Reklam
Reklam
Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Çok Kirlendik

10 Aralık 2015 - 16:23

Kışın habercisi aralık ayının altıncı günü. Penceremden; işgal yıllarında büyük zarar görmüş, bir zamanlar adına kurulan vakıfla ayakta durmuş ve sabah namazına gelen cemaate süt, tereyağ, ekmek ikram edilen caminin avlusundaki asırlık çınar ağacına bakıyorum. Yaprak kıpırdamıyor. Kıbleye bakan kapısının önüne park edilen taksilerin camlarını kontrol ediyorum. Hafiften bir buz tabakası var.
                Sokak sessiz. Sabahın bu saatinde genellikle; servis aracına yetişmek için telaşlı yürüyen insanları ve onların taş döşemeli yolumuzda bıraktıkları ayak seslerini duyardım. Bugün pazar. Haftanın yorgunluğunu,  tatil gününün sırtına yükleme zamanı galiba. Elektrik tellerine tesbih taneleri gibi sıralanıp şarkılar söyleyen, cıvıldaşıp, şakalaşan kırlangıçlar da görünmüyor. 'Onlar da mı tatil yapıyor yoksa?' diye geçiyor içimden. Belki ara verdiler sabah sohbetlerine. Belki de güneşi bekliyorlar.
                Tedbirimi alıp, sabah yürüyüşümü yapmak üzere çıkıyorum evimden. Yaşı ilerleyenlerin çıkmak için büyük zahmet çektiği yokuşun başında, namazını cemaatle kılmayı alışkanlık haline getirmiş komşumuz Zeki Abi'yi görüyorum. Genellikle aynı yerde karşılaşırız. Selamlaşıyoruz.
                Güneş doğmak üzere. İn cin top atıyor. Her yer sakin. Tek tük insan görüyorum. Onların da bir kısmı sabah namazından dönüyor, bir kısmı da duraktalar.
                Her zamanki kavşak değil Sultanönü Kavşağı. Merkez Efendi'nin heykeli de huzurlu. Ne gürültü ne telaş. Muradiye ve Sultan Cami ile Saruhan Bey'in türbesi, onları sarıp sarmalayan yeşil dokusuyla bu ahengi tamamlıyor. Sabahın bu vaktinde görülmeye değer bir manzara doğrusu. Doğuya bakıyorum. Hoş bir kızıllık. 'Işık doğudan gelir.' diyorum. 'Hakikâtı' kuşanmış, haysiyet sahibi atlılar sanki ufukta belirecek, zahmetsiz ve meşakkatsiz bizi de alıp götürecekler. Ruhlar huzur ve sûkun bulacak. Hak güçlünün değil haklının olacak. Ömrün, ancak şereflice yaşayacak kadar bir zaman olduğunu bilenler de 'adalet' dağıtıp, zalimlere dersini verecek...
               Sevabıyla, günahıyla, sevinci ve kederiyle, koynuna sakladığı sırlarla henüz uyanamayan şehirde caddeler yorgun, binalar anlamsız geliyor bana. Ellerini ceplerinde büzüşen insanları görünce, üşüdüğümü fark ediyorum. Eldivenlerimi takıyorum.
              Ulupark'ın yanından geçerken, şehir sakinlerinin karnını doyurma telaşıyla çalışan fırında hareketlilik var. Bu saatte fırınlarla beraber dükkanını açan esnaf sayısı da çok azdır. Caddenin öbür yüzündeki Sadullah Bakkal da dükkanını güneş doğmadan açanlardan. Benim kasabamda, çocukluk yıllarımın Ferhat Ustası, sabahın altısında hazır ederdi pidelerini.
              İlkokulun önündeki parkta yürüyüşe başlıyorum. Simalar tanıdık. Kısa cümlelerle hal hatır soruyoruz. Isınma, terleme derken son hareketlerimizi yapıyoruz. Yalnız değilim. Seksen iki yaşında olmasına rağmen elinden kitabı bırakmayan, arkadaşımın 'Bize önce insan olmayı, hakkı ve hakikati öğretti.' dediği öğretmen babanın dört oğlundan birisi olan İsmet ile beraberim. Benim tanıdığımdan beri düzenli spor yapar. Derdini seven, mücadele eden, başladığı işin peşini bırakmayan, kendini milletine borçlu hisseden bir devlet memuru. Yaşadığı, şahit olduğu ve peşini bırakmadığı olayları anlattıkça hem üzülüyorum hem de dürüst insanların cesaretini gördükçe seviniyorum. 
              Parkta; diploma verdiğimiz ama eğitemediğimiz gençler tarafından kırılan ahşap oturma yerleri ancak üç ayda yapılabiliyor. Özel okulda okuyan öğrenciler için MEB'nin verdiği 2.680.TL - 3.750 TL arasındaki destek parasını alabilmek için yanlış ve eksik beyanda bulunuluyor. Bu durumun bildirildiği MEB, Başbakanlık İletişim Merkezi'ne (BİMER) yönlendiriyor. BİMER'e yaptığı müracaattan (bir ay içinde cevaplaması gerekiyor) üç ayda cevap alamayan arkadaşımız şimdi ise bir ay önce tekrarladığı dilekçesinin cevabını bekliyor. Peşinde koştuğu milletimizin parası, çocuğumuzun simit alırken ödediği vergi, faturalarda ödediğimiz katılım payları.
              Yeniden tefriş edilen odalar ve eşlere tahsis edilen makam arabası iddiaları... Bunlar olurken İzmir'in Tire ilçesinde restorasyon sırasında bulduğu 1016 altın ve gümüş sikkeyi yetkililere teslim eden işci Mehmet Yazar: "Biz her gün altın görüyoruz, içimiz altın, bir altın bizi bozar mı? Bizimle dalga geçiyorlar, altınları niye verdiniz?' diye soruyorlar. Ben çok iyi yaptım. Siz içerideki mistik kokuyu biliyor musunuz, tarihi bilenler devletine sahip çıkarlar. Gözü aç olan ise saldırır..." sözleri manidar.
             Aldıkları bir ihale, kaptıkları kentsel dönüşüm payı, torunlarına dahi izah edemeyecekleri dünyalıklar ile 'dilsiz şeytan'ın şubesi haline gelenlere müthiş bir cevap. Bildiğimiz bileli, gücü eline geçirenler aynı şeyi yapıyor.T oplum olarak arınmaya ihtiyacımız var.
              Çınar ağaçlarının altından geçip giderken, parktaki temizlik görevlisi dikkatimi çekiyor. Çalışmasından,   işini önemsediğini anlıyorum. Sürekli temizliyor. Dikkatle. Çöpleri, pislikleri, atıkları ve kirlilik adına her şeyi. İtinayla süpürüp çöp kutusuna atıyor. Gördüğü ekmek kırıklarını öpüp başına, sonra da el-ayak değmeyecek bir kuytuya koyuyor. Ona ve temizlediği yerlere baktıkça huzur doldu içim. Toplumun, ayyuka çıkan görünür görünmez kirlerini de böyle süpürüp atmak lazım diyorum.
              Bin lira asgari ücretle çalıştırdığımız ve 'çatık kaşlı zatların' zaman zaman azarladığı, vicdan sahibi, helâl mayalı bu genç adama teşekkür edeceğim.
               Evet...Çok kirlendik İsmet...Haram ile abad olunmuyor...

Bu yazı 1097 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum