Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Derin Millet ve Balkondakiler

13 Temmuz 2015 - 11:29

          Kaybettiğimiz değerler çoğaldıkça millet olarak eski halimize dönmenin ne kadar elzem olduğunu konuşuyor, gurur ve kibri gördükçe bir zamanlar tevazuda yarıştığımızı, 'devlet kuşu'nun dönüp dönüp nasıl da 'hikmetli' zevatın başına konduğuna şahit oluyoruz. Allah'ın bizim mevkimize makamımıza bakmayacağını bile bile mabetlere bile 'protokol ayarı' yapıyor; misk-i amber gibi alın teri kokan 'ırgat'ın 'Dervişlik hırka ile taç değil. Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.' fısıltısını duymuyoruz. Ne edepli ve edebi bir 'fısıltı''
           Somalı madencinin millet vicdanını, hakkını ve geleceğini  karartanlara inat, millet malı ambulansa bindiğinde 'Çizmelerimi çıkarayım,kirlenmesin'' fısıltısı halâ vicdan vicdan dolaşmakta, ‘işte buldum' diyeceği akıl, iz'an ile temiz gönüller aramakta.
          Biliyoruz ki; kömür karası pak çizmelilerin 'helâl fısıltıları', gözyaşlarına gizlenen yakarışlar ve Allah'ı anan dudaklardan dökülen kalbî dualar 'sahibini' elbet bulur'
BALKONDAKİLER
(Yaşanmış Hikâyeler)
'Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul,
  Kurtlar yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa'' (Necip Fazıl)
          Yaşadığı kasabanın eşrafından, rızkını halıcılıkla sağlayan kendi halinde bir esnaftı. Hayatını renk renk dokur, ilmik ilmik işlerdi. Tıpkı halıları gibi.  
           Bu sanatla ilgili pek çok rivayet vardır. Sevdiceği Yemen'de kalan Ayşe kız, hüznünü sarının tonlarıyla dokur, desenler bazen kandil, bazen atlı bazen de asker olurmuş.
           Yıllar böyle geçerken, toprak sevdası onu çeker. Gördes Çayı'nın hafifçe kıvrım yapıp ağır ağır ilerlediği tarafa bakan bir tarla alır. Sadık yâr kara toprakla uğraşmaya başlar.
           Tütüncüler yazı, tarlalarında inşa ettikleri bir-iki odalı damlarda geçirir. Onlara da 'dam' ya da 'ev' gerekmektedir. Öyle ya şöyle bir soluklanmalı, dinlenmeli ve  gerektiğinde de kalınmalı.
            Ev yapmaya karar verirler. Odaları şöyle, kapıları böyle olsun diye konuşurlarken oğlu: 'Baba balkon da yapalım.Orada çay içeriz.' der. Ne de güzel olurdu' Tepeden aşıveren akşam güneşini ve çaya vuran aksini seyrederek çay içmek. Bugün şahit olduğumuz olaylarla kıyas bile edilemeyecek masum bir istek.
            Cevap gelir. Bugün bile aklımızdan silemediğimiz, edep ve tevazu kokan cevap. Ülke gelirinin yarısına yakınını alan % 10'luk zenginlerin anlayamadığı, otomobil fuarlarında milyon dolarlık arabaları almak için sıraya girenlerin ve her ay bir yenisini eklediğimiz milyar dolarlık zenginlerin, makam ve koltuk heveslilerinin akıl sır erdiremeyeceği cevap.  
           'Biz balkonda çay içerken komşularımız ne yapacak? Çalışacaklar. Tütün çapalayacaklar, tütün kıracaklar.' Tarladaki evinin balkonunda komşuları çalışırken çay içmeyi, orada oturmayı kendine yakıştıramayan ahlâk timsali 'edep neslinin' cevabı. Ne büyük bir incelik' ‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir'in hayattaki adı.
             Geçmişten günümüze hayırla andığımız bu kişiler 'derin millet'tir de şimdilerde sıkça gördüğümüz devasa binaların balkon sakinleri kimlerdir?  
