz hocanın muhteşem eseri yayınlandı: “Marksizm-Leninizm ve Tenkiti.”
            Bütün ülkücüler, Das Kapitalden sonra bu esere dört koldan sarılmıştık. Ufkumuz genişliyor, düşüncelerimiz parlaklaşıyordu. Ülkeyi bir musibete karşı korurken, kuracağımız Türkiye’nin hayaliyle yaşıyorduk.
            Fikir ve Düşünceyi sistematize eden eserler, birbiri ardınca gelmeye başlamıştı. Ayhan Tuğcugil’in TMSF(Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi) kitabı, ülkücüler arasında elden ele dolaşmaya başlamıştı.
            Dokuz Işık üzerine bir inceleme, “Milliyetçi Türkiye” kitabının yazarı Prof. Dr. Kurt Karaca idi. Bu kitaplar zihnimizi açıyor, bize esaslı kriterler kazandırıyordu. Türk aydınının uzun yıllar, bir nevi aşağılık kompleksine kapıldığı bir gerçekti. Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun “Milliyetçilik, Ülkücülük, Aydınlar” kitabıyla, bu meselenin ne olduğunu genç yaşta daha iyi bir şekilde anlamıştık.
            Nasıl bir ekonomi düzeni kuracaktık?
            Tarımdan sanayiye, neler yapmamız gerekiyordu?
            Tahsin Yahyaoğlu’nun “Tarım Kentleri” kitabı, bizi derin düşüncelere sevk etmişti. Köyleri birleştireerek, cazibe merkezlerinin kurulması, üretimi ve sosyalleşmeyi arttıracaktı. Ya sanayi? Ali Bayındırın “Milliyetçi Sanayi Sistemi” ile görüşlerimiz daha bir derinlik kazanmıştı. Fabrika yapan fabrikalar modelini, bütün çıplaklığı ile anlatmıştı Ali Bayındır.
            Üreten ekonomi olmadıkça, sıkıntılarımızın devam edeceği bir gerçekti. Ülkücü harekete armağan gibi iki eser verdi Dr. Agâh Oktay Güner. “Verim Ekonomisi” ve “İsraf Ekonomisi” kitaplarını, başucumuzdan ayırmıyorduk artık. “Eşit işe eşit Ücret” kavramını, o kitaplardan öğrenmiştim. Bugün eşit işe çeşitli ücret veren, bir ekonomik çarpıklık içinde değil miyiz?
            İş ve işçi düzeni nasıl olmalıydı. Sarı sendikacılık ve patron sendikacılığı ülkenin sırtında bir kamburdu. Ülkücü hareket, tavrını net olarak ortaya koymuştu. M. Kemal Erkovanlı’nın “Milliyetçi Sendikacılık” kitabı ile sendikacılığın nasıl olması gerektiğini öğrendik.
            Günü geldiğinde, tarihin hükmünü elbette vereceği bir akademiya idi ülkücü hareket. Mensuplarını yüksek bir bilgi, geniş bir ufuk çizgisiyle yetiştiriyordu. Manevi atmosferine müthiş vuruşlar yapıyordu.
            Hicretin 14. asrına, armağan olarak iki kitap çıkmıştı. Türk fikir ve düşünce hayatının mümtaz bir ismiydi Erol Güngör. “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” ve “Tasavvufun Meseleleri” kitapları bizi heyecanlandırmıştı. Onu tanırken, hocası Mümtaz Turhan’ı da tanımıştı ülkücüler. Kaç ülkücü, Mümtaz Turhan Hocanın “Kültür Değişmeleri” ve “Garplılaşmanın Neresindeyiz” kitaplarına dört elle sarıldılar.
            Seyit Ahmet Arvasi, o dönemin tüm ülkücülerinde silinmez tesirleri olan bir büyüğümüzdü. İslam ruhunu, Arvasi hocayla deruhte etmiştik. Pedagojik eserlerinin yanında, ülkücü harekete 2 dev eser hediye etmişti. “Türk İslam Ülküsü–1” ve “Türk İslam Ülküsü–2”
            Erken ölümüyle, ülkücü harekette hicran yarası olan Dündar Taşer, vefatından sonra da etki alanını sürdürmüştü. Tarih ve devlet kavramları, onun üslubunda bu kadar realist ve bu kadar kıvrak anlatılabilirdi. Harekete temel olacak bir eser verip gitmişti bu dünyadan: “Mesele”. Sonraki yıllarda onun hatıralarını toplayıp kitap haline getirdiler. Dr. Ziya Nur, “Taşer’in Büyük Türkiye’si” kitabını, Ülkücü harekete bir armağan olarak sunmuştu. Tarihimizdeki “Fena fid devle” anlayışını, ilk defa Taşer’in ifadelerinde öğrenmiştik.
            Haftalık ‘Devle’ dergisi siyasi yazı ve yorumlarıyla, ‘Töre’ dergisi aylık fikir ve kültür yazılarıyla ülkücülerin adeta gıdası haline gelmişti. Benim için, çok kıymetli bir eser daha vardı mesela. Cumhuriyetin 50. yılına armağan adıyla yayınlanan, “50. Yıla Doğru” kitabı beni çok etkilemişti. MHP İstanbul il gençlik kollarının hazırladığı bir eserdi.
            Kitabı olmayan dava olur mu?
            Türkiye kitabı olmayan siyasal iktidarlar tarafından yönetildi bugüne kadar. Halimiz, melalimiz ortada. Başka söze gerek var mı?
            50 yıl geriye dönüp bakıyorum. Kahroluşlar yüreğimde yanıyor. Türkiye’nin umudu olan bir hareket olmadı, oldurulmadı. 12 Eylülün sert rüzgârları, o hareketin omurgasına öldürücü darbeler indirdi. Hareket ölmedi amma felç oldu.
            Ana merkezdeki siyasi hareket; zamanla maziden koptu, iddiasından vazgeçti. Ana bünyeden kopup gidenler de, gündelik siyasi tartışmaların ve yapıların içinde boğulup gitti.
            Hüzünle maziye bakıyorum. Bir de Türkiye’nin bugünkü haline.
            Olmadı, olamadı, oldurmadılar.
            Diyorsunuz ki nasıl oldurulmadı.
            Onu da haftaya yazacağım. Bildiklerimiz bizimle beraber mezara gitmesin!

Bu yazı 811 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 3 Yorum
  • ADNAN AKDAĞ
    9 ay önce
    GEÇMİŞİ BİLİP BUGÜNÜ YAŞAMAK ÖLÜMDEN BETER.
  • Cemal İşten
    9 ay önce
    Ahmet bey kardeşim,o yılların içinde yaşayan insan..Ahmet bey kardeşim,o yılların içinde yaşayan insan olarak okadar güzel tahlil etmişsiniz kendimi okudum kendimi gördüm bir nefer olarak yazıların içinde,aksiyon olan hareketimizi 12 eylülle kestiler,doğradılar o hareketi,ençok bize,idealist solculara darbe vurdu o hareket.Türkiyenin "A" takımını biçti,ün ufak etti.Yerine b.c takımı olamayacak guruba teslim etti ülkemi,çöküş dönemi hanlar,hamamlar,saraylar,uçaklarla donattılar,muafiyetin israf saraylarını geride bıraktılar israfta.onüç milyon başka bir milleti getirip oturttular bedeli kanla ödenmiş topraklarına,Allah sonumuzu hayretler Ahmedim,selamlar.
  • Huseyin altuntas
    9 ay önce
    Teşekkürler ahmet ince kafamdaki anlatamadiklarimi..Teşekkürler ahmet ince kafamdaki anlatamadiklarimi kaleminle noktasına kadar anlattığın için sana minnettarım ben buna bir fikrin kitapsizlarla mücadelesi diyorum. ama teslim edildik teslim olduk kitapsizlar kitap yazmadan dava adami oldular dava adami dediklerimiz de hikaye kitabı okuyarak hikayelerini sürdürme derdindeler.