             'Ben' ve 'benim' diyenler, mevki ve makamından şereflenenler, gurur ve kibirleriyle milletimizi hakir görenler, sahip oldukları zenginliği varlık sebebi sayanlar balkondadır. Hem de balkona bağdaş kurarak oturmuşlardır. Arada bir ufka bakıp 'her şey kontrol altında',iyi ki bu milletin başına gönderilmiş 'şekçin kişileriz' diyerek fincanlarındaki çayı yudumlayıp derin bir ohh çekmekteler.
              Ne zaman kadar? Bir fısıltıya ve kendilerine biçilen vadeye kadar.
              Tarih yine tekerrür ediyor.
NASİBİNİ ALMAK VE AĞIR AĞIR TARTMAK
             Sabahın erken saatleri köylü pazarındayım. Bakınıyorum. Tatlı bir telaş var. Meyveler, sebzeler itinayla görücüye hazırlanıyor. Kim bilir kimin evine rızık olarak girecekler?
             Bir satıcıya yaklaşıyor ve hayırlı işler diliyorum. Çok defa şehir pazarından eve geldiğimizde gördüğümüz çürük meyvelerle karşılaşmamak için olsa gerek kendimce tedbirli davranarak 'Seçebilir miyim?' diyorum.
            Hangi köyden geldiğini bilmediğim, rengi solmuş eğri büğrü şapkanın altındaki esmer tenli insan: 'Seçsen de nasibini almayacak mısın?' diyor. Elimdeki poşetle yavaşça doğrulurken lâfı hazmetmeye çalışıyor ve belli etmeden de 'arifler' sözünü tekrar ediyorum. 'Hüseyin, seçsen de nasibini almayacak mıydın?
              Meyvemle birlikte dersimi aldıktan sonra oradan uzaklaşıyor 'göksulu' adını verdiğimiz armudu satan yaşlı, uzun boylu bir başka köylümüzün yanına yaklaşıyorum. Bu defa tedbirliyim' Armudumu verdikten sonra 'Terazim yok. Şurada tarttır gel.' diyor. Şurada dediği yere gidiyor tarttırıp geliyorum. Bana, tatlı sert ses tonuyla: 'Ağır ağır tarttın mı?' diyor.Galiba bu ikinci ders diyorum kendi kendime. Aklım, duymaya alıştığımız kelime ve kavramların resmi geçidine şahitlik ediyor: Rant, rantiye, hak, adalet, kaçak kat, yat, villa, kâr, dolar, lobi, ticaret, zengin, asgari ücret, ırgat' Kendimden emin 'Evet, ağır ağır tartım.' diyorum. Armutları özenle yerleştirdiği kasaya eğiliyor, irice bir armudu alıp benim torbama koyuyor ve 'Helâl olsun.' diyor. Helâl olsun'
            Düşünüyorum; bu insan 'kul hakkını' biliyor, elektrik, su, telefon faturalarını zamanında ödüyor, kınalı kuzusunu askere gönderiyor, belki damı akan bir viranede oturuyor, dört çeker arabası zaten yok, pabucuyla elbisesi kim bilir hangi bayramdan'Belki de aylık geliri 400 TL'nin altında olan yedi buçuk milyon vatandaşımızdan biri. Ama dosdoğru tartıyor' Onuruyla kazanıyor'
               O, ilâhi huzurun hazırlığında. Öyle ya 'Ne ekerseniz onu biçersiniz.'
               Diyorum ki: Milletimizin değerlerini, hak, hukuk ve adaleti hiçe sayan haramileri bu meziyet pazarına davet etsek ders alırlar mı?
              'Bana para ver, gözünü toprak doyursun. Bana para ver, gözünü toprak doyursun. Bana para ver, gözünü toprak doyursun.' diyen kasaba meczubunun fısıltısını duyarlar mı?
Yoksa balkonda oturmaya devam mı ederler?
               
Tebrik: Ramazan Bayramınızı tebrik eder, sağlıklı ve huzurlu nice günler dilerim.
             

Bu yazı 1043 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum